Film İncelemesi: The Matrix Resurrections

Beyza
Türkçe Yayın
Published in
7 min readDec 26, 2021

2–3 sene önce Matrix’in 4. filmini çekecekleri söylentisi çıkınca, çok da itibar etmemiştim. Söylenecek ne kalmıştı, demiştim kendi kendime, gişeye oynamak için yapılacak bir hamle gibi gelmişti, söylentiler devam ettikçe ben ısrarla itibar etmemeye devam ettim ama günün sonunda söylentiler gerçekleşti ve bugün “The Matrix Resurrections” filmini izledim…

The Matrix Resurrections (2021)

Uzun zamandır bir şey için bu kadar heyecanlanmamıştım. Bunda belki de pandeminin başından (Mart 2020) beri sinemaya gitmemiş olmamında biraz etkisi olabilir — ki ben ortalama iki hafta da bir sinemaya giden birisiydim ama bunun etkisi olsa olsa %2’dir, %98’i Matrix alır.

Film nasıldı?

Film nasıldı, beğendim mi, beklentilerimi karşıladı mı, bu soruların tek ve kolay cevabı yok ki bu sorular benim kendi kendime sorduğum sorular da değil çünkü bu tarz film ve kitaplarda yani kendi evrenini oluşturmuş kurgularda, kendimi eleştiri makamında görmüyorum. O benden bağımsız bir kurgudur ve ben onu her haliyle kabul etmeliyimdir, kabul ederim yani ama ne hissettim, neler düşündürdü, neler gözlemledim onların hakkında konuşmayı severim. Bu yazı da o minvalde bir yazı olacak, yani planım o şekilde.

Yıllardır üçlemeyi bir çok kez tekrar tekrar izlemişimdir, her izlediğimde yeni bir şeyler keşfederdim. Hala keşfedecek şeyler bitti diyemem, insan algısı da zamanla geliştiği için anlam da her zaman gelişebilir.

The Matrix Resurrections — Trailer

Fragmanı izleyince acayip heyecanlanmıştım, “Bir dakika, Neo ve Trinity Matrix’de ve birbirlerini ve hiç bir şeyi hatırlamıyorlar, nasıl yani, neden? Nasıl yaşıyorlar?” demiştim. Filmin alt başlığınında Resurrections olması, diriliş demek ama bu ifade daha çok Hz. İsa’nın dirilişi için kullanan bir terim, “E, o zaman Zion’un olduğu gerçekliğin de mi bir üstüne çıkacağız bu sefer?” diye düşünmüştüm. Yani bence öyle olmalıydı.

Zion gerçek miydi?

Tabii, ben Zion’un olduğu katmanında sanal gerçeklik olduğunu düşünüyordum. Neo’nun orada da Sentinelleri durdurabilmesi, Ajan Smith’in orada yaşayabilmesi, ve Neo’nun gözleri yandığında Smith’i hissedebilmesiydi bana bunu düşündüren. Şimdi, 4. filmde buna zerre kadar atıf bulamayınca bir kendimi sorguladım ve 5 dk önce bir araştırma yaparak, benim tezimi çürütecek çok güzel bir cevap buldum; gerçek dünyada makinelerin tek bir bilinç oldukları ve haberleşmek için kablosuz ağ kullandıkları, Neo’ya da Mimar ile görüştüğü zaman Matrix’i yeniden başlatmak için bu verilerin yüklendiği artık onunda bir parçasının makine olduğu… Bunca yıldan sonra bunu yeni idrak ettiğime inanamıyorum!.. “Overloaded” oldum şu anda…

Neyse dönelim konumuz olan filme. Bundan sonrası acayip derecede spoiler içerir. Filmi izlemediyseniz, okumayın bence!…

SPOILER!!!

FİLM HAKKINDA KEYİF KAÇIRICI İPUCLARI VAR!

Başlangıç

Film başladı, aynı birinci filmdeki bilgisayar açılış ekranı ve iki kişinin konuşmasıyla, aynı birinci filmde Trinity’i gördüğümüz sahnede başka bir kadını görmemizle, her şey ilk filmle acayip aynıydı ve bu bende hoş bir his yarattı. Operatörün Matrix’deki görsel varlığı da günümüz teknolojisine yakışan çok güzel bir evrimdi bu arada, bir de artık telefon kulübelerine ihtiyaç duymayıp hareketli portallar oluşturabilmeleri.

Neo

Neo’nun bu gerçeklikte oyun yazarı olması ve Matrix üçlemesini bir video oyunu olarak çıkartması, tam da makinelere yakışacak gerçeği gizleme yöntemi (ya da günümüz sosyal manipülatif düzenden beklenebilecek bir yöntem), zavallı Neo bu sefer uyanmamak için bir öncekinden çok daha fazla direniyordu. Bu da aslında makinelerin bu sefer Neo’nun farkında oldukları için onun dört bir yanını sarıp, zihnini nasıl manipüle ettiklerinin göstergesi. Yaşadığı bazı anlar Neo’nun anılarını tetikliyor, o zaman için görüştüğü terapistin yorumu da “Sen bu kurguyu oyunların için oluşturdun zaten, gerçek gibi hissetmen çok normal.”. Beynimize en saçma şey için bile bir bağlamda mantıklı bir açıklama verirsek çok kolay kabul edebiliyor. Bu yüzden Neo’yu uyandırmak ilk zamana göre biraz daha zor oluyor.

