Güvenlik mi? Konfor mu?

Ercüment Yöndem
Türkçe Yayın
Published in
6 min readMay 3, 2021

İnsani gelişim açısından benzer düzeyde gerekli olduğunu düşündüğüm güvenlik ve konfor, sanki bir AB doğrusunun iki ucuna yerleştirilmiş durumda.

Diğer bir ifadeyle; iki oturaklı bir tahterevallinin bir tarafına güvenlikçiler bir tarafına konforcular, merkezine en uzak noktalara da bu fikirlerin en ateşli savunucuları oturmuş. Tahterevallinin güvenlik tarafı ağır basınca konforumuzdan olacağımızı, konfor tarafı ağır basınca güvenlik tarafı kuş olup havalanacakmış gibi yaşıyoruz.

“-Mış gibi” diyorum ama elbette gerekli veya gereksiz güvenliğe yönelik her adım, konfora çekilen bir sınırdır. Çekilen bu sınırın konfordan eksiltmesi ya da daha konforlu hale getirmesi ise amacına, ölçüsüne, rengine, materyaline bağlı.

Bu iki taraflı tahterevallinin en kötü tarafı ise x eksenine paralel vaziyette durmaması için verilen çaba ile evdeki bulgurdan da etmesi. Halbuki Brezilya’daki kollarını iki yana açmış İsa heykeli sağdan da çekilse soldan da çekilse hareket etmez.

Güvenlik de konfor da insanın temel gereksinimlerinden. Toplum ya da bireyler nezdinde bu iki kavramdan biri daha fazla değer görüyor olabilir ya da hangisine önem verileceği konusunda münferit doğrular olabilir. Bununla birlikte aslında hangisinin daha önemli olduğunun cevabını irdelemek hem bu yazı için çok katmanlı hem de benim bilgi birikimimi aşacak noktalara sahip. Ayriyeten cevabı kesinlik taşıyacak bir konu da değil.

“Güvenlik mi? Konfor mu?” ikileminde hangisinin gerçekten daha önemli olduğunun tarafımdaki, bu yazılık cevabı ise “nerede?” ve “ne zaman?” sorularında gizli. Farklı durumlar farklı disiplinler açısından yaklaşmak her seferinde ikilemin farklı noktasına ulaştırıyor beni. Fakat şu bir gerçek ki, hayatın kaotik yapısı karşısında, karşı ucu bulunan bir kavrama sıkı sıkıya bağlanıp yol yürümek, yürüyüşün sağlığını olumsuz yönde etkileyebilir. Hatta bu çok olasıdır. Dolayısıyla bu iki kavramın sahiden de tahterevalli metaforundaki gibi x eksenine paralelleşen, dengeli bir yapıda ilerlemesi yararlı olacaktır.

Güvenliğin de konforun da kaynağı insanın kendisi, beynin çalışma mekanizması.

İnsanın kendisini rahat hissettiği psikolojik evreyi konfor alanı olarak tanıyoruz. Sürekli aynı koltuğa oturmak, döne dolaşa izlenen aynı diziler, yıllarca aynı siyasi partiye oy vermek… Bütün bu davranışlar konfor alanı içinde gerçekleşen ve kişiyi strese sokmayacak, -en azından- çıkabilecek sorunların öngörülebileceği tutumlar. Tekrarlanan davranışlar üzerinden örnekler verdim zira davranışları değiştirmek için de çoğu zaman konfor alanının dışına çıkmak mecburiyetindeyiz.

Konfor alanının dışında fırsat ve tehlike arasında gidip gelir vaziyetteki risk bulunuyor. Dolayısıyla belirsizlik daha fazla; tekrarlanan davranışlar, bilinen yollar daha sınırlı. Semtin tekinsiz sokaklarında yürümek gibi… Kimimiz için korkutucu, kimimiz için ürpertici, kimimiz için heyecan verici, kimimiz için de hayatın olağan akışı. O tekinsiz semtin içerisinde korku, stres, endişe mutlaka var ama diğer taraftan da her bölümü plot twist barındıran bir dizi gibi. Aslında orası, değişimin de başlayabileceği yer.

