Geçmişe Bakarken

m.güneş
Türkçe Yayın

--

Birbirleri ile çokça karşılaştırılan, yazınlarının benzeşen ve ayrışan yönleri çokça araştırılan yazarlardır Abdülhak Şinasi Hisar ile Ahmet Hamdi Tanpınar. Süha Oğuzertem (2018, 242) birçok açıdan bu ikilinin birbirinden çokça ayrıştığını söyler. Haksız da değildir lakin bu yazıda inceleyeceğimiz iki esere baktığımızda mevzubahis konular ve anlatıların oluşturulma yöntemleri arasında bir benzerlik, muhakkak ki, mevcuttur. Bu iki eser, kendi geçmişlerinden bölümler aktaran ve bunu iki ölü tanıdık vesilesiyle yapan anlatıcıların yer aldığı Hisar’ın Fahim Bey ve Biz adlı romanı ile Tanpınar’ın “Acıbadem’deki Köşk” adlı öyküsüdür. Biz bu iki eseri bu yazıda anlatıcıların metindeki konumu, işlevi ve diğer karakterler ile ilişkileri üzerinden inceleyeceğiz.

Hisar’ın da Tanpınar’ın da anlatıcıları iyi eğitimler almış, üst sınıf kimselerdir ama aralarında büyük bir fark söz konusudur. İkincisinin anlatıcısı tüm anlatıyı dışarıdan bakarak oluşturur, olaylara ve karakterlere mesafelidir. Bu ayrıksılık nedeniyle de olaylar ve kişiler hakkında fikir yürütüp hüküm verebilecek ya da onları hiç umursamayacak kadar metin üzerinde bir iktidara sahiptir. Bu nedenle de “Acıbadem’deki Köşk” boyunca anlatının odak noktası olan Sani Bey ve anlatıcının kendisi dışında anlatıya müdahil olan ya da anlatıda önemli bir yer işgal ettiğini söyleyebileceğimiz başka bir kimse yoktur. Anlatıcı bu öyküyü anlatabilecek kadar yetkin bir öznedir ve dış dünyanın bilgisine de sahip olduğundan emin olmalıdır ki başkasının sesini, fikrini işittirmeye ihtiyaç duymaz. Kendi başına her şeyi anlatabileceği için diğer karakterlere ufak replikler söylemeleri dışında bir ihtiyacı kalmaz. Dolayısıyla metin çok seslilikten uzaktır.

Nitekim Hisar’ın anlatıcısı böyle bir iktidara sahip değildir. Onun anlattığı her şey ya başkalarından edindiği duyumlardır ya da kendi naçizane fikirleridir. Yorum yapmaktan, kesin hüküm vermekten müthiş çekinir çünkü dış gerçekliğin, dış bilginin varlığına inanmaz: “Halbuki aleyhimizde verilen hükümlerin sebepleri çok kere bizim kusurlarımız değil, bize bakanların görüşlerini bulandıran kendi hisleri, acizleri ve öfkeleridir.” (Hisar 1996, 80) Bu nedenle olsa gerek ki metin boyunca hâkim olan zaman kipi “-miş”li geçmiştir, anlatı bilinçli bir biçimde hep muğlak bırakılır. Oğuzertem (2018) bu durumu “olasılıkların çığ gibi büyüyüşü” (253) olarak nitelemiş “…herhangi bir hakikat arayışına yol açmıyor.” (252) diye yorumlamıştır. Hisar’ın anlatısı bu yüzden çok sesli olmak zorundadır. Tüm karakterlerin fikirlerini aktarılmalıdır, anlatıcı hepsiyle eşit ve mesafesiz konumlandırılmalıdır. Eserin adının “Fahim Bey ve Biz” olması da belki bu yüzdendir. Metin boyunca hep bir çoğul öznelik hâli söz konusudur ve bu durum kolektif bir bilincin vurgulandığını, bireysellikten kaçınıldığını hissettir (Oğuzertem 2018, 250). Bunun bir başka örneği de şudur: “Zira, daima böyle, başkalarına acıdığımızı sanırken bile, içimizden mutlak biraz kendimize ağlarız.” (Hisar 1996, 8) Anlatıcı kendi duygu durumunu bile başkalarından ayıramamakta, toplumla böylesine bir bütünleşme içinde mevcudiyetini sürdürmektedir.

