Eski Türklerde Spor ve Oyun Geleneklerine Tarihsel Bir Bakış

Geleneksel Türk oyunları ve Türk sporları

Aras Diler
Türkçe Yayın
9 min readApr 28, 2019

--

Türk milletinin sosyal tarihi içinde oluşan spor tarihinin, çağlar içindeki akışında, yaşadıkları ortam, meydana getirdikleri spor olaylarında etkili olmuştur.

Eski Türk topluluklarında sporu ve spor algısını araştırmadan önce sporun kelime anlamını iyi bilmemiz gerekir. Türk Dil Kurumu’nun sözlüğüne göre spor;

Bedeni veya zihni geliştirmek amacıyla kişisel veya toplu olarak gerçekleştirilen, bazı kurallara göre uygulanan hareketlerin tümü.

anlamına gelmektedir. Bu tanıma eski Türk topluluklarının yaptığı sporları incelerken yapılanların bedeni ve zihni geliştirme amacıyla yapılan aktiviteler olmasına dikkat edeceğim. Çünkü spor, bazı konularda oyunla çok yakın anlamlar taşıdığı gibi birbirlerine de karışmaları olağandır. Türk Dil Kurumu’na göre oyun;

Yetenek ve zekâ geliştirici, belli kuralları olan, iyi vakit geçirmeye yarayan eğlence…

anlamına gelmektedir. İki kavramın da anlamları birbirine yakınlık göstermektedir. Bunun en açık örneğini Olimpiyat “Oyunlarında” görebiliriz. Oradaki spor yerine oyun kelimesinin kullanılması bu iki kavramın birbirlerine çok yakın anlamlar taşıyabileceğini gösterir.

Gök-Börü, Beyge ve Çögen

Uzun yıllar göçebe hayat süren Türklerde atın çok önemli bir yeri olmuştur. At hem sosyal alanda, hem de savaş zamanı sık kullanılan bir hayvan olmuştur. Toplumun güzel vakit geçirmesi ve aktivite içinde bulunduğu zamanlarda da at kullanılmıştır. Zaten ata binmek çocuklara küçük yaştan itibaren öğretilmeye başlanmıştı. Sosyal hayatın içindeki yeri bu denli çok olan bir hayvanın sporsal aktiviteler içerisinde de tabi ki olacağını tahmin edebiliriz. Kaçma-kovalama nitelikli “Gök-Börü, Kız-Börü ve Beyge” oyunlarıyla, bir çeşit atlı hokey oyunu olan “çögen” ve savaş oyunu olan attaki cirit atma oyunlarına rastlamaktayız. Bu tip oyunları bedensel aktivite içerdiği için ve kendilerince bir pratik yapma çeşidi olduğu için sporsal faaliyet olarak sayabiliriz.

“Gök-Börü” oyunu değişen lehçelerce “kökperi, kopkeri” gibi isimler de almıştır. Bu oyunda asıl olan kesilmiş ve içi temizlenmiş bir oğlak veya hayvanı, eğeri ile bacakları arasına sıkıştıran ve dört nala koşan bir atlının, kendini kovalayan atlılara sınırlanmış bir alan veya alanda bir turu tamamlayarak puan alması biçimindeydi. Oyun tek kişiler veya gruplar arasında da oynanırdı. Özbek Türklerinde bu oyunu, üzerinde, sular, hendekler ve yükseklikler bulunan bir arazide oynadığını görüyoruz (Eski Türklerde Spor).

Evlilik törenlerinde kesilmiş hayvan, kız tarafından kaçırılır ve damat tarafı gelini kovalardı. O zaman bu oyun “Kız-Börü” adını alırdı. Atlı oyunların bir başka şekli de düğün törenlerinde kız ve erkeğin bir mesafe içinde karşılıklı olarak “Beyge” (Babiga) oyunuydu. Amaç hedefe önce varmaktı. “Çöğen” de eski Türkler arasında yaygın bir oyundu. Bu oyun bugün adına Tibet dilinde top anlamına gelen Puludan alınarak Polo denilen atlı hokey oyununun ilk şeklidir. İlk defa Türkler tarafından oynandığı söylenen bu oyun, İranlılarca “çevkan”, Bizanslılarca da “çukanyan” adı ile oynanmıştır. Bugün Anadolu’nun birçok yerinde oynanan atlı cirit oyunu, eski Türklerin çok sevdiği bir binicilik oyunuydu. Cesaret, algılama sürati, refleks, denge gibi emosyonel ve motorik özellikleri bünyesinde barındıran bu oyun iyi bir binicilik ve ata hakim olmayı gerektirirdi (Öztelli, C. s. 51).

