Fikir Cinayetleri

Kutup Bıçakcı
Türkçe Yayın
11 min readJun 16, 2019

--

Her ne kadar huylu huyundan vazgeçmez deseler de, biz huyu, huyludan vazgeçirebiliriz. Uzun süren izleme sonucu iki soruda tilkinin kuyruğunu kıstırabildim. Bu soruları özenle farklı objektiflerden çikıss yapalım, buyurun.

Soru 1: Fikir, hazır olanları bütünlemeye zaman harcayıp, üretmek mi?
Soru 2: Fikir, bütünlenmiş her şeyin ötesine geçip, biraz beyin yakarak, sıfırı bire getirmek mi?

At gözlüğü ile yola çıkarak yazıyorum. Gözlüğü doğru kullanabilirsem, bu yazının sonunda tüm karışıklıktan kurtulup, başarıya ulaşmış olacağım.

Hazır kelimesi dikkat çekiyor. Önünü görmesini bilenlerin önceden hazır olduğu kesin. Bu “hazır” kelimesinin yanında anı yaşamanın her alanda geçerli olmadığını belirtmek gerek. Çünkü fikir anda gelse de, başarı zamanda görünür.

1.Sorudan tırmanarak slalom yapalım. Her işin başında “istatistik” veya “analiz” mahkemesi kurularak, atılacak adımın her yönü adeta yargılanmalıdır.

Teknoloji ve bütünleşik yazılımın veya girişimin amacı ne olursa olsun, küresel objektifin yansıttığı bilgileri toplamadan, üretilenlerin yararını ve amacındaki ruhu, kültürü anlamadan “biz de yaparız” diyerek yola çıkan üreticiliğe, yapılmışların fasonlaştırılması yani “fikir cinayeti diyoruz”.

Rekabet, ihtiyaç vb. yorumlar olabilir. Ancak, bakış açımızın kanat açıklığı önemli. Özgün değerlere sahip fikirlerin gerçek etkisi, o fikri izlemesini bilenlerde, daha büyük ve daha özgün fikirler doğurur. Yani sıfırı farkında olmak, bire ulaşmak için bir anahtar.

Bir çok üniversite, şirket, teknoloji hareketi, startup, strateji platformları ile çalıştım. Çalışmaya devam ettiğim bir çok platformda mevcut olarak aktif devam ediyorum. Tüm karşılaştığım durumları anlatmak mümkün değil ama bazılarını ayıklayıp aşağıda dokunacağım.

Hazır parçaları bir araya getirip, paket veya copy-paste yazılımları uyarlama yapıp, ödüle doğru soluksuz koşmak “fikir” olmasa gerek. Bu tabi ki bir üretim ama fikir esasının inceliğine ve temel güdüsüne sahip bir hareket değil.

Peki fikrin üstünde fikir nedir?
Örnek: Drone, drone taksi, giyilebilir hava araçları, iniş yapabilen roket, düşmeyen uçak.
Her biri kendi alanında ayrı, ayrı ruha, değere, dinamiğe, ölçüt ve istatistik alt yapısına dayanıyor. Yani olmayanı keşfedip, hayal ve tutkuyla üretmek.

Drone ile drone taksi arasındaki fark, drone taksi daha etkin kullanım alanları yaratırken, özgün bir fikirden daha ötesine geçiyor.

Drone, hayatımızda kısıtlı bir alana sahipken, drone taksi yaşamın kalbine inerek, insanlar ile bütünleşiyor ve bambaşka bir dünya sunuyor. En değerli şeyi bize geri veriyor, “zaman”… Devamını bilinç altımız tartışadursun.

Fikirden üstün fikir farkına dokunduğumuza göre, mevcut akıştan süzülelim. Tüccar ile lider, üretken ile üretici, asyapıt ile başyapıt nasıl ayrışıyorsa, geleceğimiz de işte bu ince çizgiyi anlamakla ayrışıyor.

Eğitim alanlarında ki telaş, direkt parçaları bir araya getirip yaptık demeye sürüklüyor. Oysa önce büyük resmi görmek, Dünya’nın gelecek ile ilgili beklentilerinden doğan kültür ve fikirleri, araçtan önce amacı ve nesnenin insanla pekişen ruhsal etkileşimini öğrenmek için telaşa girmiyoruz.