Bu video oyun kurgusu şu acıdan da hoşuma gitti, günümüzde Matrix sinema dünyasına damga vuran filmlerden, içerdiği felsefi görüşleri işlemesi acısından bir baş yapıt, ve ele aldığı simülasyon konusuyla da, film sonrası çıkan online oyunlarıyla da. Bu gerçekliğin yansımasını 4. filmin içinde “bunlar video oyunuydu” deyip yapması kendi kendini doğuran illüzyon gibi.

Trinity

Trinity ise evli, mutlu ve çocuklu… Trinity gibi bir karakteri kontrolde tutabilmek için bir aile kurulması biraz traji komik değil mi ya, ve isminin Tiffany olması… Espri anlayışları 4. filmde artmış diyebiliriz. Tabii, bu ismin verilmesininde gizli anlamları var ama ilk izleme sonrası onları daha deşmiyorum, bir kaç tekrar sonrası bunları konuşmaya başlayabiliriz.

Morpheus

Morpheus… Filmin başında bir ajanın bizim tarafa (uyanmış insanlar) geçtiğini görüyoruz, hatta o ajana Smith diye sesleniliyor ve o kendini bildiği anda Morpheus olduğunu hissettiğini ve Neo’yu uyandırmasının amacı olduğunu söylüyor. Bunun ne demek olduğunu bir süre algılayamamıştım. Neo yaratmış onu… Matrix video oyunundaki karaktermiş, ve onu yaratırken farkında olmadan ama hatırlayarak Morpheus ve Smith’ten etkilenmiş. Çok hoş bir nükte bence bu. Tabii bu birleşimden sonra ortaya çıkan kişi Morpheus’a kıyasla biraz daha alaycıydı, Ajan Smith kodu…

Ajan Smith

Matrix’deki Neo’nun bu seferki patronun aslında Ajan Smith olması ve onunda bu gerçekliği hatırlamıyor oluşu, Morpheus Neo’nun zihnini özgürleştirmeye çalışırken çıkan bir çatışmada silahı eline alınca bunu hatırlaması, ve “Mr. Anderson” diye bağırması, “seni özledik” demesi… Bir an bu noktada ne hissedeceğimi bilemedim. Sadece İsa’yı diriltmemişiz, herkesi diriltmişiz!

Merovingian

Benim böyle düşünmem yetmezmiş gibi, Neo ve Bugs’in tayfası Trinity’i bulmaya giderken Ajan Smith’in eski bir kaç dostunu da getirmiş olması, Merovingian ve sürgünler… Bu kısımda çok eğlendim ben :) o tanıdığımız Merovingian’ın aynı küfürbazlık ve hızlı konuşmasıyla, atıflarıyla. Burada Netflix’e de Zuckerberg’e de laf atışlar vardı; eskiden her şey daha güzeldi, şimdi bizi nelere muhtaç bıraktın minvalinde. Üstte dediğim gibi bu filme daha çok espri katmışlar, katmaya çalışmışlar.

Neo’nun Uçamaması

Espri demişken hala hatırladıkça gülüyorum, Neo’nun Matrix’in bu versiyonunda uçamaması, analistle dövüştükten sonra bot sürüsüyle karşılaştıklarında tekrar denemesi ve sonra Trinity’e dönüp “uçamıyorum” demesi… Çok eğlendirdi beni, sesli kahkaha attım :) tabii sinema salonunda bana kimsenin eşlik etmemesi beni biraz üzmüş olabilir.

Uçmak demişken bu sefer uçma kabiliyeti olan kahramanımız Trinity… Why??? Warner Bros. güçleri kadın karaktere mi vermek istemiş. Wonder Women vs… sinema dünyası böyle olabiliyor, biliyorsunuz. Aaa.. başka bir şey geldi aklıma. Cinsiyet dönüşümü. İlk seri zamanı Wachowski kardeşlerin cinsiyetleri erkekti, daha sonrasında cinsiyet değiştirdiler ve ilk üçlemede bu dönüşümü de dile getirdikleri söyleniyordu, belki de bununla bir alakası vardır. Ya da ben çok çıkarımda bulunuyorum.

Wachowski Kardeşler

Wachowski kardeşler demişken onları, ilk filmde Ms. Anderson patronundan azar yerken cam siliciler olarak görüyoruz. Bu sefer Bugs kendi aydınlanmasını anlatırken kadın bir karakter olarak cam silici rolünde karşımıza çıkıyor, bu ayrıntıda filmi izlerken beni gülümsetmişti.