İki metin arasındaki bir başka farklılık ise yine anlatıcılar hususundadır. İlk başlarda benzer gibi görünen anlatıcıların ana karakterlere bakışı zaman ilerledikçe birbirinden farklılaşır. Hisar’ın anlatıcısı metnin başlarında Fahim Bey’e karşı bir hayranlık duyuyorken gittikçe bu hayranlığını kaybeder. Değişim, Fahim Bey’deki kusurların fark edilmesiyle başlar ve en sonunda Fahim Bey’e karşı bir acıma duygusunun edinimine kadar uzanır. Bu değişimi anlamanın en iyi yolu yine metnin kendisine bakmak olacaktır: “Zira fikrimiz şehrimizdeki kuleler hakkında bile sabit değildir ve bu müddet zarfında ben başkalaştığını için, onu elbette başka başka görecektim.” (Hisar 1996, 68) Dış gerçekliğin evrenselliğine inanmayan anlatıcı savımızın bir başka delilini mevcut etmesinin yanı sıra bu cümlenin bir diğer özelliği, anlatıcının hayatı durağan ve değişmez bir olgu olarak görmediğini söylemesidir. Kavrayışının nesnesi “sabit/değişmez” olsa dahi kendi varlığındaki değişimden mütevellit nesneyi de farklı algılayacağından dem vurmaktadır anlatıcı. Sahiden de metin boyunca Fahim Bey hep aynı gayelerin peşindedir ama anlatıcı zaman ilerledikçe onun bu gayelerini küçümsemeye başlayacak, kusur olarak addedecek ve zamana ayak uyduramayan bir adamın boş hülyaları olarak yorumlayacaktır.

Tanpınar’ın anlatıcısının Sani Bey’e karşı hissiyatının incelenmesine geçmeden önce değinilmesi gereken bir husus mevcuttur ki bu husus Köşk ile Sani Bey arasındaki münasebettir. Köşk de sahibi Sani Bey kadar acayipliklerden, tezatlardan teşekküldür. Bizatihi Sani Bey’in icadı olan banyo dairesinin anlatıcının zihnî hayatını üçüncü safhaya sokması örneğinden de örneklenebileceği üzere Köşk’ün -dolayısıyla da Sani Bey’in- anlatıcıya olan tesiri pek kudretlidir. “Onun sayesinde doğrudan doğruya realite[1] üzerinde düşündüm.” (Tanpınar ve Enginün 2011, 231) diye de ekler hatta. Bu cümlenin bir başka önemi de anlatıcının dış gerçekliği kabulünü göstermesidir. Hisar’ın metnindeki gibi içkin gerçeklik, Tanpınar’da yoktur. Bundan mütevellit olsa gerek; Tanpınar’ın anlatıcısı, Sani Bey’e olan hislerinde çok büyük bir farklılaşma göstermeyecektir. Hatta ve hatta Sani Bey’in cesedini görenlerin “İşte vazifesini yaptığından hiçbir şüphesi olmayan adam!.. diye düşünmemesi kabil değildi.” (Tanpınar ve Enginün 2011, 241) diye bitirir anlatıyı.

