Gör Beni
Çok izlenen bir YouTube içeriği ‘’Gör Beni’’. İzlemediysen tavsiye ederim. Meslekleri dışında sadece kendi olduğu için dikkat çeken insanları konuk alıyorlar. İlgi çekiyor çünkü insanın en temel içgüdüsüne yani bağlantı kurma konusuna hitap ediyor program. İnsanoğlu kendini ifade ederek bağ kurmaya çalışır. Bu yüzden günlük hayatta birbirimize sürekli olarak ‘’Hadi beni gör.’’ diyoruz aslında. Dış dünyaya bir şekilde varlığımızı kabul ettirmek gibi düşünebiliriz.
Bazılarımız için ise bağ kurma meselesi o kadar da kolay olmayabiliyor.
Araştırmacı Brene Brown diyor ki ; Kırılmaktan korktuğumuzda görülmeyi ve bağlantı kurmayı reddederiz. Yani korkarız. Kırılganlık (vulnerability) hayatımıza o kadar çok yer etmiş durumdaki Brene’in araştırmalarında insanlara sorduğu ‘’Kırılganlık senin için ne ifade ediyor ?’’ sorusuna gelen bir kaç cevap şöyle;
Birisi tarafından geri çevrilmek ve reddedilmekten korkuyorum ondan hoşlandığımı söyleyemiyorum.
En yakınlarıma ‘’Seni seviyorum.‘’ diyemiyorum nasıl tepki alacağımı bilmiyorum, korkuyorum.
Hastayım ve eşimden yardım isteyemiyorum. Çünkü yeni evliyiz ve nasıl tepki vereceğini bilmiyorum.
Kalabalığın karşısında konuşurken geriliyorum ve insanların tepkilerinden korkuyorum.
Peki neden?
Neden kendini ifade etmek bir utanç kaynağıydı?
Daha da önemlisi neden bir insan kırılmaktan bu kadar korkardı?
Çünkü bu kişiler değerli ve sevilmeye layık hissetmiyorlardı. Hayatlarının bir döneminde kendilerini ifade etmeleri engellenmiş ve susturulmuşlardı. Kendileri gibi olurlarsa insanların onları reddedeceklerini veya terk edileceklerini düşünüyorlardı. Yani bu durum büyük bir öğrenilmiş çaresizlikti. Bu ifadelerden bahsedilen profillerin içe kapanık , sessiz sakin, kendini ifade etmekte zorlanan kişiler olduğunu düşünüyorsan yanılıyorsun.
Araştırma büyük kitlelere hitap eden devlet başkanlarından, şirketlerin CEO’larına kadar bir çok toplumsal statüden insanla yapılmış ve bu kişilerden beklenmeyen cevaplar alınmıştı.
Tüm bunları araştırırken kendi kırılganlıklarımı ve bunun hayatıma yansımasını düşündüm. İçimden bir ses şunu dedi; Kemerlerini bağla çocukluğuna iniyoruz. Klasik olacak ama her şeyin başı çocukluk. Tatlı küçük travmalarımız hep oralardan kalma.
Birbirlerine olan kızgınlıklarını kendi hayatlarında yaşayan boşanmış bir anne babanın çocuğuyum. Anne ve babası ayrılmasa bile evin içinde yalnız büyüyen pek çok yetişkin çocuktan biriyim yani. Bu konuda da yalnız değilim biliyorum.
Çocukken benim formülüm şuydu; Büyüdüğümde kendimi ifade edecek büyük bir güce sahip olacaktım ve kendi dünyamın resmini çizebilecektim. Yetişkin olmak güçlü olmak ve daha çok ciddiye alınmak demekti. Evde ders notlarım genellikle benden önce geliyordu. Matematikten 100 yerine 80 aldığım için evdekilerle birlikte üzülürdük. Başarısızlık sandığım bu şeyle ilk tanışmam böyle oldu ve zihnim dedi ki ;
Başarılı olursan görülebilirsin.
Çılgınlar gibi ders çalışmaya başladım. Zihnim konuşmaya devam ediyordu. Daha çok çalışmalısın. Böylece ailen ve arkadaşların seni onaylayacak, daha çok ilgi ve sevgi gösterecek en önemlisi de yetişkin olabileceksin. O zaman koş ve bu maratona dahil ol diyordu.
Oldum.
Sonra büyüdüm. Sınavlar kazanıldı, okullar bitti , çalışma hayatı başladı . Seçtiğim bir mesleği yapmaya başladım. Artık yetişkindim.