Botlar

Ve botlar… Bu Matrix versiyonunda ajanların yanına bir de botlar eklenmiş, ve sandığınızdan çok daha fazlalar, sürü modları da var; bir sorun çıktığında saldırıya geçmeleri için. Tabii, bu sürü modunda işi biraz zombi filmine bağlamışlar gibi olmuş, “bari buna düşmeseydiniz” demedim değil o sahnelerde ama Matrix içindeki kontrolü elde tutmak için botları oluşturmak sadece ajanlara göre çok daha etkili bir yöntem olmuş bence de.

Filmin başlarında, konudan konuya atlarken bahsetmeyi unuttum, Neo’ya (Thomas Anderson günlerinde) patronu 4. Matrix oyununun yazılmasının istendiğinden bahsetiyor, hatta “Warner Bros. bunu istedi bizli ya da bizsiz bunu yapacakmış” diyor, Tom’un 4.yu yazmak gibi bir isteği yok hatta o anda ufak bir nöbette geçiriyor, patronun ağzının birleştiğini görüyor, aynı 1. filmde ajanların ona yaptıkları gibi. Buradaki bu bahis nedense eğlendirdi beni, 4. film talebinin kimden geldiğini bilmiyorum ama Wachowski kardeşlerden geldiğini sanmıyorum ki Lilly Wachowski 4. filme hiç katılmıyor.

Diğer Tanıdık Karakterler

Bu filmde eskiden hatırladığımız iki karakterle daha karşılaşıyoruz, biri Niobe Zion yıkılınca yerine kurulan insan şehri Io’nun generali. Diğeri ise Sati, Neo’nun komaya girdiği zaman tanıştığı program olan küçük kız, filmin en can alıcı, dönüm noktası olan bir anda ortaya çıkıp günü kurtarıyor. Aslında Trinity’i kurtarılmasına yardımcı oluyor, uyanmasını sağlıyor.

Peki, sonuç?

Tüm bu üzerinden geçişlerden sonra elimizde ne var? Çok güzel “recall” (atıflar) yapan bir film…

Benim hoşuma gitti mi bu atıfların hepsi? Gitti, ama bunları atarsak geriye ne kalıyor… Sanki hiç bir şey…

Belki bir istisna dışında; en son sahnede, Neo ve Trinity analistin yanına gittiklerinde analist şu cümleyi kurmuştu “Benim Matrix’imdeki insanlar uyanmak istemeyecekler, onlar kontrol edilmek istiyor, onlar kesinlik istiyor.”. İşte bu, 20 yıl içindeki insanlık zihninin değişimi…

Filmler biraz kültürün, biraz toplumun, biraz insanlığın yansımasıdır. Ve günümüzde daha özgür olmak istediğimizi iddia etsek de, bilgiye daha kolay ulaşabiliyor olsak da, özgür iradeyi panellerle sorgulasak da, çoğumuz kontrolü eline almak istemiyor, uyanmak istemiyor. Bunu deli gibi Netfix, HBO, Disney, Amazon Prime gibi yayın akışı (streaming) kaynaklarına olan bağımlılığımızdan ve hayatımızı çepeçevre kuşatan sosyal medya bağımlılığımızdan anlayabiliriz. Bu saydıklarımın kendisini çevrelemesine, sarmasına izin veren kimse hiç bir zaman uyanmak istemeyecektir!.. Bu film bir yandan onu söylüyor aslında…

Şapkayı öne alıp düşünme vakti.

Yazıyızı bitirmeye kalktıkça aklıma başka detaylar geliyor ama girmeyeceğim onlara White Rabbit şarkısını paylaşarak bitirmek istiyorum, fragmanın şarkısı olan melodi filmde de çok etkiledi beni, tam Neo ve Trinity’in birbirini ve hiç bir şeyi hatırlamaması hüznünü hissettiriyor sözler de çok anlamlı… derken bir baktım 1967 de yazılmış!!!

White Rabbit — Jefferson Airplane (1967)

Filmdeki şarkının yerini hatırlayınca, Neo ve Trinity’nin aşkını hatırladım. Bu film o yüzden var, aslında filmin konusu o… Bu biraz fazla romantik değil mi? İlk üçlemede bu aşkın araç olduğu bir amaç vardı, kutsaldı o zaman. Şimdi çok insansı olmadı mı bu, çok fani… İlk üçlemenin öz konusu ‘simülasyonda yaşıyoruz, özgür irade var mı?’ iken, burada her şeyi aşka bağladık. Çok mu gişeye oynamak olmuş bu? Ya da, neydi yani şimdi bu?

Biraz uzun bir yazı oldu… ve yorucu, yaklaşık 4 saattir yazıyorum galiba. Sizinde yorumlarınızı duymak, tartışmak isterim.

Yorum yazmaktan çekinmeyin…

Ve sağlıcakla kalın…

--

--

Beyza
Türkçe Yayın

Kendi penceremden gördüğüm hayata dair yazılar yazıyorum. Bir noktada ilgilinizi çekerse sanal kahve eşliğinde bir yorumda buluşabiliriz. ☕️✍️📨