Duvarın Sakladığı

Enes Sekizsu
Türkçe Yayın
Published in
7 min readApr 23, 2020
© Ara Guler/Magnum Photos (1960)

“Duvarlara çivi ve benzeri eşyalar vasıtasıyla zarar vermek yılın hangi vaktinde olunursa olunsun yasaktır. Yasağı delmeniz halinde evden çıkma istekleriniz yok sayılacaktır.”

Dolma kalemini yıllardır böyle bir an için saklıyordu, afili bir imza atmanın şimdi tam vaktiydi. Hem pek beğendiği evine kavuşmuş olacaktı hem de nihayet şu kalemi aldıktan sonra ilk kez işe yarar halde görecekti. Bu gece eve taşındıktan sonra kalemine şöminenin üzerinde özel bir yer ayarlamayı düşündü ama öncesinde ailesinden kalma bir tabloya uygun yer bulmayı planlıyordu. Kalemini ileri geri salladı ki içinde mürekkebin varlığına dair işareti alabilsin. Beklediğinden erken gelen bu birkaç damla işaret, kâğıdın üzerine düşüverdi. O sıra pencereden sokağı seyretmeye koyulmuş olan ev sahibinin ilk damladan çıkan sesi duymasıyla sopa yutmuşçasına dimdik kesilmesi bir oldu. Anlatmakta olduğu hikâye de yarıda kaldı.

Karşı apartmanda oturan kızıl saçlı kadına dair bu hikâyeyi yaşlı adamı tanıyıp da onunla az biraz vakit geçirmiş bir kimsenin bilmemesine imkân yoktu. İki yıl önce, tatil için güneye doğru çıktığı yolculukta bile yoldan topladığı otostopçulara bir bir bu hikâyeyi anlatır, sonrasında onlara aklına gelen ilk bahaneyi söyleyerek indirir ve ardından yeni kurbanlar bulmak için yanındaki koltuk boş olarak yolculuğuna devam ederdi. Herkesin bildiği bu anlatıda gelin görün ki çoğu insan farklı bilgiler sahibiydi. Başı ve sonu olmayan bu hikâyede tek değişmeyen varlık kızıl saçlı kadın olurdu. Bazı günler bulutlu bir sabaha gözünü açan kadından bahsederken bazı günler dışarının parlak sarısına rağmen yatağından çıkmayan bir kadına pay ayırıyordu bu hikâyede. Her seferinde aynı özne üzerinde başka olayların meydana geldiği hikâyede nasıl oluyorsa herkes ortak bir kanıya sahipti; “Yaşlı adam, olmayan bir kadının olmayan ıslığından duyduğu bir şarkıyı dile getiriyor.” Hikâyenin ortalarından bir yerde kızıl saçlı kadın mutlaka bir ıslık tuttururdu. Sonrasında ise birkaç ufak şarkıyı mırıldana mırıldana dolanırdı. Yaşlı adamın özünde anlatmak istediği buydu anlaşılan, bir kadın ve onun ıslığından dökülen şarkılar. Ne mahalle sakinleri ne de yoldan geçmekte olan herhangi bir insan yaşlı adamın anlatısını bölmeye cesaret edebiliyordu. Herkes üzerindeki etkisi farklı olsa da bu etki yine hikayesinde olduğu gibi ortak noktalara da sahipti. Gözleri herkese bu hikâyenin bölünmemesi gerektiği adına bir mesaj veriyordu sanki. Gözünün ortasındaki o renk cümbüşünün içinde insanların anlamlandıramadığı kırmızılıklar vardı. Kimi insanda yeşil bir başkasında siyah ve bir başkasında ise denizlerden ödünç alınmış bir mavinin olduğu bu yerde, iş yaşlı adama gelince kırmızılıklar bulunuyordu, elâ bir renk üzerinde kırmızı hülyalar.

İki insanın yan yana gelmesinin, oluşması ve dağıtıma çıkması için yeterli olduğu “söylenti” bu iş için de kendine tabii ki pay çıkartmıştı. İşte yine böyle bir söylentiye göre, kadın ve yaşlı adam eskiden evliymiş. Buradan çok uzaklarda, başka bir kentin başka bir sokağında iki katlı evlerinde yaşıyorlarmış. Mutluluğu sıralamak, mutluluklar arası kıyas yapmak pek akla uygun gelen bir iş değildir ama yine de bu iş yapılacak olsa bu ailenin bir mesutluk sıralamasında listenin tepelerinde yer alması kimseyi şaşırtmazmış. Günlerden bir gün, adam eve kolunun altına iki tabloyu koymuş bir şekilde gelivermiş. Komşulardan alınan iki çivi ile de anlaşılan salonun en güzel iki yanına asılmış. İş bu ya, bundan çok geçmeden, yine gecelerden birinde, fırtına iyice sertleşmişken gelen telefon ile evlerinde bir telaş baş göstermiş ve sonrasında sonu gelmez bir kavga başlamış. Öylesine hiddetlenmiş ki kavga ne dışarıda ağaçları kökünden ayıran fırtına ne de o akşamın ajans haberlerinde bahsedilen, ikincisinin yolda olduğunu fısıldayan savaş öncesi gelişmeler çevredeki insanların dikkatini dağıtabiliyormuş. Bazıları polise haber vermek için niyetlenmiş ama fırtınadan olacak ki bir türlü hat bağlanamamış. Bununla birlikte kimse de eve gidip durumu yatıştırmak için adım atmamış. Anlaşılan o ki, herkesin düşünmesi gereken bir ailesi varmış. Adamın ya da kadının, tüm hıncını yardıma gelen insandan çıkarmayacağının sözünü kim verebilirdi ki. Korku ve merak içinde bu hal biraz daha böyle devam ettikten sonra nihayet kavga ve gürültü sona ermiş. Fırtınanın da buna eşlik etmesiyle ortalık az evvelin vaziyetinin zıtlığı içerisinde sessizliğe bürünmüş. Olayın sabahında ise ne adamdan ne kadından eser varmış, ikisi de sırra kadem basmışlar.