Eğitim alanlarımızda takımları daha geniş ve zorlayıcı alanlara sürüklemek yerine, demonte kompozisyonlara zaman harcatıyoruz. Hatta bazı alanlarda takım bile yok.

Taktire şayan olmak, övgüden uzak durmanın meyvesidir. İyi olanı görenlere, daha iyisinin olabileceğini göstermek en büyük tutkumuz olmalı. Taktir, toplanacak bir şey değilken, övgünün arzusuyla geçilen yolun sonu körlüğe, bu körlükte uçuruma götürür.

Burada ki hiç bir cümle hiç bir zemini, emeği ve canlıyı incitmek için değildir. Burada, yaşananlardaki yakın gözlemi not aldığımızı düşünerek özümüze bakalım.

Hadi biraz şirketlerden bahsedelim. Bazı şirketlerdeki gelecek planı, 6 aydan ibaret kalırken, ürettiği ürünün zaten var olan bir parçanın, fikrin, mm’sini oynamak ve satmak üzerine kurulu. Yani hazır olanı bütünleştirmek diyebiliriz.

Fabrikalar, beton olarak devasa ölçülere ve lükse sahipken, fikir ve iletişim stratejisi kapıdan içeri alınmamış. Üşenmek değil, iletişim zayıflığının hapsolduğu prensiplerle, küresel dili anlamak çok zor. Aman canım, kim gidip Dünya’nın öbür ucunda keşif yapıp döngü yaratacak!

Aslında ben de okudum da tekrar, üşengeçlik hatta rahatlıktan sonraki etki var diyebiliriz. Kuruluşlar vs. şirketler, biraz rahatlığın tadını aldıktan sonra zaman, ekonomi ve network stratejisini bir kenara bırakıp başka hayallere dalıyor.

Biz rahatlığa mı alışıyoruz acaba? Bu çok samimi bir soru. Ama şu bir gerçek, isteyen not alabilir, kullanabilir bu sözü. “Rahatsız olmayanlar, hedefine ulaşamaz. Rahatsız ol, dert edin, derdini güzelleştir.”

Gözlerimle gördüğüm bir perdeyi aralamak istiyorum. Piston! Dünya’nın otomotiv ve endüstriyel hareket mekanizmalarında ihtiyaç duyduğu şey… Mühendislik harikası ve ucuz bir parça. Şirkette çalışan sayısı 200+, üretim alanı 23.000 m2, pazar büyük.

Şirketlerin en büyük zaafı, bayi ağları üzerinden pazar açmaya çalışması ve bayi sisteminin iletişimsizliğine gebe olmasıdır. Pazar aksiyonlarının yok edeceği ilk şey bayi yapısıdır ve pazar edinmenin bayi kapısıyla alakası %10’u geçmez. Geçiyorsa bir yanlışlık vardır.

Piston şirketi, Almanya’dan iki şirkete, 11 dünya markası otomobilin piston üretimini yaparak satıyor. O iki şirket ise markalara aracılık ediyor. Buradaki şirketin hiç bir marka değeri, marka iletişim yatırımı, farklı pazar arayışı, farklı fikir kaynağı YOK.

Farklı girişim ve pazar kaynağınız yoksa, bırakın satış oranını, stoğunuz dahi sonunuz olur. Mevcut ürünü mobilize etmek, otonom hale getirmek, yeniden bir fikir ile şirket içi, kurum içi startup yapmak, yeniden doğmak YOK.

Eğer müşteriler “artık çalışmıyoruz abi” deseler, koca yatırım durma noktasına gelecek. Gerisini hayal edin lütfen. Bu arada yurtdışına gönderilen pistonları, dolaylıca biz tekrar oradan satın alıyoruz! Buna benzer yüzlerce şirket var ülkemizde.

Eklemek lazım!
Eğer sattığımız değeri satın alıyorsak, ya fikir de ya da fikri işlemede yeterli değilizdir. Rüzgarın hesabı bulutların formülü ve matematiğinden yapılıyorsa, hesapsız şut kalemize geri dönecektir. Vade ile atılan ok, gün gelir yayı kırar. Alışverişe teknoloji veya bir fikir yerine, vade formülü getirmişiz.

