Evlilikler, Kapital Sevgililik Müessesi ve Bir Fotografın Hikayesi

Duygu Esen
Türkçe Yayın
Published in
4 min readSep 9, 2018

Elimdeki çiçeği boş iki çay bardağı ile birlikte gittiğim kafenin masasında buldum. Bardağın birinde ruj izinin olması ve çiçek benden önce bir çiftin olduğunu düşündürdü. Çiçek erkeğin oturduğunu taraftaki saksıdan koparılarak bir kıza verilmişti. Kızın olduğu tarafta ise kırmızı renkli çiçekler vardı. Ama sevgilisi tarafından verildiğini tahmin ettiğim çiçeği kız kalkarken bırakıp gitmişti. Karşılaştığım bu manzara beni biraz üzdü. Nedenini anlatacağım.

Bir önceki gün ise başka bir çift görmüştüm sokakta. Gürültülü ve dışarıdan bakıldığında çok mutlu ve birbirini çok seviyormuş gibi gözüken çiftlerden. Kız elinde kocaman bir çiçek buketi taşıyordu. Çok mutluydu. Çünkü elinde sevdiği kişi tarafından verilen ve epey pahalı gözüken çiçeği taşıyordu.

Sonra zihnimde üst üste gelen bu iki an beni biraz düşündürdü.

Eskiden hatta Orta Çağ dönemlerinde bugünkü tutkulu aşk, romantik duygular bunlar boş işlerdi. “Romantik aşk” bir seçenek değildi bakın yoktu, asla bilinmiyordu. İnsanlar kilisenin yaptırım uyguladığı evlilik dışı cinsel birlikteliğin zulmünden kurtulmak; topraklarını, mülklerini idare etmek ve soylarını devam ettirmek için evleniyordu. Antropologlar; avcı toplayıcı toplumlarda evlilik kurumunun ve tek eşliliğin yer almadığını, doğan çocukların tüm komünün çocuğu olduğunu söyler. Tarım toplumunda ne zaman ihtiyaçtan fazla ürün üretildi, “artık ürün”ün ortaya çıktı o zaman bu ürünün kime devrileceğini sorunu ortaya çıktı ve kişiler birlikte olduğu insanları işaretlemeye başladı, işte evlilik kurumunun başlangıcı böyle oldu. Hiç romantik değil öyle değil mi?

Öyle bugünkü gibi kocaman pelüş ayıcıklar alayım, en pahalısından çiçek buketi göndereyim, mum ışığında yemeğe götüreyim yemeğin içine pırlanta tektaş koyayım yoktu.

“Aşk” diye tanımlanan hormonlara dayalı duygular yerine genel olarak zaman içerisinde samimi bir sevgi ve dostluk duygusuna dayanan “aşk” gelişiyordu. Çünkü aşk anlık hormonel duygulara değil zamana ve emeğe dayalı bir ilişki biçimidir. Yanlış anlaşılmasın; Ortaçağ evlilik güzellemesi yapmıyorum ya da birini tanımadan/sevgi bağı kurmadan evlenelim de demiyorum; geçmişte gerçekleşen evliliklerin aynı bugünkü gibi sonuçları farklı olsa da ekonomik temelli olduğunu anlatmaya çalışıyorum. Daha doğrusu anlatacağım.

Bugün nasıl peki? Herkes birine aşık olma derdinde. Aşksız olmuyor. Aşık olmazsa ölecek hastalığına yakalananlar türedi bu dönemde. Aşık olduğunu nasıl anlarsın gibi testler var. Zaten birine aşık olup olmadığımızı anlamadan diğerine aşık oluyoruz.

Bugün ise seçtiği uygun bedenlere öğretilen kapital pop geçici duyguları yükleyerek sözde aşık oluyorlar. Ama temelinde çok sağlam “geçici duygular”a dayalı olan bu birliktelikler tüketeceği şeyler bitine kadar devam ediyor. Al gülüm ver gülüm.