Türkler boyu 1.5 metre uzunluğundaki ucu sivri taze servi ağacından yapılmış mızraklarla hedef tahtasını delmeyi veya sivri değnekleri toprağa saplama alıştırmaları yaparlardı. Ayrıca, çeşitli sosyal etkinliklerle ilgili olarak (ölüm, doğum, düğün, sosyal yardım v.b.), bozkır atları ile 10-14 kilometre, hatta 100 kilometrelik arazi koşuları yapılırdı. Ayrıca eski Türklerdeki birçok sosyal etkinlikte yine ok atma veya ok üzerine içilen antlar gözlenmektedir. Okla uzağa atma veya hedefe atma oyunları vardı. Ayrıca, at üzerinde de ok atma oyunları vardı. Bu konudaki en eski belgeler MÖ 1000. yılda Tibet bölgesinde bulunan kayalara işlenmiş fresklerdi. Bu tip aktiviteler savaşın olmadığı zamanda yapılarak güçten düşülmesini engelleyici alıştırma niteliğindedir. Çünkü bu aktiviteler savaş zamanı ayrı ayrı yapılan şeylerdir. Kısaca, bir nevi tatbikat yapılmaktadır (Sümer, F. s, 2102).

Eski Türklerde spor; Hun, Göktürk, Harzemşahlar, Samanoğulları, Selçuklular, Osmanlı İmparatorluğu ve diğer Türk devletlerinde büyük aşamalar kaydederek ilerlemiştir. Bu sporlar kısaca şunlardır: Güreş, avcılık, atıcılık, binicilik, kılıç, okçuluk, yaya koşuları, atlama, sıklet kaldırma ve lobut atma, gürz ve topuz kullanmak, cirit, çöreğen (polo), gökbörü, tepük (futbol), tomak, kayak, matrak gibi sporlardır (Güven, Ö. s, 2–3).

Güreş

Güreş, Türklerde en eski spor türlerinden biri olup, ata sporlarımızdandır. Yiğitlik oyunu olarak nitelenen güreş, eğlencelerin, düğünlerin ve bayramların devamlı törelerinden biri olmuştur.

Kaşgarlı Mahmud’un Divanü Lügati’t-Türk’ünde küreş olarak bahsedilen spor ülkemizde çeşitli şekillerde yapılmaktadır. Bu kültürel özellik taşıyan güreşlerimiz şunlardır: Karakucak, yağlı, aba, şalvar ve Kırım Türklerinin aba güreşine benzeyen fakat fakat farklılıklar gösteren güreşlerdir (Mahmud, Kaşgarlı. s. 399).

Güreşi yapan kişiye de Farsça’dan dilimize geçmiş olan pehlivan kelimesi kullanılır. Aslında bu kelime Farsça’da pehlevan olarak yazılır ve pehlev (il) — van (ban) kelimelerinin birleşmesiyle oluşur. Bu da şehir koruyan anlamı taşır (Tarama Sözlüğü).

Osmanlılar, Selçuklular gibi Oğuz törelerine bağlı olarak yaşadılar. Cirit, okçuluk, güreş ve binicilik gibi bütün sporlar Oğuz töresine bağlı olarak yapılıyordu (Güven, Ö. s, 52).

Okçuluk

Türkler, dünyanın en eski silahlarından biri olan oka da büyük önem vermişlerdi. Türklerin çok eski çağlardan beri ok kullandıklarını hatta (M.Ö. 28) Oğuz Han’ın torunlarına Boz-oklar, Üç-oklar gibi isimler verdiği bilinmektedir. Ayrıca Dede Korkut Hikayeleri’nde; bir Türk’ün ‘’Alp’’ sayılabilmesi için ok ile uçan kuş vurması gerektiği anlatılıyor. Bu örneklerden okun sosyal hayatta nasıl bir öneme sahip olduğunu anlayabiliyoruz. Bununla birlikte Türklerde ok ve yayın kutsal bir önemi de bulunmaktadır. Ok ve yay üzerine edilen yeminlerin özel bir önem taşıdığı bilinmektedir. Hatta ölüm cezalarında yay kirişiyle boğulma, cezaya çarptırılan kişi bakımından saygı ifadesi taşımaktaydı (Ergin, M. s, 161).