Vade çukuru bir kenara dursun. Şirketler şahısların kendi iradesine kalarak yönetildikçe, yönetimler kendilerini dışarıdan göremeyecek. Kendine büyük resmin içinde yer edinemeyen bu şirketler, güncel kalmanın zevkinden mahrum ve kör gelişimin eseri olacaktır.

Elele vererek aşmak mümkün tüm zorlukları. Artık yeni sistem hazırcılığa, takımsızlığa, paylaşımsızlığa düşman, bu harika. Hazırcılık üzerine kurulmuş şirketler, aracılık gemisiyle yol almaya çalışıyor. Metod izlemeden karambol yönetiliyor. Bilinçli çalışan ve ekip ruhunun oluşması mümkün değil.

Biz insanı izleyerek, hazır parçaları değil, sıfırdan bize ait ve insanla, doğayla bütünleşen keşiflerimizi üretebiliriz. İnsana, pazarına ve gelişimine yatırım yapmayan şirketler yerine, betonlar yerine, içimizden dünyaya çıkarttığımız yenilikleri sunabiliriz.

İletişim ve hedef kitle endeksini oluşturmadan ruhsal satış mekanizması asla işlemez. Alıcının ruhuna satılan bir ürünün fiyatını üreten belirler, Apple’ın büyüklüğü bu cümle kadar işte. Her şeyi ile sana ait bir ürün ve kültür geliştirmiyorsan, yapacağın satışlar geleceğe zarar yazacaktır.

Zaman yönetimi, girişimin en büyük hesabıdır. Kendimize ait fikir, proje ve üretim yönetimi, strateji bilinci, ruhumuzu katmak gibi değerleri bilmemekle birlikte, hesaba katılmayan en büyük zarar “zaman”.

Mahalle battı dedi, fikir yaz tatilinde!
Kayıp fikir, en zor hesaptır. Fikir kaybetmenin acısı ağır olur. Fikir kaybının önüne geçmek zaman yönetimi ile mümkün. Peki biz zamanı doğru yönetebiliyor muyuz? Zamanı doğru yönetmediğimiz bir sistem hayal edebilir miyiz?

Kuruluşlarımız, kâr olarak gördüğü kazancı ve satışı hesaba katmadıkları zaman kaybına kaptırmakta. Zamanın en öncelikli süreç hesabı olarak başa getirilmesi yerine “para odaklı” akıllar hamle yapıyor ve zamana yeniliyor.

Her ne iş yaparsak yapalım, fark etmez. Her ne tür girişimimiz olursa olsun. Boş sohbete bile zaman yokken, işimize karşı zamanlama, planlama ve elbette azim denen saygıyı göstermiyoruz. Sen medet beklemek yerine koşarsan, medet ve ilham sen olursun.

1.Soru için özetimizi belirleyelim. Fikir, hazır olanı bütünleştirmek üzerine değer biçilecek bir kavram değildir. Fikir, özgür hareketin döngüsü ve ruhudur. Mevcut fikirler, eğer daha iyi ve yaşatılabilir bir fikir vermiyorsa, özgünlüğünden bahsedemeyiz, sadece ezber üretim diyebiliriz.

Bugün bulunduğumuz durumda piyasadan şikayet edende olur, etmeyende. Herkesin haklılık gördüğü noktaları var. Elbette ziyanda olduğu gibi beyanda da özgürdür herkes.

Hadi biraz farklı açıdan gözlerimizin içindeki insana bakalım.
İletişim gücü var mı? Yetkinlik var mı? Kendini okuyabiliyor mu? Kendini ifade edecek bir cümlesi var mı? Kendini doğru yönetiyor mu? Amacı geleceğe dokunmak mı, yoksa sadece kazanmak mı?

İçimizde ki insan, ruhsal iletişimi farkında mı? Yaratıcı bir iş yapma arzusu ne kadar? Fikrine sadakati ne derece? Seçmek için mi çalışıyor, seçilmek için mi? Kalbini duyabiliyor mu? Yaptığı işe saygı ve fayda sağlama oranlarını biliyor mu?

İçimizde ki insan, kazancı ile kükremek mi istiyor, yoksa azmi ile bulduğu fikri mi yüceltmek istiyor? Kazandığını topluma mı dönüştürüyor, yoksa başka bir şeye mi? Yaptığı yatırımın geleceğini ne kadar görüyor? İnsana mı, geçiciliğe mi yatırım yapıyor?

