Doktorlukta İki Yılım

Türkiye’de asistan doktor olmak

Gülhavin Kılıç
Türkçe Yayın
6 min readJul 24, 2024

--

Yazıya nasıl başlayacağımı bilmiyorum ama artık oturup bilgisayarımın başına geçip yazı yazmanın ihtiyaç olduğu zamanlardayız, 2 yıldır tıp fakültesinden mezunum ve yetişkin olmanın dayanılmaz ağırlığı tarafından eziliyorum. Çok ağır geliyor veya ben çok dayanıksızlaştırıldım.

Bu sene YKS zamanı aslında 8 sene önce üniversite sınavına girdiğimi fark ettim, hatta ben YGS-LYS’ ye girmiştim, o kadar değişmiş bir şeyler. O zamanları da çok kötü hatırlıyorum. Belki de hayatımın hiçbir dönüm noktasını güzel hatırlamıyorum, kalıcı hiçbir şeyden, bir şeylere mecbur olmaktan hiç hoşlanmıyorum.

Kendimle ilgili şöyle bir hipotezim var, her şeyi tıp fakültesini kazanana kadar planlamışım, aslında düşününce hayatımın en konforlu, en planlı, en rutini olan zamanlarıymış. Tek yapmam gereken şey ders çalışmaktı, tek yapmam gereken şey, oralarda da zor olan şey ergenlikti sanıyorum, bir kız için ergenlik zamanı yaşamın en korkunç zamanlarından olabilir, o yüzden ergen kız hastalarımı kabul etmek bile istemiyorum, her şeyleri o kadar patolojik, o kadar duygu-durum bozukluğu ki tüm karın ağrıları ibs, tüm çarpıntıları panik atak gibi geliyor, bazıları akut apandisit, kist rüptürü ve supraventriküler taşikardi çıksa da… Hasta popülasyonu seçecek olsam ergen grubuna bakmayı asla istemezdim, bomba gibi bir ekip, kendi ergenliğim yüzünden de her ergen o zamanlarıma beni götürdüğü için her türlü aksiliğin, kendi açımdan memnuniyetsizliğin yaşanacağı bir grup.

Doktorluğu pratik ettiğim 24 ay bitmek üzere, 19 ayı pediatride bitti, 19 aydır Türkiye’de asistanlık yapıyorum.

Telefonumda şarkı açık olduğu için kapatıp devam ediyorum yazıya, evet şarkı dinleyerek yazı yazamıyorum.

Sesler azalınca, yurtta klavye sesim çıkmasın diye gece yazı yazamamayı dert edindiğim zamanlar geldi aklıma. Hayat hep bir mücadele, kendi standartlarına, kendi akışına göre.

Evet 2 yıl önce tıp fakültesinden mezun olunca hayatımın gidişatı biraz olsa da belliydi, İstanbul’dan göç etmiştim doğduğum yere, ailemin evine, tusa girecektim ve bu coğrafyada mecburi hizmet yapacaktım, tusa girdim, konforlu alanımda olmasa da gençlik ve ilk doktorluk yerim heyecanı olması nedeniyle dhy’de atandığım yere heyecanla başladım, acil serviste 3 ay çalıştım, o zamanlar da çok zorlandım, 3 saat gidiş dönüş yapmak yerine bir arkadaşımın odasını kiraladım, günler geçsin diye bekledim, yazı yazmaya verdim kendimi, doktorluk pratiğimi geliştirdim, ama sabrım çok hızlı şekilde erişkin hastalara karşı doldu ve tus tercihimde herkes yazma dese de pediatriyi kendi hür irademle yazdım, yerleştim ve başladım.

Artık 3 saat git, 3 saat dön yapmak zorunda değildim, aile evimde iş yerime 15 dakika bir mesafede yaşıyordum, acil serviste çalışmıyordum ve sadece 18 yaş altı hasta bakıyordum, 4 yıl sonra da çocuk uzmanı olacaktım, ilk 1 ay tam olarak bu heyecan ve umutla geçti. Çalışma arkadaşlarım çok iyiydi, (hatta biri sonradan evleneceğim kişi olacaktı.), yaptığım işten, öğrendiklerimden keyif alıyordum, eve çok hızlı gidip geliyordum, annem her şeyimi hazırlıyordu, ta ki 6 şubat gününe kadar, gece 4.30 gibi, normalde derin olan uykumdan sarsılarak uyanmıştım, ne oluyor diye sorguluyordum, zaten arada sallanıyorduk, duracaktı elbette ama durmuyordu, evdekiler de uyanmıştı, herkes telaşlıydı, çok sallanıyorduk, elektrikler gitmişti, biz ne yapacağımızı bilmiyorduk, mevsimlerden kış, hava durumu da karlıydı.

