Enleri Toplayan Ülke
Bizans imparatorluğuna ev sahipliği yapmış Roma’daki tarihin izlerini, atalarımızın Avrupa’ya, medeniyeti taşıdığı o eşsiz sanatını icra ettiği Endülüs’teki estetik büyüleyici sarayları, büyük büyük dedelerimizin limanına demir attığı, bir zaafın bedelini ağır ödediğimiz o güzel Gondollar şehri Venedik’i görmek tarihi doyasıya yaşamak için bir liste yaptığımda, en sona yerleştirmiştim. Tarihte hezimete uğradığımız ve acılarını hala yaşadığımız iki ayrı şehrindeki anlaşmaların imzalandığı o ülkeyi.
Tüm dünya bankalarını kendi bünyesinde toplayan, refah seviyesi günümüz dünyasının en gelişmiş şekliyle yaşandığı oydaşmacı demokrasi ile yönetilen gizli hesablar şehrinde bulduk kendimizi ani bir kararla.
Dünyanın enlerine doymayan ülkeye birde çoğrafik enler katkı sağlayınca listenin başına geçti birden.
Kapıldık yine doğaya ve bu defa direksiyonumuzu İsviçre’ye çevirdik. Görülecek şelaler, göller ve zirveler için..
Adını genelde Cenevre ve Zürih şehirleri ile dünyaya duyuran ülkede, dört dil ve İki para birimi geçerli.
Üç bölgeye ayrılan ülkenin Fransa tarafında kalmayı tercih etmemiz hem dil hem para akımı için kolaylık açısından. Zira bir belde aşağısında kahve içmek için üç kata çıkan fiatı, İsviçre Frangına çevirmeniz gerekli.
Almanya tarafında almanca
Fransa tarafında Fransızca
İtalya tarafında italyanca konuşulan ülkede birde. vadilerde Romence konuşulması ilgimizi çekti.
Bu ülke farklı dillerle nasıl refah seviyesinde bir ülke oldu ve demokrasiyi en iyi şekli ile hayata taşımayı nasıl başardı sorusuna cevap aradık.
Federal devlet olmasından dolayı kantonlar ve İsviçre halkı arasındaki yetki paylaşımından kaynaklı bir sisteme sahip olmaları, halkın etkin gücü ve serbest ekonomi piyasasından kaynaklı olduğu üzerinde yoğunlaştık sosyoloji bilgilerimizle birlikte.
Cenevre gölünün etrafında gezerken çokta turistik bir çekiçiliği olmayan şehrin, yükseklerden akan suların oluşturduğu göllerinin berraklığı ve onların üzerlerine yapılan köprülerden prim yaptığını anlamakta fazla geç kalmadık, asıl görülmesi gereken yerlerin zirvelerde olduğunu kayak turizminde Avrupa çapında ismini yazdırdığını bildiğimizden, planımızı ona göre yaptık ve uygulamaya geçtik.
Tarih bu öyle sökülüp atılmaz hafızadan, koca Avrupa ülkeleri, hasta ilan ettikleri Osmanlı’yı neden vadiler arasındaki kendisi küçük tarih nezdinde ismi büyükce olan Mondros ve Lozan şehirlerinde savunmasız bıraktılar da Londra, Paris gibi bir çok ünlü şehirde takmadılar mı prangalarını…
Tarihe şahitlik eden ağaçları, yolları, kaldıysa binaları görmek neyi değiştirecekti ki… Yazdılar çizdiler…oynadılar..
Koca bir milleti uyuttular..
Ne demekti ki, siz tarım milleti olmaya devam edin, biz size sanayi alanında destek veririz… Yani sen ekmek yapmak için un alma, öğrenme ekmek yapmayı, biz sana ekmeği yapar veririz. Sende biz ne verirsek onunla yetinirsin. Bu ne kadar daha devam edecekti !
İşte iki şehrin altından akan sular kirli malesef…
Bu derin düşüncelerden, çocukluğumuzun mutluluk idolü Heidi ve Peter’in dağlarında arındık, öyle bir nefes aldık ki Klara gibi iyileştirdi bizi temiz havası.
Ne muhteşem yerler, temiz saklı göller, akan soğuk sular, şelaleler…
Gerçektende Alplerdeyiz.
Lauterbrunnen’deki şelale Avrupa’nın en yüksek yerden akan şelalesiymiş. Havanın yağışlı olması kimsenin hatıra fotoğrafı çekmesini engellemedi.
Turistik yerleri en ince ayrıntısına kadar gezen Çinlileri burda görmesek şaşardık belki. Genelde otobüslerden aniden inerek büyük bir kalabalığa dönüştüren bu ülkenin insanı yaşlandım evimde oturup ölüm meleği canımı alsın artık diye beklemiyor hiç.