Dolayısıyla yüzme bilmeyen bir çocuk nasıl ki güvenlik önlemleri olmadan suya bırakılmamalıysa bireysel anlamda insan da zihinsel sürecinde ne yüzmeyi öğrenmekten/risk almaktan geri durmalı ne de ölüm tehlikesinin yüzme ihtimalini solladığı senaryolara yelken açıp dehlizlerde boğulmalı.

İnsani açıdan konfor alanının içinde kalmak ve dışına çıkmak arasındaki optimum dengeyi sağlamak oldukça güç, elbette benzeri bir güçlük “Güvenlik mi? Konfor mu?” ikilemine cevap verirken de mevcut. Ağırlık merkezi değişken bir tahterevallinin dengeli götürülmesi gerekli olduğu kadar zor…

Son dönemlerde ardı arkası kesilmeden yaşadığımız facialardaki artış beni bu ikilem üzerine oldukça düşündürüyor...

Öncelikle, video streaming serviceler arasında yaşanmasını beklediğim fakat anlık mesajlaşma uygulamalarında gerçekleşip beni ters köşeye yatıran dijital göçe tanıklık ettik. Yasalara uyum sağladığı için halihazırda yaptığı işlemleri kullanıcı onayına sunan WhatsApp, insanları güvenlik-konfor ikileminde bırakan hadiselerden birine imza attı. 2 milyona yakın kullanıcının WhatsApp’i bırakıp Telegram, Bip, Signal gibi uygulamalara geçiş yaptığını gördük. WhatsApp’in kullanıcılarına yönelik yanlış iletişim şekli, diğer uygulamaların arta kalır yanları olmasa da, bir kısım kullanıcısını farklı uygulamalara kaptırmasına neden oldu. Bütün bunların sebebi temelde, WhatsApp’a güven konusunda yaşanan bir tedirginlikti. Fakat diğer taraftan daha büyük bir çoğunluk(yaklaşık 40 milyon) ise her anlamda sağladığı kullanım kolaylığı sebebiyle WhatsApp’te kalmayı tercih etti. “Okumadan kabul ettim”ciler de dahil…

Bir ikinci hadise, göz bebeği online sipariş platformu Yemeksepeti tarafında yaşandı. Mart 2021 içerisinde bir de baktık ki yemeksepeti.com siber saldırıya uğramış ve yemeksepetinde kayıtlı kişisel verilerimiz çalınmış. Ad-soyad, mail adresi, telefon numarası, adres bilgisi, şifrelenmiş kredi kartı bilgileri, şifrelenmiş sosyal medya hesabı bilgileri… Günlük hayatta bizden resmi kurumlar haricinde bu bilgiler istense asla cevap vermeyeceğimiz gerçeği şöyle dursun, 21 milyon kullanıcının etkilendiği bu olay bir dijital göççüğe neden dahi olmadı. Güvenlik-konfor ikilemindeki yerini umarsızca, yemeksepetinden tavuk dürüm söyleyerek belirginleştiren kullanıcılar yine gülümsetti.

ABD siyasetindeki değişimi de bu ikilemde değerlendirmek mümkün fakat bunu yazması gereken kişi, okumanız gereken kişi elbette ben değilim. Geçiyoruz…

Güvenlik-Konfor düzleminde değerlendirebileceğimiz bir diğer durum ise tüketim alışkanlıklarında gizli. Dünya çapınca tüketicilerin kullanım alışkanlıklarının ne yöne doğru farklılaştığı incelendiğinde görüyoruz ki bir materyalin mülkiyetine sahip olmaktansa onun doğrudan zilyedi olmak önem kazanmış durumda. Eskiden satın aldıklarımızın bizi güvende hissettirmesine daha çok ihtiyaç duyuyor olmalıyız ki tüketiciler, mülkiyete dayalı bir yaşam tarzı tercih ediyordu. Kirada oturmaktansa ev sahibi olmak, ikinci el giysi pazarının olmaması, cazip durumlardı. Fakat artık elbette bunlar da değişti. Satın almaktansa kiralamak, sıfır yerine ikinci el tercih etmek bir çok açıdan daha cazip bir hale geldi. İkinci el tekstil satışı yapan butiklerle başlayan süreç, alışveriş devlerinin bile bu sektörde yer alması gerektiğini hepimize gösterdi. Nitekim Trendyol’un 2018 yılında Dolap uygulamasını bünyesine katması boşuna değildi.

