En Az Koku Kadar Önemli Olmalıydı Ses

Ece Zeren Aydinoglu
Türkçe Yayın
Published in
3 min readMay 24, 2020

Milena’ya yazdığı mektuplarda:

“… önce Prag’dan ardından da Meran’dan size yazdığım kısacık mektuplarıma kesinlikle cevap beklemiyordum. Umduğum gibi karşılık yazmadınız da sevinmem gerek. Sessiz kaldığımız her gün iyi olduğumuzun işaretidir. Bu yüzden sevinmem gerek ki iyi olduğunuzu biliyorum.”

Demeseydi Kafka yine de sesin bu denli önemli olduğunun farkına varır mıydık?

Okeykat / Unsplash

Kuşkusuz evet. Hatta bu sorunun bir cevabı olmadığını söylemek daha doğru olur! Kavrama ve anlama yetimize ışık tutan ve “var olmanın” belirtilerinden biri olan sesin yokluğu da aksi kadar değerli. O tıpkı koklamak, tatmak, hissetmek gibi çevremizde olup biteni anlamlandırmamıza yardımcı ve duygularımızı pekiştiren ufacık ama çok önemli bir nüans.

Kokunun önemine çok değinilir ve bir yoksunluk durumunda “en son unutulan kokudur” denir ya hani...

Tom Robbins’in “Parfümün Dansı” kitabında kullandığı; koku ve ona dair imgelerle tasarladığı, insan ve yaşam arasındaki köprüyü, Patrick Suskin’in “Parfüm” isimli romanından uyarlanan 2006 yapımı, “Koku: Bir Katilin Hikayesi” adlı filmde kokuyla birlikte insan zihninin ve duygularının derinliklerindeki bağlantıyı gördüğümüz bu his hakkında birçok şey yazılıp çizilse de sesin de en az onun kadar etkili olduğunu hatırlatmak istedim bu yazıda.

Ruslan Zh / Unsplash

Sesin farkındalığı kişiye, yaşadığı çağa ve topluma göre değişse ve tartışılabilir olsa da onsuzluğun yarattığı dinlenme isteğine karşı duyduğumuz ihtiyacı bile aslında sesin varlığıyla tadıyoruz.

Her insanın, her canlının kendine özgü bir sesi olduğunu da hesaba katarsak onu tanımlama belki de niteleme ölçütü olarak da değerlendirebiliriz. Bir önceki yazımda da bahsettiğim “insandaki bilme çabası” sesin oluşumuna katkı sağlayan şeylerden biri de aynı zamanda. Tıpkı duymak, çevreyi tanımlayabilmek, iletişime geçme uğraşı ve öğrenmeye çalışmak gibi.

Müzik ya da film gibi bazı işitsel duyunun baskın olduğu sanat çalışmalarının ötesinde doğada yalnız olmadığımızı hatırlatan bir uyarıcı aslında ses. Bize yaşadığımızı anımsatan… Soluğumuzdan çıkıp gökyüzünün maviliğine karışan o anlamsız seslerin bile yaşamımızdaki yeri ölçülemez. Doğada gözlerimizi kapadığımızda rüzgarın hissi kadar kuvvetli bir diğer yanının da sesi olduğunu biliriz pekala.

Markus Spiske / Unsplash

Elbette yaşadığımız hayat sebebiyle yapay seslere de bağlanırız farkında olmadan. Tıpkı kent insanı için doğal hale gelmiş şehrin o bitmek bilmeyen gürültüsü gibi!

Ses konusunda çalışmalar yapan sanatçı ve tasarımcı Yuri Suzuki, Dezeen’e verdiği röportajda pandemi sürecinde, gürültüye ve sese daha duyarlı hale geldiğimizi söylüyor. Bu süreçten sonra ses tasarımcılarının öneminin artacağına vurgu yapan Suzuki, Dallas Sanat Müzesi ile birlikte pandemi sürecindeki sesleri kayda alan bir ses arşivi oluşturmaya başladı.

“Entitlet Sound of the Earth: The Pandemic Chapter” isimli proje insanları, bu dönemde karşılaştıkları sesleri paylaşmaya davet ediyor. Proje, sayfasına girdiğinizde (dünya genelinde) Covid-19 döneminde kaydedilmiş sesleri dinlemenin yanında kayıt butonuyla size kendi sesinizi kaydetme fırsatı da sunuluyor.

DMA website

Bana kalırsa, hepimizin benzer sıkıntılar çektiğini, sorunlarımızın da çözümlerimiz kadar ortak olduğunu fark ettiği (sonunda!) bu dönemde, dünyanın başka bir yerinde bambaşka duygularla kaydedilmiş sesleri dinleme ve onlardan bir ezgi oluşturma fikri oldukça keyifli.

Kişisel olarak üretmek konusunu tekrar değerlendirdiğimiz, bazen mükemmeli yakalayıp bazen de çöpe ulaştığımız bir evreden geçiyoruz. Çoğumuzun karantina sürecinde az da olsa kımıldandığı bu dönem, farkındalığı arttırmanın yanında can sıkıcı tatları da deneyimlememize sebep oldu.

Fakat, seslere duyarlılığımızın artmasıyla birlikte onlarla olan ilişkimizin ne yönde ilerleyeceği konusu da merak konusu. Yuri’nin söylediği gibi ses tasarımcılarının çalışmalarını pandemi süreci dahilinde değişen insan davranışları ile bağlantılı yönetmesi tıpkı sanatçıların ve hatta ekonominin de buna bağlı olarak hareket etmesi kadar olası ve ilgi çekici bana kalırsa.

“Söyleyecek söz bulamıyorum, ne yapayım. Öyle bir sessizlik çöktü ki bu sessizliğin içine seslenemiyor insan.” Franz Kafka

--

--