Osmanlı’da ise Okmeydanı’nda her pazartesi ve perşembe günü, kalabalık seyirci kitlesi önünde atışlar yapılırdı. Padişah, ok ve mızrak atışlarında mükafat verirken, sporculardan paraya ihtiyacı olmayanlar geriye çekilerek ihtiyaç sahibi arkadaşlarını öne çıkararlar. O dönemki sporcu ruhu ve yarışma ahlakı bu derece üstündü (Kepecioğlu, K. s, 41).

Avcılık

Avcılık, Türklerin binlerce yıllık geçmişine sahip sporlarındandır. Eski Türklerde avın değişik bir yeri ve anlamı vardı. Oğuz Boylarından Avşar sözünün anlamı, Reşideddin’e göre çevik ve ve vahşi hayvan avına hevesli anlamına geliyordu (Alpman, C. s, 33).

Av için alıştırılmış kartal, şahin, doğan gibi yırtıcı kuşlarla, tazı ve zağar cinsi köpeklerle yaya ve at üzerinde yapılan “siğir” adı verilen sürek avları Türklerin sosyal hayatlarında çok önemli yer tutmuştur. Eski Türkler avcılığı, beslenme ihtiyacını karşılamak ve savaşa hazırlayıcı idman olarak görmüşlerdir. Selçuklu Devlet’i Sultanı Melikşah’ın vurulan her av hayvan karşılığı bir altın sadaka verdiği kayıtlarda yer almaktadır (Güven, Ö. s, 23).

Binicilik

Atı ehlileştiren ve ata ilk binen Türklerdi. Kaşgarlı Mahmud’un “at, Türk’ün kanadıdır” sözü, Türkler’in bu hayvana ne derece anlam yüklediğini ifade eder. Oğuz Türkleri, devletlerini at üstünde kurdular ve Anadolu’ya at üstünde geldiler. Tarihçi (E. Marcellin), Hunlara dair yazdığı eserinde “Türklerin süvari muharebesinde cılız , zayıf, fakat yorgunluk nedir bilmezler, şimşek gibi süratli olan atları üzerinde çakılı gibi dururlar ve hayatlarını at üzerinde geçirirler” demektedir.

Türkler daha beşikteyken biniciliğe başlar. Çocuk beşikteyken bacaklarının arasına odun parçası konur ve binici gibi odunun üzerinde aynı vaziyeti alır. Çocuk emeklemeye başladığı zaman da atın ya da koyunun üzerine tırmanmaya başlar. Beş yaşında geldiğinde ise yaşıtlarıyla ya da kardeşleriyle ata binmeye başlar. Çocuk sekiz yaşına geldiğinde ise tam bir binici olmuş diyebiliriz. On iki yaşında ise çocuk, yabani atları bile emrine alabilecek kadar donanımlı bir binici halini alır. Türklerin at ile bu kadar erken yaşta tanışması ata hakimiyetini ve cesaretini arttırdığı gibi atla yapabileceklerini de arttırmıştır. Bu yüzden eski Türkler için üzengisiz kırk türlü ata binmek, süratli koşarken ata binip-inmek pek değeri olmayan hareketler olarak görülüyordu. Ayrıca, ölen Türklerin atları ve silahları büyük oğluna kalırdı. Ölen kişiler adına yapılan at koşularının yapıldığı da bilinmekteydi. Türklerin at üzerinde dört nala koşarken ayağa kalkıp, atın boynundan veya karnından geçtiğini yabancı kaynaklar bile anlatmaktadır (Sümer, F. s, 38–39).

