Gelişine, Gidişine
2021 Distopyasında saçmalamaktan korkmayanların kurguladığı bir dünya düşlüyorum, korkularımla yüzleşmeye korktuğum bugünlerde. Her gün milyonlarca insan ölüyor üç saat süren entrikalı dizilerin reklam aralarında. Zaplayıp geçilen reklamlar ömür törpüsü gerçekten.
Egoların hüküm sürdüğü sosyal mecralarda pek bir dengeli insanlar. Medyada sosyalleşenlerden bazıları ölen soyunu araştırıyor aslında hastanede karışıp karışmadıkları merakıyla. Kimileri kadın memesi görünümlü kupalarında kahvelerini yudumluyorlar, anne sütü gibi helal. Ama aslında hangi influencer çok reklam alıyorsa insanlar onu yaşıyor. Bir ben özlüyorum tahterevallinin tepesindeki özgürlük hissini.
Bu dijital çağda fiziken var olmayan sanallar yaşıyor en çok. Mesela motoru olmayan kurye patronları, yahut kanalı olmayan medya patronları…. ve her birimiz mahremimizi açıyoruz canlı yayınlarda. Titreye titreye bir hal oluyor kişisel gelişimimiz. Ekmekle başlayan furya detoks suları ile devam ediyor. Kimse söyleyemiyor detokslarını içerken içinden geçirdigi profiterolleri. Lezzetsiz içeceklere lezzet yüklemeye çalışırken kaçırıyoruz gerçekliğimizi. Bir ben gömüyorum karantinada cipsleri mideye. Kimileri onu da sağlıklı hale getirme çabasında.
Dört dörtlük yaşam seminerleri veriliyor, sokağa bile çıkamadığımız şu üç, bilemedin dört günlük dünyada.Yanılmıyorsam, her sabah hepiniz sevgiyle uyanıyorsunuz. Hepiniz oyle mutlusunuz ki imreniyorum uykusuzluktan mosmor olmuş gözlerimle. Bir ben mi korkuyorum ölmekten her gün.
Kapımıza geliyor hayat yaşayabildiğimiz kadarıyla. Bir ben kanıyorum sanal gerçeklere yılan dünyada.
Uykusuzluğumun yirminci, karantinanın bilmem kaçını gecesinde artık mevsimler yazdan kışa, kıştan yaza dönüyor. O sevdiğim sarı yaprak sesli, yahut beyaz pıtırcıklı baharlar yok artık. Mantıkla açıklanamayan, hiç bir kurala uymayan dizimlerle yaşıyoruz. Dr. Nash bile şaşırır, günümüzün oyun teorilerinin absürtlüğüne. Geçmişimdeki ukalalığım götümü tırmalıyor. Bir ben saçmalama kontenjanımı kullanıyorum.
Aklıma takıldı, evrende kapladığım alanı hesaplamaya çalışıyorum, gecenin bu vakti liseden kalma matematik bilgimle. Bir kaç algoritma sonrası, matematik öğretmenimin sıfır diye bir sayı olmadığını anlatışını anımsıyorum. Eğitimle geçen yarı ömrümü çöpe atıyorum integral kelimesiyle. Al işte bu cümle de devrik oldu. Hayat çoktan devrilmişken üstüme üstüme, devrik cümlelerime takık Türkçe öğretmenimi de anmadan olmazdı.
Saate ilişiyor gözüm, “çok geç” diye geçiriyorum içimden. Bir anda geç kaldıklarım canlanıyor gözümde. Çocukken izlediğim o dizi geliyor aklıma. İki parmağı ile zamanı durdurabilen Evie olmak isteyişim. Hayat boyu kaç kere zaman dursun istedim. Bazen bir şeylere yetişmeye çalışırken, bazen ara vermek isterken. Dürüst olun, kaçımız istemedik ki hazımsızlık çektiğimiz bir toplantıda zamanı durdurmak ve derin bir rahatlama hissiyle içimizde biriken acı enerjiyi salmak. Ama ben mutlu anlarımı durdurmak istemedim. Öyle yaşayıp bitmiş mutluluğum hızlıca. Belki de bu yüzden tadı damağımda hala uyku masallarının.
Düşünüyorum, zaman durdurulabilseydi gerçekten bundan 120 yıl once, Einstein izafiyet teorisini öne sürebilir miydi? Olmayan bir yalan ölçülebilir mi? Tıpkı şimdiki gibi. Olmasa bizi zehirleyen ama aşığı olduğumuz teknoloji, durmuş gibi zaman. Geceden sabaha kapalı kutularda nefes sayıyor insanlık. Ya gidilemeyen yollara ne demeli. Sanal gerceklik gozlukleri ile gittiğimiz yollar Truman Show filmi gibi duvarlara tosluyor bu günlerde. Bir ben gidilemeyen yollarda, akmayan zamanda yaşlanıyorum.
Kapitallerin egemen olduğu iş dünyasında, takım elbiseli ciddi adamlar ciddi ciddi sorabiliyorlar hala “önceliklerin ne?” diye. Bağıramıyor insan tüm ciddiyetsizliğiyle “sadece yaşamak” diye. Her yerde bir ciddiyet. Gömlek kravat altı donla dolaşıyor artık herkes evlerinde. Açık kameradan muzdarip bir kütüphane konduruluyor evin baş köşesine. Asla okunmayacak, cildi renkli, adı fiyakalı, bir kaç beden büyük kitaplar cabası. Bir ben boş duvarlara bakıyorum.
Dürüst olalım. Kaçımız rakı covidi öldürüyormuş haberinden sonra, alkol komasına girdi . Peki abarttım. Hiç biriniz mi tuvaletteki en yakın arkadaşına sarılıp içini dökmedi. Gerçi daimi dostumuz ile aramıza zamlar girdi. O da başka bir konu “onu da sonra anlatırım”.
Sabrın sonu selamet der, yaşlılar. Ben de sihirli formülü uyguluyorum tuvalet molalarında. Derin bir nefes alıyorum, düşüncelerimi değiştiriyorum, devam etmeye çalışıyorum ama dağılmıyor burnuma yapışan kötü koku. Bir ben koku alabildiğime şükredemiyorum.
Hayat bir an o da bu an! Eğlenmek yaşamaktan kolay aslında. Aç bir müzik salla kolları, içinde kalan son bilinç kalıntılarını dök. Obsesiflik derecesinde temizlik hastası olduğumuzdan robotlar hemen süpürür ne de olsa. Bir ben saçmayım ama umutluyum. Sağlık olsun, daha ne ola ki!
Covid dünyama hiç hoş gelmedin. Korkma gidene kal demem, “Yolun açık olsun” der, yeni normal hayatıma dönerim.
Oha! Yeni sezon yayındaymış.