Gelir Eşitsizliği Sorununa Bir Bakış

Tolga Uğur
Türkçe Yayın
Published in
6 min readJun 30, 2020

Eşitsizlikler çağında yaşadığımız iddia edilebilir, tam tersi hiçbir zaman gerçekleşmeyecek bir ütopya olsa da bireylerin/ grupların arasındaki adaletsizliklerin çok artması sosyal huzursuzlukların ortaya çıkmasına neden olabiliyor. Unutulduklarını, başkentteki sıkıcı siyasetçilerin ajandalarına giremediklerini düşünen insanlar sokağa çıkarak protesto yürüyüşleri yapıyor, değişim talep ediyorlar. Üstelik birçok devrimin protestocuların sesine yeteri kadar kulak kabartmayan siyasetçiler sebebiyle büyüdüğünü düşünürsek, sokağın sesini umursamamanın ne kadar ciddi sonuçlara yol açabileceğini tarih kitaplarından öğrenmiştik.

Son yıllarda birçok farklı grubun eşitsizliklere karşı sesini yükselttiğini görmeye başladık. Yıllardır süregelen bu sorunlar son on yılın ikinci yarısında inkar edilemez bir şekilde kabul edilmeye başlandı. Çok destek gören ilginç bir görüşe göre Hillary Clinton’ın başkan olduğu bir dünyada ne MeToo hareketi ne de sistematik ırkçılığı protesto eden göstericiler olurdu. Bir başka deyişle, mevcut siyasi düzeni rahat bir şekilde eleştiren, belli başlı grupları nefret objesi olarak betimleyen popülist siyasetçilerin istemeden de olsa insanların eşitsizlikleri protesto etmek için sokağa çıkmaları sağlamıştı.

son 40 yılda yaratılan zenginlik çok küçük bir grubu zengin etmiş

Covid-19 salgınından en ağır etkilenen ülke ABD olmasına rağmen, son bir aya damgasını vuran olay George Floyd’un öldürülmesinin ardından ülkede yaşanan sistematik ırkçılığa karşı düzenlenen protestolardı. MeToo hareketiyle beraber kadınların yaşadıkları cinsel tacizleri anlatmaya başlamaları ile BBC’de aynı programı beraber sunan iki sunucunun maaşlarının bile cinsiyete göre belirlenmesi hepimizi şoke eden bir diğer acı gerçek olmuştu.

Fırsat eşitsizliği sorunun ön plana çıktığı eğitim ve sağlık gibi temel ihtiyaçlara ulaşmada belirli grupların avantajlı olmasının, yeteri kadar şanslı olmayan insanların ise kaderlerine terk edilmelerinin korkunç sonuçlarını pandemi sürecinde net bir şekilde gözlemliyoruz. Gelir eşitsizliği ise bütün eşitsizliklerin merkezinde olan, belki de, bireylerin sokağa bu kadar sık çıkmasındaki en önemli neden olarak gözüküyor. Ekonomik açıdan refah bir hayat süren, düşlediği hayatı yaşayan insanların sokağa çıkıp yürüyüş yapmaları çok daha düşük bir ihtimaldir, ancak, ne yazık ki, toplum nüfus içerisinde refah bir hayat sürenlerin oranı giderek azalıyor.

Gelir eşitsizliği kavramı en genel tanımıyla belirli grupların veya ülkelerin arasındaki farklılıkları anlatmak için kullanılır. Küresel düzeyde gelir eşitsizliği azalmasına rağmen ülke içi gelir eşitsizliği son 30 yılda hızla arttığını Gini katsayısı ve Loren eğrisi sayesinde biliyoruz. Bu konunun neden bu kadar önemli olduğunu ise hem 1929 krizinde hem de 2008 ekonomik krizinden önce gelir eşitsizliğinde rekor seviyelere ulaşmasından anlayabiliriz. Son yıllarda yükselen demokrasi karşıtı, düzen karşıtı siyasi fikirlerin büyük bir kısmının gelir eşitsizliğini en ağır şekilde yaşayan grup sayesinde güçlendiğini biliyoruz. Babadan zengin Trump, kendi hayat tarzıyla uzaktan yakından alakası olmayan muhafazakar ve fakir seçmenlerin oyunu alabildiği için başkan seçilebiliyor. Üstelik, Trump seçmenlerinin büyük bir kısmı Trump’ın sürekli yalan söylediğinin farkındaydı. İnsanlar bile bile niye bu hata yaptılar? Muhtemelen geçmişinde hiç siyaset yapmadığı içindir…