Yıllar sonra, adam bu mahallede görünmüş. Karısından ise haber alabilen hiç olmamış. Olayın adli boyuta ulaşıp ulaşmadığı ise bir başka bilinmeyen taraf. Öyle ya da böyle, hikayedeki kızıl saçlı kadını adamın eski eşi olduğu çoğu kişinin ortak paydası haline gelmiş. Gözündeki kırmızılığı ise kim bilebilir ki, belki sonu gelmez ağlamalar neticesinde yürekte hissedilen acının bir temsili, belki de bir cinayetin ardındaki tek kalıntıdır. Kadını öldürmüş olması yine de insanlar için en uzak ihtimaldi. Adamın herhangi birine kötü davrandığı pek görüldük şey olmadığından artık insanlar ister istemez yaşlı adama herhangi bir kötü unvanı yakıştıramaz hale gelmişti. O, çoğu insanın gözünde yalnızca manasız bir kızıl saçlı kadın hikayesi anlatıp duran, zararsız bir adamdı.

“Neydi o ses? Bir şey damladı sanki, sen de duydun mu?” diye ürkmüş bir şekilde, birazdan yeni kiracısı olacak adama seslendi. Gözlerinin kırmızılığı bir anda artmıştı. Kiracının cevaplamasına fırsat vermeden, hızlıca salona yöneldi. Bir müddet yaşlı adamı beklese de geri gelmeyince, kiracı da ardından salona geçti. Adam duvara kulağını dayamış şekilde durmaktaydı. Normal hallerde işaret parmağının usul usul dudağa götürülmesiyle yapılan o sessiz olma çağrısını şimdi serçe parmağını dudağına yan yan sürerek yapıyordu yaşlı adam. “Bayım izin verirseniz açıklayayım, şey… o damla sesi…” diye konuşmaya çalışsa da adam, nafile.

— Sessiz ol, sessiz… Duyamıyorum bir şey, sessiz ol.

— Beyefendi, o ses esasında benim…

— Sus be adam, sus. Ne istiyorsun, bir bildiğim var ki söylüyorum değil mi?

Bunun üstüne kiracı daha fazla konuşmamaya karar verdi. “Deli herifin teki anlaşılan, bir damlanın sesinden de bu kadar korkulmaz ki canım. Kim bilir ne arıyor duvarın içinde.”

Genç adam, yani kiracı olacak olan adam evin eşyalar ile önceden donatılmış olmasının tadını çıkarmaya karar verdi. Salondaki koltuğa uzanıp dışarının manzarasını izlemeye gidiyordu ki, gözüne yanında getirdiği tablolar takıldı. “Şu yaşlı adamın işi biraz sürecek gibi, bu arada şunları asacak bir yer bulsam fena olmaz.” diye geçirdi içinden. Yaşlı adam salonda işini bitirmiş, yatak odasından devam ediyordu aramaya. Ne aradığı ise bilinmezler arasındaydı. Bu esnada kiracının rahat rahat evin içinde dolanmasına şaşmamalı çünkü ne sözleşmedeki o garip maddeyi okumaya ne de yaşlı adamın hikayesini tam olarak dinlemeye fırsatı olmuştu. Bir işe yarayacağını umduğu dolma kaleminden gelen o minik damlaların yol açtığı bir neticeydi bu. Yaşlı adam odaları teker teker gezerken, kiracı tabloyu nereye asacağını belirlemişti. Şöminenin yanı iyi duruyordu. Eline çiviyle çekici alıp birkaç deneme noktası seçti kendine. Şuraya mı vursam, buraya mı vursam derken en sonunda kendince ortaladığını düşündüğü yerden sert bir vuruş ile çiviyi duvara tek seferde mıhladı. Çivinin duvara girmesiyle yağmurun başlaması bir oldu fakat bir terslik vardı. Yağmur damlalarının düşmesi evvelden hiç olmadığı kadar net çalınıyordu genç adamın kulağına. Etrafına bakınacak olduğu sırada yaşlı adam odaya büyük bir telaşla daldı. Odaya girince gözü hemen duvarda çakılı çiviye gitti. Zaten kendinden kırmızılıkların bulunduğu gözü artık tamamıyla kırmızı kesilmişti. Gözünün içine hâkim olan tek renk oydu. Kiracının o kırmızı gözleri görmesine fırsat vermeden, “Ne yaptın sen, aptal herif”, diye kükredi yaşlı adam. Şimdi hem sesin bu denli kudretli çıkmış olmasının verdiği korkuya hem de giderek kan kırmızısına dönen gözlerden gelen korkuya direnmeye çalışıyordu genç adam. “Ben… ben sadece duvara tabloyu asmak istemiştim. Bayım gözleriniz, gözlerinize ne oldu böyle? İyi misiniz?