Sallanma durmuştu, deprem olmuştu, insanlar sokaklardaydı, gün ağarınca fark ediyorduk ki bazı binalar yıkılmıştı.

O günden sonra çoğu insan için hiçbir şey aynı olmadı. Bizim için de. Canı sağ olanlar sağ olduklarına, kayıplarının olmadığına şükrediyordu.

O günden sonra hasarlanan evimizde bir hafta daha kaldıktan sonra göçebe hayat bizim için başlamıştı. Bu sırada ben sürekli işe gidiyordum, hatta işe gitmek iyi bile geliyordu, iyi gelmek değil de sadece bastırmakmış, sonradan fark ediyorum. Bir kişi bile nasılsın dememişti, sadece işleri ilerletmemi istiyorlardı, çünkü onların burjuva hayatına deprem zarar vermemişti, verse bile başkaları umurlarında olmazdı.

Depremden sonra eski düzenimize dönemedik, evimiz hasarlandı ve biz aylar süren ev arama sürecinden sonra ev bulamayıp 3 ay kadar da hasarlı evimizde doğalgaz olmadan yaşadık.

Bu süreçte ben âşık oldum evet Allah’ın takdiri ve nimeti, o süreçte biri tarafından sevilmek ve birini sevmek çok iyi geldi. Allah’ın nasip etmesi ile de bu sevgiyi evlilik ile taçlandırmaya karar verdik, evlendik. O zamanlar beni ayakta tutan tek şey sanıyorum ki bu sevgi idi, çok şükür.

Çünkü iş hayatım giderek zorlaşmaya başlamıştı, hasta yakınlarının şiddeti, hocaların ve çalıştığım tüm doktorların ve çalışma arkadaşlarımın mobbingi (sekreterinden hemşiresine ve personeline, diğer bölümlerdeki doktorlara kadar, üniversite hastanesinde çalışıyorsanız bunlar da size mobbing yapar, hocaların yardımı ile) gerçek yüzünü göstermeye başlamıştı, Türkiye sağlık sistemi bir genç doktorun daha ümidini yıkıyordu.

Tabi çalışma hayatım artık herhangi bir şeye izin vermiyordu, nişanımızı yapabilmek için gün aşırı 24 saatlik nöbetler tutuyorduk, her nöbet çıkımızda bir hazırlık yapıyorduk, haliyle gergindik ve yorgunduk, bunu sıkça dile getirmemize rağmen o zamanki çalışma arkadaşlarımızın ve hocalarımızın asla umurunda olmayıp tükenmişlik yaşadığım için aldığım rapor, heyete gidiyordu. Oysa sonradan aylarca rapor alan hiçbir çalışma arkadaşım heyete gitmiyordu, çifte standartlarla dolu, yoğun hakaret ve mobbinglere maruz kalarak çalışmaya devam etmek zorunda kalıyorduk.

Liyakatsiz, çifte standartlarla dolu bir üniversitede onlara inat çalışmaya devam ettim.

Bu süreçleri Allah’a olan inancımız sayesinde atlatıp evlendik, çok sevgili eşimle, evlenmek yakın zaman planlarımda asla olmasa da kader bizi bir araya getirmiş, ve Allah evlenmeyi nasip etmişti. Çok şükür.

Evlendikten sonraki süreç de hiç kolay olmasa da dinin tamamlanmış gibi hissettirmesi, artık bir seviye daha yetişkinliğe adım atıyor olmak ümit var bir durumdu.

Evlenmemizin üzerinden iki ay geçmişti ki çok ani bir şekilde dayımı kaybettik, bir nöbetimde haberini aldım ve düşündüğüm tek şey sabah cenazeye yetişebilir miydim?