Ben sana çok aşığımdan “ben artık eskisi gibi hissetmiyorum” ya da “ben artık sıkılmaya başladım”a sonra ver elini “Allah senin belanı versin” e giden süreç.

Bunun nedeni niyesi de tartışılır elbet ama kısaca kapitalizm böyle bir ilişki istiyor. Kapitalizm, böyle bir ilişki türü yaratıyor. Bugün bok atılan evlilikler nasıl ekonomik unsurlara göre kuruluysa bugünkü epey yüceltilen sevgililik müessesesi de aynı şekilde kapitalizm üzerine kurulu. Kapitalizm nasıl kullandığın eşyayı bir an önce eskitip değiştirmeni istiyorsa partnerini de mümkünse aynı hızda değiştirmeni istiyor. Neden? Çünkü aileler tasarruf yapar, daha az tüketir, gelecek kaygısı duyar. Ülkelerin nasıl on yıllık kalkınma planı varsa ailelerin de vardır. Kapitalizm tüketmeyen aileyi ne yapsın?Kapital bekarlar ise uzun vadeli olarak ponçiğini yanında tutabilmek için mutlu etmenin yollarını arar, kapitalizmin sunduğu yepyeni deneyimleri yaşamak için daha çok para harcar. Pırlanta yüzük alır, gömlek iğnesi (sahi kullanan var mı bunu?) alır, ondan ayrılır, sonra yeni sevgilisine alır. Hep aynı kişiyle olacak hali yok. Tüketecek tabii. Sıradaki?

Bugün ise evlilik gibi kutsal bir kurum küçümseniyor, zaten istediğimiz gibi özgürce cinselliğimizi yaşıyoruz, evliliğin lüzumu ne öyle değil mi? Evet cinsellik özgürleşti ama bir o kadar ucuzlaştı da. Kişilerin birbirinin bedenini, zamanını tüketmesi ve sonunda pek farkında olmasalar da kendini tüketmesi moda oldu. Önünü alamıyoruz. Ama kapitalizm de bunu istiyor. Neden? Kapitalizm mutlu insanı istemez arkadaşlar. Mutlu insan mutlu olmak için tüketmeye ihtiyaç duymaz çünkü. Tüketmekten ziyade üretme kaygısı duyar. Yazar, çizer, okur, öğrenir, anlar, yapar, bir şeyler ortaya koyar. Günün koşullarına göre pompalanan uçucu mutlulukların peşinde koşmaz. Bunları yapabilmek için evlenmeye de gerek var mı? Yok tabii. Hayatını üretme üzerine koyan bir kişi de ilişkilerini de tüketme üzerine kurmaz(Onlar kapital bireyin konusu değil, lütfen karıştırmayalım.)

Arkadaş ortamlarında da hep derim evlilik güzel de çevresi kötü diye. Gerçekten öyle. Kendini bilen, tanıyan, hayattan ne istediğini bilen, mental/ruhsal olarak sağlıklı iki birey gerçekleştiriyorsa o evliliği güzel. Ama Türkiye’de bahsettiğim bu evlilik de biraz ütopik. Türkiye materyalist bir toplum oldu, her konuda.

Bu kadar şeyi yazmama vesile olan fotoğrafa dönelim, sizce masada bulduğum o çiçek bir buket olsaydı kız yine de o çiçeği bırakır gider miydi? Ya da ederi daha yüksek olan bir şey? Ee o “şey”i veren kişi ve o kişinin taraf için değeri aynı, değişmiyor. Değişen ne peki? Kendimce bu soruya bir cevabım var. Sizinki ne sahi?

(Bu arada çiçek hala bende, kitabımın arasında. Atamadım.)

Bitti.

Aslında bitmedi. Başka bir yazıyla görüşmek üzere.

Sevgiler.

Facebook | Twitter | Instagram | Slack | Kodcular | Editör | Sponsor

--

--