Bazı Can Sıkıcı İstatistikler

  • Elimizde 100 dolar olduğunu varsayalım. Aynı zamanda toplumu %20'lik gruplar halinde 5 farklı gruba ayıralım. Günümüzdeki eşitsizlik ortalamasıyla, en zengin %20 elimizdeki paradan 83 dolar kazanacaktır; en fakir %20'nin cebine sadece ama sadece 1 dolar girecektir, en fakir ikinci %20 ise 2 dolar kazanabilecektir.
  • En zengin %1'in serveti küresel sermayenin %80'ne, en zengin 42 kişi ise sermayenin yarısına sahip.
  • 2019 OECD verilerine göre yoksulluk oranının en yüksek olduğu beşinci ülke ABD, yedinci ülke ise Türkiye; Güney Afrika, Kosta Rika ve Romanya ise ilk üçü oluşturuyor.
  • OECD verilerinden devam edersek 0–17 yaş arası yoksulluk oranında Türkiye üçüncü sırada. ABD’nin yine en kötü gelişmiş ülke olduğu listede ilk iki sırada ise Güney Afrika ve Kosta Rika yer alıyor.
  • Gini katsayısında ise Türkiye 0.40 puanla en eşitsiz ülkelerden biriyken, ABD 0.39 puanla en eşitsiz gelişmiş ülke olarak dikkat çekiyor. İlk üçü ise kolaylıkla tahmin edebilirsiniz: Güney Afrika, Kosta Rika ve Şili
Son 100 yılda en zenginlerin sermayede kapladıkları payı gösteren bir grafik

Kısa Bir Tarihçe

Bugünkü anlamıyla gelir eşitsizliği sorunu Sanayi Devrimi ile başlamıştır. 19. yüzyılın başında bile halen dönemin en zengin ülkesi Birleşik Krallık ile diğer ülkelerin arasındaki fark büyümemişti. Ancak, 19. yüzyılın ikinci yarısında Sanayi Devrimini gerçekleştiren ülkeler ile diğerleri arasında makas açılmaya başlamıştı. Çalışma koşullarının ne kadar kötü olduğunu tarih kitapları ve Charlens Dickens romanları sayesinde iyi bildiğimiz bu dönemde ülke içerisindeki gelir eşitsizliği sorunu derinleşmeye başlamış; fakirin çok fakir, zenginin ise çok zengin olduğu bir dönemin ayak izleri duyulmaya başlanmıştı. 19. yüzyılın sonuna geldiğimizde Yaşlı kıtanın eşitsizlik verileri bugünkü seviyenin bile çok üzerindeydi. Yapılan reformlar ile beraber 1. Dünya Savaşı gelir eşitsizliği sorununu bir süreliğine durdursa da asıl büyük değişimler 1929 Krizinin getirdiği yıkıcı sonuçlar nedeniyle yaşanmıştı. Kapitalizmin karşılaştığı en büyük krizin ardından sosyal devlet anlayışları güçlendirilmişti. 2. Dünya Savaşı ve savaş sonrası oluşan komünizm tehlikesi sebebiyle sosyal devlet politikaları uzun süre daha sürdürülmüştü.

1. Dünya Savaşı, Büyük Buhran ve 2. Dünya Savaşı derken küresel sermaye önemli ölçüde yok olmuştu. Bu nedenle 1945 sonrasında yeni bir sayfa açmak mümkündü. 1970'li yıllara kadar gelir eşitsizliği azalmaya devam ederken, 70'li yıllarda yaşanan petrol krizi, artan enflasyon ve siyasi krizler ile birçok ülke için 70'ler kayıp on yıl ifadesiyle anlatılır hale gelmişti. Japonya ve Almanya’nın hızlı yükselişi ABD’yi tedirgin etmeye başlamış, İngiltere ise diğer ülkeler kadar hızlı büyüyememekten şikayet ediyordu. Bu şartlar altında yaşanan muhafazakar devrim ile beraber devletin ekonomideki etkisi azalmış, sosyalizm tehlikesinin de azalmasıyla sosyal devlet anlayışı terk edilmeye başlanmıştı. Bu trend ise son 30–40 yılda hızla artan gelir eşitsizliği sorunun başlangıcı olmuştu.

Neler Yapılabilir?