İçimizde ki insan, günü mü kurtarıyor, yarınları mı? Gönlünü mü alçaltıyor, yoksa aklını mı yüceltiyor. Kısacası, biz bu bedende ne yapıyoruz önce ona bakalım.

Bu soruların cevabı, mevcutta görünen insanın veya şirketlerin, piyasa durumundan şikayet edip edemeyeceğini belirler. Varsa olumsuzluk, ben ne kadar pay sahibiyim? Bu en önemli soru. Biz pay sahipliğini zenginlik üzerine yoruyoruz, peki zenginliğin tanımını biliyor muyuz?

Af buyurun, üzerimize alalım demek değil. Özümüzden bir pencere açıp, kendimizi farklı bir açıdan sorgulayalım. Fikir üretimi ve sıfırdan bir keşif yoksa hazır olanın üzerinde aynısını yapmak için zaman kaybediliyorsa, gelişim yerine “altın dişim” hesabı yapılıyorsa, şikayet ettiğimiz duruma biz de sebebiz.

Erhan Erkut abimiz bakın ne diyor! @erhanerkut

‘’Otonomi işi çok önemli, bizler otonom bireyler olarak yaratıldık, işçi kavramı tarım ve endüstri devrimiyle birlikte gelen sadece 500 yıllık bir mesele. İnsanın mutlu olabilmesi için ne yapacağına, nasıl yapacağına, kiminle ve ne zaman yapacağına kendisinin karar verebilmesi gerekiyor. Benim şirketleri anlatamadığım şey budur. Herkes yeni jenerasyonun aidiyet duyguları olmadığını, işi hemen bıraktığını söylüyor. Sen yüksek zekaya sahip, çok iyi okullarda okumuş adamın otonomisini elinden alırsan “bu işi böyle yapacaksın” dersen gider zaten. En iyilerini kaçırıyorlar, orta kalite ve altı ile şirket yönetiyorlar. Eh, o zaman “hayatta başarılar dileriz” derler size. Ya otonomisini geri vermeniz gerekiyor ya da iç girişimciliği desteklemeniz. Kanımca iç girişimcilik kurumların ayakta kalabilmesinin en önemli anahtarıdır. Şu anda maalesef ülkemizdeki kurumlar bunu nasıl tetikleyip yönetebileceklerini bilmiyorlar. Zaman içinde olacağını ümit ediyorum.’’

Şu ifadeyi de ekliyor ve elleri yine havada. J
‘’Dünyayı daha iyi bir yer yapmanın tek yolu da kendi girişimini kurgulamak ve kendi inandığın yönde dünyayı geliştirmeye çalışmak.’’

Peki, biz nasıl sebep olduk, buyurun buradan devam edelim.

Az önce gözlerimizin içindeki insana bazı sorular sorduk. Bu soruların cevabını samimi olarak kendimize verirsek, ortaya çıkan sonuçta ‘’ben nelere sebep oldum’’ iyi ve kötü anlamda, ortaya çıkacaktır.

Şirketlerin yatırım ve yönetimi, pazara bakış açısı ve iletişimi, strateji ve araştırma kabiliyeti, insana ve gelişime desteği konularına baktığımızda, her şey ortada. Eğer hazırcılık ile fikir cinayeti işliyorsanız, küresel üretimin önüne geçiyorsunuz.

Eğer kuruluşunuz veya kurumunuz, girişiminiz, insanı gelip geçici görerek barındırıyorsa, bilgi ve iç gelişime yatırım yapmıyorsa, o zaman üretilen ne olursa olsun faydalı bir sonuçtan bahsedemezsiniz. Çünkü bir takım ve yetkinlik yoksa, yarın bizde yok oluruz.

Yalnızca kazanç odaklı çalışarak sebep olduklarımız, temel ekonomiyi altüst ederek kendimize daha büyük bir dert olarak döndü. Biz her adımımızı, girişimimizi ne kadar doğru işledik ki, böyle her sarsıntıda titrer hale geldik?