O gün bu meslekten, meslektaşlarımdan ve yöneticilerden nefret ettim, çünkü biliyordum ki bana asla izin vermeyecekler ve hatta kaybıma dair başsağlığı dilemek yerine memnuniyetsizlik kusacaklardı.

Sağlık sektöründe olup bu kadar, insanların sağlığını düşünürken doktorların birbirinin sağlığını düşünmemesi o kadar iğrenç ve mide bulandırıcı ki, doktor olmayan okuyuculara açıklama: burada mesele doktorluk konusu değil, insaniyet konusu, insan olmayıp doktor olabilenler de mevcut, o konu sizin üzerine kötü yorum yapmanız için açılan bir alan değildir, iş verenlerim olmadıkları halde öyle davranan meslektaşlarımın yaşattıklarını yaşamalarını diliyorum. Başka da bir şey demiyorum, iyi ki cehennem var ve iyi ki hesap günü var.

Çok yakınınız birini kaybedince hayat eskisi gibi hiç olmuyor, alışıyor insan her şeye ama unutmuyor, acısı geçmiyor. Mekânın cennet olsun dayım.

Çalışma şartlarım iyileşir, insanı şartlarda çalışabilirim diye diye 19 ay devam ettim pediatri asistanlığına, evlendikten sonra da eşimin fazlasıyla desteğiyle birlikte, ancak her ay en az 8 nöbet, 24 saat süren, tutmaya, her nöbette çaresiz ve yalnız hissetmeye, her ay eşimle ayrı günlerde yazılan nöbetlerimiz nedeniyle görüşememeye, takdir edilmeyip sadece yetersiz hissettirilmeye devam ettik. Her ay bir öncekini aratan çalışma şartlarına mecbur edildik, burada belirtmek istiyorum ki bu süreci kolaylaştıran çalışma arkadaşlarım Büşra, Memduh, Şeyda ve Fırat abiye teşekkürlerimi iletiyorum, umarım hayatları boyunca çok iyi çalışma arkadaşları ile karşılaşırlar.

3 gündür evdeyim, yıllık iznimi kullanabildim, hakkım olarak, ancak 3 gecedir kabuslar görüyorum, 3 gecedir kabuslarımda bile sürekli telefonum çalıyor, sürekli hastalar elimde kalıyor, sürekli çaresiz ve sıkışmış hissediyorum, aylardır evimde uyanamıyorum, eşimle aynı gün evde olamıyoruz.

İnsan, en büyük hedefi ve hayali olarak doktor olup böyle bir standarda sahip olunca hayal kırıklığına uğruyor, hem de ne büyük kırıklık. Pediatri kadroları boşta kalıyor son birkaç yıldır, hak ediyorsunuz, Türkiye olarak hak ediyorsunuz. Umarım bir gün hepiniz, buna sebep olan sizler yaptığınız her şeyin (hasta yakınları ve buna sebep olan tüm doktorlar, yöneticiler) bedelini öder, hesabını verirsiniz.

Öfke doluyum aylardır, bu kadar kötü, ümitsiz bir insan değildim, asıl hedefim olan iyi bir Müslüman olmak hedefimden o kadar uzağa gidiyorum ki o kadar, bunun için kendime de çok öfkeliyim, böyle olmamalıydı, onlara yenilmemeliydim.

Allah ferahlık versin.

fotoğraf: Photo by Mel Elías on Unsplash

Ne istediğimi bildiğimi düşünürdüm doktor olana kadar, sanıyorum ben sadece tıp kazanmayı istemişim ve sonrası sil baştan, 8 yıldır ne istediğimi aramakla geçiyor, geçmeye devam ediyor, geçerken Allah çok şey nasip ediyor, nasibimiz kadar alıyoruz bazılarından, bazılarından da hiç nasiplenemiyoruz.

Kendimi yeniden bulma sürecim, genç yetişkinlik sürecim çok sancılı geçiyor, her büyük sancı güzel bir doğuma gebedir diye umut ediyorum, inişli çıkışlı kimi zamanı yıkıcı bu süreçte Rabbim yardımcımız olsun, iyi bir Müslüman olma hedefimizden, iyi bir kul olma hedefimizden bizi şaşırtmasın.

--

--