Türklerde at yarışı ikiye ayrılmaktaydı. Birincisi sadece yarışma gayesi ile yapılan yarışlardı ve düğünlerin, şenliklerin önemli parçalarından biriydi. İkinci yarış ise savaşma gayesi için yapılırdı. İki taraftan birer savaşçı çıkar ve temsili savaş güreşi yapılırdı. Savaşta yapılan at yarışları Manas Destanı’nın en önemli motiflerinden biridir. Atlı savaş sporlarından biri olan ciridi ise Türkler davul-zurna eşliğinde yaparlardı. Mızrağın savaş aleti olarak kullanıldığı dönemde cirit oynanarak mızrak antrenmanı yapılıyordu. Bununla birlikte düğünlerde, şenliklerde ve her fırsatta binicilik ihmal edilmezdi (Ögel, B. s, 522).

O dönemdeki spor faaliyetlerinin savaşla bağlantısı olmadığını söylersek hata etmiş oluruz. Bu faaliyetlerle insanların hem eğlence hem de pratik yapma fırsatı olurdu.

Cirit

Cirit oyununda alaylar karşılıklı aralarında en az iki yüz metre olacak şekilde dururlar. Sıradan elinde cirit bulunan bir atlı, atını ortaya koşturur ve karşı takımdan bir kişinin adını söyleyerek “cevelan” yapar. Ciridini hedef alarak savurur. Sonra geri dönerek kaçar. Cirit atılan kişi ise cirit atan kişiyi kovalar ve ciridini ona savurur. Aynı anda öbür taraftan biri fırlayarak, ciridi arkasına savuranı kovalar. Kovalayanı diğer taraftan bir yenisi kovalayarak oyun sürer. Ciridi ata vurmak yasaktır ve atılan cirit ata gelirse atan kişi oyundan çıkarılır. Cirit havada yakalanırsa tekrar atılabilir. Düşen cirit ise at koşarken eğilip alınır (Öztelli, C. s, 51).

Polo (Çögen)

Atla oynanan, günümüzde “polo” olarak bilinen bir diğer spor ise çöğendir. “Çöğen” at üzerinde geniş düzlükte iki gurup birlikte oynar. Amaç yere konulan topu (tepük) ucu eğri değneklerle karşı takımın kalesine atmaktır. Burda da atı koruyucu kurallar vardır. Atları birbirlerine çarpıştırmak yasaktır (Ülkütaşır, Ş. s, 663).

Futbol

Günümüzde futbol olarak da bilenen “tepük” oyunu hakkındaki bilgileri yine Kaşgarlı Mahmud’un Divanü Lügati’t Türk adlı eserinden anlamaktayız. Türkler tarafından tam olarak ne zaman oynandığı bilinmese de nasıl oynandığı bilinmektedir. Adı geçen eserde,

Kurşun eritilerek oval kalıplara dökülür ve üzerine keçi kılı, keçe veya başka bir madde sarılır, bu büyükçe topla ayakla teperek oynanır.

denmektedir. Bir başka kayıt olan “Ayasofya Müzesi Kütüphanesi”, 3029 numarada kayıtlı bulunan “Tarih-i Timur” adlı eserde, Timur döneminde Türkler, içi hava ile doldurulmuş kuzu derisinden yapılmış topu ayakla oynadıklarından söz edilir. Bu eserde, topa el değdirmenin, çizgiden çıkarmanın yasak olduğu yazılıdır. Bu eserde anlatılan “tepük” oyununun kuralları günümüz futbol kurallarıyla büyük ölçüde benzerlik taşır.

Kayak

Tarihi kaynaklardan Türklerin kayak da yaptığı bilgisine ulaşılmıştır. Türkler kayak sözcüğü yerine “çana”, kızak yerine de “çanak” sözcüğünü kullanıyorlardı. Günümüzde hala Orta Asya’da yaşayan Kazaklar, uzun tahtalara hayvan derilerini sararak, ayaklarına bağladıkları araçlarına “çanga” demektedirler.

A. Zeki Velidi Togan, Bulgaristan’da yaşayan Türklerde kayakçılıkla ilgili olarak:

… kar çok olduğundan, insanlar sığır kemiklerini ayaklarına bağlayarak gezerler. Ellerine de başları dişli iki dayak alırlar ve onları kar üzerinde arkaları tarafına dayanarak kayarlar ve öyle bir süratle kayarlar ki, günde çok uzun mesafe katederler.

demektedir. Bu yöntem ile Türkler, kışın en soğuk günlerinde bile samur ve sincap avlayıp bunların ticaretini yapıyordu. (Togan, Zeki. s, 1165–1171).