Şimdiye kadar farklılıklarını saydığımız bu iki anlatıcı arasında bir benzerlik de bulunmaktadır: İkisi de değişen Osmanlı toplumunu izlemektedir. 19. yüzyılın son yıllarındaki Osmanlı toplumunu temsil edermişçesine kurgulanmış iki karakter olan Fahim ve Sani beyler üzerinden gerçekleşir bu izleme. Fahim Bey bir girişimciyken Sani Bey bir mucittir ve ikisi de toplumun refahı, ilerlemesi için kurguladıkları planları gerçekleştirme gayesiyle bu işlere soyunurlar. Öldüklerinde ise kendilerini izleyen anlatıcılarda farklı izlenimler bırakırlar. Fahim Bey’i izleyen anlatıcının hissiyatındaki değişimi daha önceden anlatmıştık, o anlattıklarımızı temsiliyet savımız ile birleştirdiğimizde şunu çıkarabiliriz: Hisar’ın anlatıcısı -en başlarda ne kadar hayranlıkla izlemiş olsa da bu ilerlemeci çabayı- sonuçsuz kalan teşebbüsleri göre göre inancını kaybetmiştir Fahim Bey’e dair. Zaman ilerledikçe sevgiyle anmaya devam eder ama ön plana çıkan duygunun acımaya döndüğü barizdir. Dolayısıyla, Hisar’ın anlatıcısının değişen Osmanlı toplumunun sonuçsuz devinimlerine acıyarak baktığını ve güzel hislerinin hep eski zamanlara olan hasretinden mütevellit olduğu söylenebilir.

Tanpınar’ın anlatıcısında ise böyle bir acıma duygusu ön plana çıkmaz. Tüm aile Sani Bey’in yeni icadı olan gusülhaneyi gördüklerinde gülmelerine mâni olamamışlardır ama ne kadar gülünç olsa da bu -özellikle de anlatıcı için- önemli bir çabadır. Yargılamaz mucidi, rahmetle anmaya devam eder. Sani Bey’i Osmanlı toplumuna benzettiğimiz savımız üzerinden yine şunu söylemek yanlış olmayacaktır: Tanpınar’ın anlatıcısı değişim çabalarını merakla ve saygıyla izler. Hatalar, gülünçlükler görse dahi bunun önemli bir gaye uğruna yapıldığını bildiği için içinde bir acıma ya da hüzün belirmez. Geçmişe hasreti şimdinin ve/ya ulaşılmak istenen geleceğin “kötü”lüğünden değildir, geçmişin kendisine kazandırdıklarını memnuniyet içinde andığı içindir.

Özetlemek adına, iki anlatıcının geçmişi çok farklı duygularla hatırladığını söyleyebiliriz. Bunun yanında ilkinde bir kolektif bilinç ve aktarım vurgusu yoğunken ikincisinin anlatı nesnelerine daha mesafeli olduğu göze çarpar. Dolayısıyla da ilkindekinin aksine ikincisindeki anlatıcının anlatı üzerinde bir iktidarı olduğu fark edilmektedir. Sonuç yerine, Abdülhak Şinasi Hisar’ın Fahim Bey ve Biz adlı romanı ile Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Acıbadem’deki Köşk” isimli öyküsü konu bakımından birbirlerini andırsalar dahi sadece anlatıcıları değerlendirildiğinde bile oldukça ayrıştıkları bariz bir biçimde görünür.

Kaynakça

Hisar, Abdülhak Şinasi. 1996. Fahim Bey ve Biz. 1. bs. İstanbul: Bağlam Yayıncılık.

Oğuzertem, Süha. 2018. “Modern Edebiyat ve Abdülhak Şinasi Hisar’ın Sözlü Yazı Serüveni”. İçinde Eleştirirken: Modern Türkçe Edebiyat Üzerine Yazılar, 1. bs, 241–58. İstanbul: İletişim Yayınları.

Tanpınar, Ahmet Hamdi, ve İnci Enginün. 2011. “Acıbadem’deki Köş”. Içinde Hikâyeler: Abdullah Efendi’nin Rüyaları, Yaz Yağmuru Kitapların Dışındaki Hikayeler, 9. bs, 229–41. İstanbul: Dergâh Yayınları.

[1] Vurgu bana ait.

--

--