Galeano ve Camus ile Koronavirüs Günleri

Merve Güzyurdu
Türkçe Yayın
Published in
3 min readMay 14, 2020

Havanın sisli olduğu ufkun gözükmediği zamanlarda edebiyat ve sanatın insana nasıl yardım edeceğini daha iyi kavradığımız günler, koronavirüs günleri oldu bir bakıma. Hayatı anlamlandırma çabamda ellerimden tutan ve bu pandemi günlerinde önümdeki sisli havayı dağıtmama yardım eden çok sevdiğim iki yazar var: Eduardo Galeano ve Albert Camus. Birbirine uzak gibi duran bu iki yazar ile bir yolculuktayım uzun zamandır. Hayatın tüm absürdlüğüne rağmen Sisifos gibi hayata direnmeyi, hatta itina ile yaşamayı, “zarını mutluluk için atmayı” Camus’den; yaşadığımız dünyada duymadığımız onca sese kulak veren, varlığından haberdar olmadığımız “hiçkimse”leri hikayelerinde anlatarak “birileri” yapan, acıları ve umutları kendine has üslubu ile dile getiren Galeano’dan ise yaşama karşı duyarlı olmayı öğreniyorum.

Yürüyen Kelimeler adlı kitabında “Hayatta kalmak istemiyoruz, yaşamak istiyoruz.” diye seslenen Galeano, dünyanın yaşam mücadelesi verdiği şu korona günlerine iyi gidecek bir cümle söyler. İtalyan düşünür Agamben’in isyanı da buradadır işte, çünkü olanaklılık dahilinde yapılan onca ritüel biyolojik hayatımız tehlikeye girdiği anda terkedilmiştir. Hayat biçimimize, kültürümüze, değerlerimize bağlılığımız askıya alınmış, simgesel hayatımız sarsıntıya uğramıştır başka bir deyişle de. Galeano aynı kitabında şöyle bir ifade de kullanır: “..yağmurun uyandırdığı dünya.” Evet, acı duyuyoruz, sevdiklerimizi kaybediyoruz ama yaşam devam ediyor. Bizleri uyandıracak yağmurun sesini duymalı..

Son günlerde adını sıkça duyduğumuz kitaplardan belki de en önemlisi Camus’nün Veba kitabı. Camus bu kitabında vebanın geldiği Oran kentinde geçen olayları ve insanların olanlar karşısında verdikleri tepkileri anlatır. İnsanın içindeki kötülüğü “veba” metaforu üzerinden anlatan yazar, vebanın içimizde olduğunu ve bu yüzden hep geri geleceğini söyler. Yani virüs bizim içimizdedir… Şüphesiz koronavirüs dil, din, renk, ulus, cinsiyet seçmediği aşikar, fakat bizim ona karşı olan mücadelemizde aynı diyebilir miyiz? Başta vücut dirençlerimiz farklı, kendimizi savunma biçimlerimiz, tedavi göreceğimiz hastaneler farklı. Dolayısıyla koronavirüs bulaşma konusunda eşitlikçi olabilir ama bizim onunla mücadelemiz öyle pek de eşitlikçi değil. Zaten eşitlik, güzellik, iyilik öyle hazır bir şekilde önüne gelmez insanın, bunun için bir mücadele vermek gerekir.

Albert Camus diğer bir kitabı olan Başkaldıran İnsan’da ise, “Düşkünlüğün bas bas bağırdığı, doymuşların uykusunu kaçırdığı bu zamana şükürler olsun!” diyerek sesini yükseltir. Evet, eşitlik konusunda şüpheler var ama herkesin uykusunun kaçtığı şüphesiz bu süreçte.

Kitaplarında, “Futbol topu gibi dönüyor.” dediği dünyanın pek çok kirli yönüne değinen Galeano, “Bu karanlık zamanlarda yarasalar gibi karanlıkta uçmayı öğrenmeye çalıştım, hala da bunu yapmaya çalışıyorum.” diyerek hayat yolculuğunu da özetler. Şayet yaşasa idi bize anlatacağı daha nice hikayeler vardı. Teknoloji çağı dediğimiz, erişilebilirliğin arttığı, iletişim üst seviyelere çıktığı bu zamanda hala görmediğimiz, kulaklarımızı kapattığımız onca ses var ki, Galeano işte bu yüzden “dünyanın vicdanı”ydı. Yaşadığı onca şeyin yanında koronavirüsünün hiçbir şey ifade etmediği insanları, can korkusu yüzünden yıllarca birlikte yaşadığı kedisini sokağa bırakanları, adaletsizliğin hüküm sürdüğü yerleri, huzursuzluğa terkedilmiş huzurevlerini, korona dünyaya eşitlik getirecek diyerek kendinden geçenleri anlatırdı bizlere şüphesiz, o kendine has üslubuyla. O ne gözlerini kapatıyor ne de kulaklarını bastırıyordu. Onun amacı karanlıkta yarasalar gibi uçmaktı..

--

--