Çin kaynaklarında yer alan sığır ayaklı Türkler tabiri ile de Orta Sibirya’daki Göktürklerin ayaklarına sığır kemikleri taktığını varsayıyoruz.

Göktürkler buz üstünde “ağaç ata” binerek koşar ve oynarlar. Ayaklarına kayak bağlarlar, koşarken de bir iğri ağaç dalını ellerine alırlar ve kayak yarışı yaparken ona dayanarak iter ve hızlanırlar. Tang Sülalesi kayıtlarında, Göktürklerin avcılık ve taşımacılık dışında sportif amaçla kaydıkları da anlaşılmaktadır (Ögel, B. s, 204).

Geçmişte Türkler tarafından yapılan birçok spor ve oyunun aslında günlük hayatlarında yaptığı işlerle veya savaş sırasında yaptıkları aktivitelerle benzerlik gösterdiğini söyleyebiliriz. Türkler bu durumlar dışında kaldıklarında spor yaparak da bu aktivitelerinden geri kalmadıkları anlaşılıyor.

Kaynakça ve Ek Okumalar:

  • Güven, Özbay. (1992). Türklerde Spor Kültürü. Ankara: Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, 57.
  • Kepecioğlu, Kamil. (1935). Türklerde Spor. Bursa.
  • Ergin, Muharrem. (1986). Dede Korkut Kitabı. İstanbul.
  • Güven, Özbay. (1988). Türklerde Pehlivanlık. Türk Dünyası Araştırmaları, no: 56.
  • Eberhard, Wolfram. (1940). Çin Kaynaklarına Göre Türkler ve Komşularında Spor. Ülkü, cilt: 15.
  • Mahmud, Kaşgarlı. (1947). Divanü Lügati’t Türk. (Çev: Besim Atalay). Ankara.
  • Eyüpoğlu, İsmet. (1988). Türk Dilinin Etimoloji Sözlüğü. İstanbul.
  • Kaplan, Mehmet. (1987). Türk Milletinin Kültürel Değerleri. Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayını: 732.
  • Ögel, Bahaeddin. (1989). Türk Mitolojisi. Ankara: Türk Tarih Kurumu, cilt: 1.
  • Akdemir, Rıza. (1986). Türkmenler Arasında. Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayını: 660.
  • Kahraman, Atıf. (1989). Cumhuriyete Kadar Türk Güreşi. Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayını, cilt: 2.
  • Kunter, Halim. (1938). Eski Türk Sporları. İstanbul.
  • Sümer, Faruk. (1953). Osmanlı Türklerinde Spor. Resimli Tarih Mecmuası, no: 4.
  • Alpman, Cemal. (1972). Eğitimin Bütünlüğü İçinde Beden Eğitimi ve Çağlar Boyunca Gelişimi. İstanbul.
  • Sümer, Faruk. (1983). Türklerde Atıcılık ve Binicilik. İstanbul.
  • Yıldız, Doğan. (1979). Türk Spor Tarihi. İstanbul.
  • Öztelli, Cahit. (1976). Cirit ve Cirit Oyunu Üzerine. Ankara: Geleneksel Türk Sporları Semineri.
  • Ülkütaşır, Şakir. (1967). Çevgan ve Gökbörü. Türk Kültürü, no: 57.
  • Kırşan, Nizamettin. (1937). Polo. Türk Spor Kurumu Dergisi, no: 73.
  • Ögel, Bahaeddin. (1987). Türk Kültür Tarihine Giriş. Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 733.
  • İnan, Abdulkadir. (1943). Gökbörü Oyunu. Gökbörü, cilt: 1.
  • Togan, Zeki. (1939). Eski Türklerde Kayakçılık. Askeri Mecmua, no: 115.
  • Grousset, Rene. (1980). Bozkır İmparatorluğu, Attilla-Cengiz-Timur. (Çev: M. Reşat Üzmen). İstanbul.
  • Tayga, Yunus. (1990). Türk Spor Tarihine Genel Bakış. Ankara: GSGM Yayınları, no: 87.
  • Eski Türkerde Spor. <http://www.sporbilim.com/sayfa.asp?mdl=haber&param=2>

--

--