Elbette yukarıdaki örnekler çekişmedeki galibin konfor olduğunu göstermez fakat ufak da olsa fikir verebilir…

İtiraf etmek gerekirse, güvenliğin damga vurduğu çağın eskilerde kaldığını, tahterevallide konfor tarafının nispeten ağır bastığı zamanların demlendiğini hissediyorum.

Yıllar yılları kovaladı; nereye adım atması gerektiğine dair icazet alması gerekmiş annelerin, “karışılmadan” büyüyen çocukları oldu. Ve bu değişimin yaşanma sebebi çocuk gelişimi üzerine eğitim alan ebeveyn sayının artışı değildi. Anneanne de anne de çocuğunu nasıl yetiştirmesi gerektiğine bilimsel makaleler ışığında karar vermedi, en azından çoğunluğu bu yönde davranmadı. Bana kalırsa bu sebep, zamanın ruhu idi.

Malumunuz bugün Teoman’ın mevsim rüzgarlarını değil Z kuşağının getirdiği/getireceği değişim rüzgarını konuşuyoruz. Mutlaka her dönemin gençleri değişim istemiş, yaşlıların hayatı mahvettiğini düşünmüş, idealist düşüncelere boğulmuştur. Öte yandan Z kuşağı hayata dünyaya, internet ile birlikte geldi. Dolayısıyla “Bizim zamanımızda yokluk vardı” diyen annelerin yokluk çekse de ötedeki varlığı net görebildiği için “yokluk yok, ben yoksulum” diyebilen çocukları oldu.

Dolayısıyla içinde bulunduğumuz saatin tik takları, kon-for-kon-for şeklinde duyuluyor. Zamanın ruhu kağıttan kağıda, kulaktan kulağa, dilden dile ilerleyerek eviriyor çeviriyor kendi istediği yere getiriyor mevzuyu. Tıpkı Covid-19 salgını gibi…

İnsan hayatının böylesine doğrudan ve uzun süreli etkilendiği pandemi şartlarında can güvenliğimiz için geri durmalara, güvenli alanlara, hayati tedbirlere bulanmış durumdayız. Türkiye’de ilk #evdekal kampanyaları daha dün başlamış gibi gelse de diğer yandan yıllardır Covid ile yaşıyormuşuz gibi bir hissiyatım var. Pandemiyle geçen 2. yılı doldurmak üzereyiz. Patlamaya hazırız, bıçaklar kemiklere dayandı, her gece yeminler edildi... “Şöyle olursa deliririm” diye söylenen ne varsa maalesef hepsi yaşandı. Fakat sözlerini tutmadılar, delirmediler ya da sosyal medya sahteliğinde delirmemiş gibi göstermeyi başardılar.

Bana kalırsa bundan sonrasını da zamanın ve salgının ruhu kafa kafaya verip belirleyecek. Yaşarken çok farkında olmasak da tarih kitaplarında, sonucunda büyük değişimler yaşandığı, anlatılacak bir dönemin içinde olduğumuzu düşüyorum. Dolayısıyla öngörülü tespitlerde bulunmak da bir o kadar zor. Belki mecbur kaldığımız bütün bu tedbirler bizim için güvenliğin öneminin yitmesine sebep olacak belki de salgın tedbirlerinin getirilerinden sebep güvenlik hayatımızın birinci önceliği haline gelecek. Neler olacak göreceğiz… Ha, mevzunun bencesi yukarıda okuduğunuz kelimelerde saklı. Bu değişimi hayatın her alanında mutlaka göreceğiz…

Her ne olursa olsun unutamayalım ki; konforsuz bir hayatın tadı eksik, güvenliksiz bir hayatın yası boldur.

Ne dememiş ünlü fizikçi: Güvenliği dışlayan konfor topal, konforu dışlayan güvenlik kördür.

Ercüment YÖNDEM * 03.05.2021

Okuduğunuzu beğendiyseniz alkış atarak ve yazıyı paylaşarak bana destek olursanız çok sevinirim.

Ayrıca bana twitter hesabımdan, instagram hesabımdan veya profilimdeki mail adresimden her zaman ulaşabilirsiniz.

--

--

Ercüment Yöndem
Türkçe Yayın

Avukat, hukuk okuryazarı ve ilgilendiği alanlara dair içerik üreten blog yazarı. İlgili blogtasınız. Hoş geldin. av.ercumentyondem@gmail.com