Kültür insan yaşamında çok etken. Bizim ülkemizde yaşlı insanlara bakışımız çok farklı, onların gezmeye görmeye hakkı yokmuş gibi, yaşına başına bakmıyor da buralara gelmiş, torun sahibi kadın, gibi insanları yaşlarına göre sınıflandırarak ne giymeleri, nasıl yaşamaları gerektiği konusunda sınırlar çizmişiz. Bu konu ile alakalı bir video izlemiştim.
TEDxBursa ‘nın hazırladığı..
Hem gülmüş hemde düşünmüştüm. ”Bu kadın mı gezmiş görmüş “ diyorlarmış kadıncağaza.
Acaba Çinli kadınlara da aynı sözü,o gençler gittikleri her yerde görüyorlardır mutlaka söylüyorlarmıdır !
Veya batılı ve batılılaşmış kadınlara…
Şu an belli bir kesimde bu algı değişsede ülke bazında değil malesef. Gezip görmek gençliğe has bir duygu olarak hapsedilmek isteniyor genelde.
Tarih, kültür bir toplumu oluşturan ögeler, onlar olmazsa toplumlar olmaz, toplumlar birbirinden mutlaka etkilenir…
Dik dağlara tren yolu yapmış adamlar bildiğin tren yukarı tırmanıyor hissediyorsun. Zihin bu susmaz hiç,şimdi de sanayi devriminde önü kapatılan ve açılmasını hiç istemeyenleri taktı. Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde bizde de, üzerine çıktığımız bu dağlardan var, değerlendirebilsek kayak merkezleri yapabilsek zirvelerdeki temiz havayı burdaki gibi oralarda da alabilsek….
Kondüktörün anonsu bir düşten uyanmış gibi kendime getirdiğinde görmek istediğimiz zirveye geldiğimizi anlamış oldum.
Dağlar arasındaki gözkamaştırıcı güzellikler ve turizm için herşey en ince ayrıntısına kadar düşünülen beldeden manzarannn keyfine doymak mümkün değil…
Dağlardan akan sular üzerinde rafting yapma şansı, zirvelerde saklı göllerin büyüleyici atmosferinde yemek yemek, piknik yapmak, yürümek, farklı trenlerde farklı turlarla muhteşem yerler keşfetmek ve dahası bütçene, zevk anlayışına göre bu ülkede yapılacak etkinlikler arasında. Kısa bir program yaptığımız için bazılarını bir dahaki gelişimize diyerek programımız dağlar ve zirveler oldupu için biz ona devam ettik.
Cenevreye kadar gelmişken, hemen 50 km ötesindeki başka bir zirveye ayırdık diğer bir günümüzü de.
Mont-Blanc daha önce yaz mevsiminde çıkmıştık. Yürüme parkurlarında çocukların meraklı ve heyacanlı hareketli anlarında tatmıştık temiz havasını.Hatta sekiz yaşındaki oğlumun dudaklarında ki morluğu gören kardeşlerinin gülme krizi hala hatıralarımızda..
Bu defa karların yoğunluğunda çıktık bir vesile sebebi ile. Sadece beyazlığın hakim olduğu görselllik şöleni hariç beyaz bulutlar ve sınırlı alanda kalmak pek hoşuma gitmedi doğrusu.
Tek şansımız o fırtınalı havada bile dağcılara rastlamamız oldu. Onların cesaretine hayran kalıyorsunuz. Bir iple birbirlerine bağlı o dik kayaların üzerinden gelişlerini, inişlerini görmek de heyacan yaşamamıza bir nevi katkısı oldu. Adrenalin hormonu da gerek belirli miktarda insanoğluna.
İndiğimizde farkettik nefes almakta zorlanıyorduk. Ellerimiz mosmor olmuştu. Yaklaşık 4 saat kaldığımız 3842m yükseklikte hypoxie olmuştuk.
Fotoğraf kadrajımız birbirinden güzel karelerle dolmuştu. Lakin bu benim zihnim dolsada hiç durmuyordu.
Cenevrede’ki yaşam tarzını sorgulamaya aldı bu defada.
İnsanların zekası her yerde olduğu gibi bu ülkede de kendini göstermişti. Kaldığımız bölgede, bir bot’un göl kenarına yaklaştığında rıhtıma inenlerin, Fransa sınırları içerisinde ikamet eden, İsviçre tarafında çalışanlar olduğunu anlamıştık çoktan.
Yaşam kalitesini artırmak için bu yolu seçtiklerini öğrendiğimizde, bu ülkenin refah seviyesini aralamamın hiçte kolay olmadığını da anlamış olduk.
Zira, demokrasiyi sindirmiş, yaşam kalitesini yükseltmiş bu ülke, insanına, intihar evleri kurarak, anlam arayışını kaybedenlere özgürlük anlayışı bile getirmiş.
Yalnız bu kadar özgürlük fazla geldi bize,en iyisi bizi bozmadan dönelim alıştığımız,laik demokratik kardeşlik ülkesine…
Baskın gözler, belirsiz cizgiler, hazmı zor yaşantılar içinde dışlanmış özgürlüğe alışmışız birkere.
Podcast| Youtube | Slack | Facebook | Twitter | Instagram | Kodcular