Cesur Yeni Dünya Dilemması
Özgürlük vs. Mutluluk
“Hey cesur yeni dünya ki içinde böyle insanlar var!”(s.7). Nasıl insanlar mı? Mutlu insanlar…
Cesur Yeni Dünya! Kelimenin tam anlamıyla mükemmel bir dünyadan bahsediyoruz. Korku yok, kaygı yok, acı yok, savaş yok, açlık yok, hastalık yok, yaşlanmak yok… Her şeyin mutlu olmak üzerine kurulu olduğu bir dünya: Keyif ve hazların dünyası.
İnsanların, kaçınılmaz yazgılarını ve yapmak zorunda oldukları şeyleri sevdikleri bir dünya. İstenilen her şeyin, özellikle de seksin ulaşılabilir olduğu bir dünya. Mutsuzluğa karşı, insanları gerçeklikten koparıp “tatile” çıkaran soma haplarının olduğu bir dünya. Her türlü insanın -eplisonların dahi- gerekli ve önemli görüldüğü bir dünya. “Herkes herkes içindir.” felsefesinin sürdüğü bir dünya. Kısaca ütopik bir dünya.
O zaman bu dünyayı distopik yapan şey ne? Neden distopya türünün en önemli kitaplarından sayılıyor?
Şöyle tartışmaya açık bir iddia atıyorum ortaya: Ütopya ve distopya madalyonun iki yüzü gibidir. Her distopyanın içinde bir ütopya vardır ve her distopya aslında ütopik fikirlerin sonucudur.
Açıklamak için gerçek hayattan bir örnek vereyim. Tiranizmin had safhası olan Nazi Almanyası’nın ideolojisi bile çok ütopikti: Mükemmel, sağlıklı ve güçlü bir Aryan ırkı yaratmak. İşte bu distopyanın içindeki ütopyadır. Veya Hayvan Çiftliği’ni düşünelim. Tüm hayvanlar köleleşmişken domuzların keyif sürdüğü bir çiftlik, domuzlara göre ütopiktir. Açlık Oyunları’nda Panem halkı açlık ve sefalet içindeyken Capitol’ün refah içinde oluşu da yine ütopiktir.
Peki bu kitabın içerdiği distopik unsurlar nelerdir? Tam olarak neyi eleştirir?
Öncelikle, “Kır çiçekleri ve manzara seyretmenin önemli bir kusuru var, bedavalar.” (s.48) diyerek kapitalizmi eleştirir. Başta toplumu köleleştiren ve kast sistemine iten rejimleri, sonra da köleliği ve baskılanmayı kendine reva gören toplumu eleştirir. Hem insanın mutlak mutluluk çabasını, hem de yapay haz ve mutlulukları eleştirir. Ayrımcılığı eleştirir, modern insanın yalnızlık korkusunu eleştirir, en çok da teknoloji ve bilim çağında etik değerlerin yok sayılmasını eleştirir.
Bolca ironi de vardır tabii kitapta. Dini inancın yasak olduğu bir toplumda, yeni bir tanrı ve yeni ritueller ortaya çıkmıştır. Yüce Ford, “toplu seks poplu seks” ilahisi ve adeta ibadet gibi yapılan ayinler bu duruma örnektir.
Bir başka ironi de zorunlu seks özgürlüğüdür. “Zorunlu” ve “özgürlük” kelimeleri bir arada kulağa absürt geliyor hakikaten. Nasıl günümüzde cinsellik tabu ise, Huxley’nin dünyasında da cinselliğin olmaması/istenmemesi bir tabudur.
Ayrıca Mustafa Mond’un bir Shakespeare tutkunu olması, fakat toplumda edebiyatın yasak oluşu ve kitaplara karşı nefret oluşturulması, kitaptaki bir diğer ironidir. Çünkü manipule edilen cahil bir halkın yöneticisi, halkın okuyup gözünü açmasını istemez. Tıpkı tarihin de üstünü kapatmak istemesi gibi. “Ford’umuzun o güzel, vahiy edilmiş deyişini hatırlarsınız: Tarih saçmalıktır.”(s.59).
Cesur Yeni Dünya, bu janrda ilktir ve belki de tektir. Onu diğerlerinden ayıran en önemli özellik, ütopik ve distopik unsurların ekstrem hallerini bir arada sunmasıdır. Zira okurken defalarca şunu sordurur: Bu dünya bir ütopya mı distopya mı?
Buna ek olarak, 1932’de yazılmasına karşın oldukça öngörülü, içinde müthiş fikirler ve eleştiriler barındıran bir kitaptır. Otomatik Portakal’daki pavlov şartlandırması, Damızlık Kızın Öyküsü’ndeki zorunlu cinsellik ve (kadınlar arası) kast sistemi, Hayvan Çiftliği’ndeki toplumu köleleştirme, 1984'teki totaliter rejim gibi izleri bu kitapta görmek beni düşündürmüş ve birçok distopyanın ilham kaynağı olduğuna inandırmıştır.
Bir de önsözün o altın cümlesine değinmesem olmazdı:
“Ne sebeple olursa olsun hatalarınızın üzerine kara kara düşünmeyin. Temizlenmenin yolu çamurda yuvarlanmak değildir”.
Son olarak, kitapta en beğendiğim diyalog şuydu:
- (Vahşi:)”Ben keyif aramıyorum. Tanrı’yı istiyorum, şiir istiyorum, gerçek tehlike istiyorum, özgürlük istiyorum, iyilik istiyorum. Günah istiyorum.”
- “Aslında,” dedi Mustafa Mond, “Siz mutsuz olma hakkını istiyorsunuz.”
- “Öyle olsun,” dedi Vahşi meydan okurcasına, “Mutsuz olma hakkını istiyorum.”
- “Eklemek gerekirse, ihtiyarlama, çirkinleşme, ve iktidarsız kalma hakkını da istiyorsunuz; frengi ve kansere yakalanma haklarını, açlıktan nefesi kokma hakkını, sefil olma hakkını, sürekli yarın ne olacak korkusu içinde yaşama hakkını, tifoya yakalanma hakkını ve her türden ağza alınmaz acıyla işkence çekerek yaşama hakkını da istiyorsunuz.”
Uzun bir sessizlik oldu. Sonunda Vahşi, “Hepsini istiyorum” dedi.
Mustafa Mond omuzlarını silkti. “Hepsi sizin olsun.” (s.238)
Peki soruyorum, sen hangisini isterdin: Özgür olmayı mı mutlu olmayı mı?