Yönetimler, takımlar, bireyler doğru yönetilmedikçe, fason fikirler üzerine devasa binalar inşa edildikçe, bilinçli hareket mekanizmasına uyum sağlamadıkça, yapılan her şey yeni Dünya sistemine yenik düşer. Fabrikaların devasa yapılarına yapılan yatırım ‘’bir girişim değildir’’ eğer Dünyayı ve yarını hedefleyen bir fikriniz yoksa tabi. Dolayısı ile bunu yatırım zannetmek, gizli bir gösteriş hastalığının ve bilinç altı iletişim sorunlarının habercisidir.

Bir patronuz diyelim, (Liderseniz bu cümle sizin için geçerli değil !) bilgi, sistem, girişim, takım, bütünlük ve iletişim, strateji konularına bakmaksızın yola çıktım. O zaman piyasadan şikayet etmemeliyim.

Çünkü piyasa gibi çarkı kırık bir yapıya karşı, girişimimle bir piyasa ve fikir yaratamıyorsam, olanlara karşı dönüp Dünyayı suçlayamam. Bizde güzel bir söz var ‘’balık baştan kokar’’ evet bu doğru. Başlarken kültürüm yok bir kültür geliştirmemişim, ufka bakacağıma sadece kazanca odaklıyım, sonra şikayet ediyorum! Olmaz.

Duygusal olmayı bir kenara bırakıp, 1. Sorunun nelere mal olduğunu uykularımız kaçarcasına düşünmeliyiz. Rahatsız olmalıyız ve yeniden düşünmeliyiz. İştahımız kaçsın, beynimiz acısın, olsun biz düşünmeliyiz. Aksi halde neye benzer? Yoğurmadığımız hamurun şeklini vermeye çalışmak gibi… Hamuru dövmesini bilenler, bugün çeliği büker. İşte tam burada ince bir çizgi var görene. Sıfırdan bire gelmek, olmayanı sıfırdan icat etmek.

Dünya artık çağ açıp kapatma süresini kısalttı. Böylesi hıza yetişmek için gereken, hedefe kilitlenmek. 50 yıl sonra sonuçlanacak denen ve bu günün tekniğine hapsedilen bir iş, 50 yıl sonra gelecek jenerasyonun geri dönüşüm kutusuna bile düşmez.

Zor mu? Hayır!
Önce canlıya ve toprağa etkileri ile düşünülen projenin ham fikirleri elendikçe incelir. Sonra kıvamı tutması için bolca tartışılır ve dünya çapında “bilgi” dahilinde saptamaları yapılır. Ardından kısa ve uzun vadesi gözlemlenirken ruhu işlenir.

Bir girişiminiz de veya yatırımınızda, projenizde sizin hissettiğiniz gerçeği sizin %50’niz kadar hisseden çıkmıyorsa, yola çıkmadan yoğurmaya devam etmelisiniz.

Yani 1.soru diyor ki, ben geçiciyim, gelecekte benim yerim yok. Günü kurtarmak istiyorsan, benimle uğraş. Ama ben yarınları görmek ve benden sonra da insanlığa iz bırakmak istiyorum diyorsan, bir daha düşün diyor.

Gelelim 2. Sorunun takatine.
Seçmek mi? Seçilmek mi? istersiniz…
Seçilmeden, seçer hale gelemeyiz. Tercihlerimiz peki? diyenler olabilir. Seçer hale gelirken tercihleriniz de değişeceği için, bugün tercihlerinizle zaten seçen olmuyorsunuz.

Seçilmek! Edison bir tutkunun insanı. Graham, sıfırından bire aşk dolu bir simge. Peki nedir? para mı? Üretmek mi? Bilgiden önde giden hırs mı? Hiç biri değil tabi ki, sadeliğin getirdiği tutkunun ve varlığın ispatı.

İnsan yeryüzünde aklı ile temiz ve sağlam fikir üreterek varlığını gösteren bir yaratılışa sahip. Edison olmasa! ifadesi bizden birileri de olabilir anlamını taşımıyor değil. Bizden!

Bizden birileri kendinin Edison’u. Ama artık dünyanın adamı olma vakti. 2. Sorunun yanıtları arasına şu his diliyle dalıp biraz duygusunu anlamalıyız.

İnsanı okuyan, hareketin matematiğini, enerjinin döngüsünü, eksikliğin boyutunu, ihtiyacın yönünü, varılacak istikametten önce yol almanın tutkusunu farkına varır.