— Sana verdiğim kağıtları okumadın mı? Ne halt yemeye duvarı delersin, şimdi kim bize yardım edebilir ki! Aptal herif, geleceğe dair düşlerinden vazgeçsen iyi edersin artık.

Yaşlı adam kiracıya bağırıp çağırırken birden evin içinde bir ıslık yankılanmaya başladı. Genç adam artık durumu ciddiye alması gerektiğini fark etti. Islığın giderek yaklaştığını hissediyordu. Yaşlı adam odanın bir köşesine çekilmiş, elleri başında çömelmiş vaziyette bir sağa sola sallanıp duruyordu. Islık giderek daha güçlü geliyordu. Dışarıda ise ıslığa eşlik eden bir fırtına kendini göstermeye başlamıştı.

— Bayım neler oluyor? Bu ıslık da neyin nesi? Sizin, sizin yarım kalmış bir hikayeniz vardı. Biraz önce bir kadından bahsediyordunuz, kızıl saçlı bir kadın.

Islığın doruğa ulaşmasıyla genç adamda kimi değişiklikler oluşmaya başladı. Onu kızgın, öfkeli bir hale getiriyordu. Avuçlarının arasına aldığı kafasını şimdi yumruklamaya başlamıştı. Sert vuruşları devam ederken cama doğru yöneldi. Fırtınanın şiddetiyle ortalığın birbirine karıştığını, ağaçların devrildiğini, arabaların kenarlara savrulduğunu gördü. Bir ara, camdan yansımasını da görebildi. Gözleri, gözlerinin siyah renginin içinde kırmızı damlalar oluşmaya başlamıştı. Korkuya kapıldı, bu artan korkusu öfkesini perçinliyordu. Islık hâlâ devam ediyordu ama şimdi bilindik bir melodiyi çalıyor gibi geliyordu adama, sanki ona bir şarkıyı mırıldanıyordu. Köşeye sinmiş yaşlı adamın yakasına yapıştı. Adamın kan kırmızısı gözlerinden dökülen dehşet umurunda değildi.

— Neler oluyor bana, çabuk söyle. Gözüm sana benzemeye başladı. Öfkeme hâkim olamıyorum. Bu ben değilim.

Yaşlı adam tek bir kelime bile etmeden öylece dışarıya doğru bakıyordu. Kiracı sesini yükselterek tekrar soruyor ve adamı sallıyordu. Pencereye manasızca bakmasına daha fazla dayanamayan genç adam koşarak cama bir yumruk salladı. Yaşlı adam canı yanmışçasına haykırdı ve kiracı ile kavgaya tutuştu. Artık iki öfkeli adamın sonu gelmez kavgası sokaklarda yankılanıyordu. Saatlerin ilerlemesine rağmen kavga dinmek bilmedi. Evden yükselen sesler öylesine ürkütücüydü ki hiç kimse gelip de bakma cesaretinde bulunamadı. Sokağın müdavimi, geceye dair tüm korkunçlukların simgesi kara kürklü köpek dahi bu geceyi geçirmek için kendisine başka bir yer aramaya koyulmuştu.

Sabahın ilk ışıkları eve vurunca gecenin nelere mâl olduğu da yavaş yavaş ortaya çıkıyordu. Dışarıdan bakınca tüm pencereleri yerle bir olmuş, dokunsan yıkılacak gibi duran bir binaydı artık yaşlı adamın evi. Polislerin eve girdiklerinde neyle karşılaştıkları hiçbir zaman açıklanmadı. Bu bilgisizlik insanları ister istemez tekrar söylentilerin kucağına bırakıyordu. Anlatılanların en ağızlarda dolananına göre iki adamı da kimseler o olaydan sonra görememiş, ne gecenin sabahında evden ölü yahut diri çıkarken ne de sonraki günlerde şehrin herhangi bir yerinde. Polislerin bulduğu tek şey varmış; üç tel kızıl kadın saçı.

--

--

Enes Sekizsu
Türkçe Yayın

En sevdiğimdir güvenmek maviye. Sonrasında, bir maviyi suya katmak. Öyküler.