Ama bir süre sonra yetmemişti yetişkin olmak.
Zihnimde hala aynı düşünce; başarılı olursan, daha çok görülürsün.
İş hayatımın başlarında akşamları ofiste çalışmazsam evde çalışıyordum ya da tam tersi. Bir yandan da bu kadar çalışırken içim içimi yiyordu. Korkuyordum. Ya başaramazsam, ya eleştirilirsem, ya hata yaparsam. İyi bir şey yapabileceğime inanmıyordum. Benim yaptıklarımı herkes yapabilirdi. Benim ne farkım vardı ki? Kendimin o kadar farkında değildim ki.
Aradan zaman geçti. Pek çok beyaz yakalı gibi bende otomatik pilota giriş yapmıştım. Gittiğim yer, yediğim yemek, yaptığım sohbet beyaz bir tülün arkasındaydı ve olayların içine giremiyordum. Sadece yapıyordum. Hani motivasyon konuşmacıları diyor ya ‘’just do it’’ diye. Bu cümle benim için bir motivasyon cümlesi değil, yapmam gerekenleri yerine getirmek demekti.
Baktım ki hala bir şeyler ters gidiyor . Hala istediğim tatmin duygusunu hissedemiyorum. Eğitimlere ağırlık verdim. İllaki birileri bana yol gösterecekti. Farkındalık eğitimleri , meditasyonlar, terapiler, koçluklar vs. hepsini denedim. Ama hala ve hala yolunda gitmeyen bir şey vardı. Huzursuz yapan bir şey ve aklımda tek bir soru.
Neden mutlu olamıyorum?
Çünkü tek bir şeye odaklanmıştım. İş hayatım her zaman öncelikliydi. Var olmak için tutunduğum en büyük kanal. Tıpkı çocukken ders notlarıma tutunduğum gibi. Bu hayatta başka bir parametrenin varlığından haberdar değildim.
Bana bu öğretilmişti.
Bunu yaparsam çevrem tarafından sevilecektim, bunu yaparsam saygı ve ilgi görecektim. Özel hayatım, arkadaşlarım, ailem hepsi bu kanala bağlıydılar.
Neden mutsuz olduğumu fark edene kadar insanlara küstüm, kızdım, öfkelendim, suçladım, yeterince değer görmüyorum dedim. Ve sonra durdum. Çığlık atmak yerine kendi sesimi dinledim.
Duyduğum şey şu oldu ; Senin bu kadar önem verdiğin, emek harcadığın bu şey tek başına seni mutlu etmiyor.
Başarılı olursan görülebilirsin cümlesi bana ait değildi.
Bir yerlerde duymuştum bu cümleyi. Birileri bana fısıldamıştı sanki ya da hissettirmişti ve bu bilgi bende kalmıştı. İşin çok garip ve acı yanı hayatımı bir başkasının sözü üzerine kurmuştum. Belki annemin, belki ilkokul öğretmenimin, belki okuldaki arkadaşlarımın. Bazen bazı öğretilerin ve genellemelerin senden çıkıp çıkmadığını kendine sorman çok işe yarıyor.
‘’Bu bilgi bana mı ait?’’ sorusu inan her şeyi değiştirebilir.
Bu soruyu sorduktan sonra cevabı buldum. İnsanların ürettiğim şeye olan ilgisi benim istediğim seviyede değilse, bu ne benim başarım ne de başarısızlığımla ilgiliydi.
Konu benimle ilgili değildi.
Konu karşımdakinin bakış açısıydı. Bana kendi gözünden, kendi öğretileriyle bakıyordu. Bu sadece iş hayatımda değil tüm insan ilişkilerimde geçerliydi. İnsanların beni hayatında koyduğu bir yer vardı. Dünyanın geri kalanının umurunda olmayan bir yer. Sadece benim umurumdaydı ve bana yetmiyorsa yetmesindi zaten. Her ilişki bir alışveriş ve ancak alırsak verebiliriz. Kahve satılmayan bir marketten ısrarla kahve satın almak istemek büyük saçmalıktı.
Finalde fark ettim ki;
Görülmek için başarıya ihtiyacım yokmuş.
Görülmek için bir başkasının onayına ihtiyacım yokmuş.
Görülmek için üzülmem, korkmam, kırılmam ve hatta terk edilmem gerekiyormuş.
Görülmek için kendim olmaya, bilmediğim sularda yüzmeye ihtiyacım varmış.
Bir başkasına değil, kendime ‘’gör beni’’ demem gerekiyormuş.