Üretim ile fikri iyi ayırmak gerekiyor. Fikir yoksa, üreten ve üretim yok. Fikir yoksa, hazinenin dahi kıymeti yok. İşlemeye yetiniz olmadan altını dahi yararlı hale getiremiyorsunuz. Demek ki üretemiyorsunuz.

Tutkuya dönüşmeden fikir, olguya erişmeden başarmak denen tatlı zehir, ömrünce koşsa da insan, ya aklından, yahut toprağından fakir.

Sabrınız yoksa, daha çok zorlanacaksınız.
Dünyayı değiştirmek değil mesele, izlemesini ve fark etme gücünü bilmek. Anahtar yok, altın kol var, ne işe yarar? Mühim olan şey, “Dünya’daki altınsa, bizdeki de kol” demesini bilmek ve değeri edinebilmek.

Muadilci !
Altına muadil var mı?
Bir ürünün muadilini üretmek fikir değildir. Sahaya çıkıp yerinde yükü çekmeden, ayaklarına çamurun içinde yüzmesini öğretmeden, ellerine dikenin acısını tattırmadan, üretmek mümkün ama fikir üretmek mümkün değil.

Haydi bitirelim.

Elbette gerçek sorumluluk sahibi, 2. Sorunun cevabından yola çıkarak atını sürer. Fikir, bize ait ve sıfırdan bir Dünya var edecek olan, gerçekten ürettik diyebileceğimiz yapıdır. Şirketler ve girişimler olarak, ‘’yaparız’’ değil, düşünür, keşfeder, olmayanı fikre dönüştürür, yaparız demek gerekiyor artık.

Endüstriyel üretim alanlarımız ve devasa sanayilerimizde bulunan fabrikalar, kendi içinde girişim ve geliştirme dönemine en kısa zamanda girmek zorunda. Piyasa ve farklı etkenlerin ipliğine bağlı kalarak yürürlerse, yakın zamanda çok zorlanacaklar. Bu yüzden patronsanız, artık patronluğu bırakın, yönetici iseniz bu vasfın klasik algısından kurtulun ve gelişmeye, geliştirmeye başlayın.

Eğitim alanlarında bireysel kademelerin kavgası karşısında çok büyük projelerin yandığını görüyoruz. Teknoloji üretmesi gereken alanların birer okey takımına döndüğünü de. Öyleyse iş şirketlere kaldı demektir. Eğitim alanlarında bulunan kademe kavgası veya hırsı, projelerin bilinçli gelişiminin önüne geçiyor. Kişiler, kendi çıkarları doğrultusunda genç beyinlerin önünü kesiyor. Görmek isteyen, buyursun kendi eğitimine baksın!

Kıskanmayın, teşekkür edin yahu.

Görünüşe göre, yakında büyük bir değişimin yaşanacağını zannediyorum. Daha doğrusu eğitim sisteminin ‘’Fabrikadan Mezun Ol’’ modeline dönmesi yakındır. Hem kazanıp hem okumayacak bir tane insan gösterin bana! Mezun eden şirketler ise nasıl yükselir kim bilir…

Girişimcilerimiz ezber ve kulaktan dolma hareket etmek yerine, sancısını çektiği hastalığın tedavisini bulmalı. Her birey alanında bir metabolizma geliştirip, fikir aşındırarak yürümeli. Takdir beklemekle yol almak yerine, ısrarla yatırım talep etmek yerine, kapıları kırıp içeri girmeli.

Ancak bütün bu güzellikler veya anlamamız gerekenler şununla mümkün.

‘’Alçaktan uç, kalbin zirve yapsın.’’ İşte tam olarak böyle. Her ne yaparsak yapalım, büyüdükçe küçülmüyorsa bencilliğimiz, biz hala başladığımız yerdeyiz.

Heyecanlanın, titreyin, terleyin.

Yıllardır marka iletişimi ve strateji üzerine yoğun akış içerisindeyiz. Ülkemizden globale veya farklı ülkelerden ülkemize iz düşüren şirketlerde gördüklerimin hepsini yazmak çok zor ama zamanla farklı başlıklarda yazacağım.

Hoş Kalın.

İpucu: Bir sonraki yazı dizisinde, ‘’At Gözlüğünün Faydaları!’’

Facebook | Twitter | Instagram | Slack | Kodcular | Editör | Sponsor

--

--