Günler Aynı Tonda Geçiyorsa…
“Sevgi, her şeyin üstesinden gelir.”
“Azmin başaramayacağı bir şey yoktur!”
Bu cümleler ve daha nicelerini günlük yaşantımızda farkında olmadan defalarca kullanır dururuz. Peki gerçekten hakkını veriyor muyuz bu cümlelerin? Söylerken o kadar basit ve o kadar kolay ki!
Diyelim ki birine kör kütük aşık oldunuz ve onu tanıdıkça aranızda aşılamayacak uçurumlar olduğunu farkettiniz. Yaşam standartları, kültür seviyesi, almış olduğu eğitim, ilgi duyduğu konular sizin dünyanıza o kadar farklıdır ki eliniz kolunuz bağlanır. Böyle bir durumla karşı karşıya kaldığımızda hemen hepimiz daha yolun başındayken vazgeçeriz bu sevdadan. Ne de olsa bizde “Baştan olmayacak duaya amin denmez!” Değil mi?..
Uzunca bir süredir merak içerisinde okuduğum, bir yandan da hemen bitmesin diye ağırdan aldığım Jack London’ın Martin Eden isimli kitabı günlük hayatımızda farkında bile olmadan kafamızda dönüp duran yüzlerce sorulara öyle güzel yanıtlar buluyor ki! Bayram tatilini fırsat bilip kitabı bitirdim ve alıntılarla birlikte hayatımızda belki de farkında olmadan atladığımız birkaç noktaya değinmek istedim.
“Bir gül yaprağı gibi, diye düşündü, bir kar tanesi kadar serin ve yumuşak. Bir kadının elinin öyle mis gibi yumuşak olabileceğini hiç düşünmemişti. (..) Martin, fabrikada çalışan kızların ve emekçi kadınların sert, nasırlı ellerine alışkındı. Bu kadınların ellerinin neden sert olduğunu biliyordu, ama kızın eli… Onun eli yumuşaktı çünkü asla elini kullanarak çalışmamıştı. Geçinmek için çalışmak zorunda olmayan bir insan olabileceği düşüncesi onu hayrete sürükledi ve kızla arasındaki uçurumu daha da açtı.“
Jack London, yaratmış olduğu Martin Eden karakteriyle her şeyden önce bize her şeyin mümkün olabileceğini anlatıyor. Martin’in aşık olduğu kadın, edebiyat bölümü mezunu, belirli bir kültür seviyesine sahip, halkın “aydın” kesim diye tanımladığı sınıfa aittir. Martin ise lise öğrenimini yarıda bırakmış, kaba kuvvetle bir şeyleri halletmeye çalışan, geçimini gemilerde çalışarak sağlayan bir delikanlıdır. Aralarındaki bu uçurumun farkına varan Martin, aşık olduğu kadını kaybetmemek için kendi dünyasını değiştirmeye karar verir. Kitabın ilerleyen sayfalarında, lise öğrenimini dahi tamamlamamış olan Martin’in kendini kütüphanelere kapatıp felsefeden matematiğe okuduğu yüzlerce kitapla nasıl dünya görüşüne sahip olduğunu, eline kalemi alıp yazdığı öykülerle nasıl da olmazları oldurmaya çalıştığını göstererek “Yeter ki siz isteyin, çabalayın, elinizden geleni ardınıza koymayın, sonrasında bakın her şey nasıl da bir anda güzelleşiveriyor.” diyor adeta.
“Kitaplar sanki dört bir yandan üzerine gelip onu bastırıyor ve eziyorlardı. İnsanoğlunun bilgi birikiminin bu kadar muazzam bir kaynağı olabileceğini asla düşünmemişti. Korkmuştu. Beyni nasıl olup da bütün bu bilgilere hakim olabilirdi? Sonra, bu bilgilere hakim olan başka bir çok insan olduğunu hatırladı; kendi kendine fısıldayarak tutkuyla büyük bir ant içti ve o insanların beyinleri ne yaptıysa kendi beyninin de bunu yapabileceği üzerine yemin etti.”
Kimi zaman da bir işe başlarız, günlerce belki aylarca çabalar dururuz. Öyle yaparız olmaz, böyle yaparız olmaz. En sonunda bu işin bize göre olmadığına karar verir bir kenara usulca bırakıveririz. Oysa Martin, yazar olmayı kafasına koyduğu andan itibaren o kadar zor dönemler atlatır ki! Üstüne giyeceği takım elbisesinden, yazılarını yazacağı daktiloya kadar her şeyini rehin bırakmak zorunda kalır. Ama yine de pes etmez.
Hala içimizde Martin’in sahip olduğu tutkuya, sevgiye, azme sahip olan var mıdır bilmiyorum. Ama kendi adıma konuşmam gerekirse kitabı okurken hayata bakış açım ile ilgili birçok eksik nokta fark ettim. Gün sonunda başımı yastığa koyduğumda hepsinin kendi içimde muhakemesini yaparken buldum kendimi.
“Yaşanmış günler yaşanacak günlerin içinde erir, saatlerin günün içinde, haftaların ayların içinde eridiği gibi. Harcanmış günlerden insana kalan yalnızca yaşadıklarıdır. Bu yaşadıkları kayda değerse onun ruhunda, belleğinde unutulmaz izler bırakır. Günler aynı tonda geçiyorsa hayat çekilmez olmaya başlayacaktır.”
Israrla okumanızı tavsiye edeceğim bu kitap emin olun sizin de kitaplığınızda, başköşenizde olacaktır.
Sevgiyle,
Melthilda.