  • Gelir Vergisi: Günümüzün zenginleri 1910'lardan bu yana elde edilen en yüksek sermayeye sahip oldukları için zenginlerden alınan verginin artırılması gerektiğini neredeyse herkes savunuyor. Gelir vergisi ise bu konuda ortaya atılmış en yeni öneri olarak göze çarpıyor. Bernie Sanders bu konunun en ateşli savunucusu olsa da kendisinin önerdiği vergi oranlarının bir hayli yüksek olduğunu söyleyebiliriz. Bernie, en zengin gruba %8'e yakın gelir vergisi getirilmesi gerektiğini savunuyor; Avrupa’da uygulanan ve Thomas Piketty’nin de kendi kitabında savunduğu gibi %1 civarı bir gelir vergisi bile yeterli olabilir. %1'i küçümseyenlere Jeff Bezos’ın servetinin %1 ile alabileceğiniz villalar/ şatolara göz atmanızı tavsiye ederim.
  • Sosyal Devlet Politikalarının Güçlendirilmesi: Birçok uzmana göre günümüzdeki eşitsizliklerin bu derece tehlikeli boyutlara gelmesi çocuklukla alınan eğitimin kalitesinde yaşanan farklılıklardan kaynaklanıyor. İyi bir eğitim alamayan birini topluma kazandırabilmek çok ama çok zor olduğunu biliyoruz. Salgının ortasında bulunduğumuz bu günlerde sağlık sisteminin güçlü ve ulaşılabilir olmasının önemini bir kez daha anladık.
  • Maaşların Artırılması: Bu konuda 7'den 77'ye herkesin aklına gelebilecek ilk öneri herhalde en fakir %20/40'ın maaşını artırmak olurdu. Fakirlikle mücadelede insanların cebine girecek her bir kuruş önemli olsa da gelir eşitsizliğini sadece en alt sınıfın maaşını artırarak çözemeyiz.
  • Accountable Capitalism Act: Demokratik Parti’nin başkanlık yarışında aradığını bulamayan senatör Elizabeth Warren, 2018 Ağustos ayında gelir eşitsizliği ile mücadele etmek için farklı bir öneri sunmuştu. Alman sistemini örnek alarak, işçilerin bir bölümünün( öneride en az %40 olarak belirlenmişti) karar alma aşamasında etkili olmasını ve toplantıları katılması amaçlanmıştı. Milton Friedman’ın yazdığı ve sonrasında neo liberal politikaların başucu kaynağını olan o meşhur makalede büyük şirketlerin sadece kara odaklanması gerektiği savunulmuştu. Warren ise her şeyden önce bu mantığın değişmesi gerektiğini bunun için de karar alma aşamasının 3–5 takım elbiseli üst düzey yöneticilerin egemenliğinden çıkarılması gerektiğine inanıyor.

Kıssadan Hisse

Birçok uzman içinde bulunduğumuz çağ için ön faşizm tabirini kullanıyor. Faşizm ifadesini duyar duymaz herkesin aklına Hitler ve 2. Dünya Savaşı geldiğinin farkındayım, ama, Hitler 20. yüzyıla özgü olan faşizmin bir sonucu olarak güçlenmişti; 21. yüzyılda eğer faşizm yeniden güçlenirse hepimizin yıllar boyu cephelerde sürünmemize neden olacak savaşlar olmayacak, kimse seçimleri iptal ederek demokratik rejimlerin kapısına kilit vurmayacak. Şu anda siyasetçilere ve büyük partilere güvenin çok düştüğü, siyasetle uzaktan yakından alakası olmayan insanların başkan olarak seçildiği bir dönemdeyiz. 3 4 yıllık tarihleri olan partiler 100 yıllık partileri bozguna uğratıyor. Yeni bir faşist dalga gelir mi bilinmez ama gittiğimiz yolun sonunda tehlikeli siyasi akımların egemen olma ihtimalleri de var…

Yükselen popülizm, hakikatin varlığının sorgulanır hale gelmesi, gelişmekte olan iletişim teknolojilerinin halkın manipüle edilmesine neden olmaları içinde bulunduğumuz çağı 1930'lara benzetilmesine neden oluyor. Üstelik, Covid-19 salgının bırakacağı sosyal ve ekonomik yükün en az 1929 Krizi kadar ağır olması bekleniyor. Uçurumun eşiğinde olma ihtimalimiz sanılandan yüksek olabilir, yine de doğru politikalar ile çözülemeyecek bir sorunun olmadığını da biliyoruz. Salgının bir nevi 3. Dünya Savaşı işlevi görmesi ve Afganistan’dan ABD’ ne kadar her ülkeyi ciddi krizlere sürüklemesi birçok insanın gözünü açmasına, akademik ortamlarda konuşulan sorunların herkesin kabul ettiği gerçekler haline gelmesini sağlayabilir. Unutulmaması gereken bir gerçek var; 1930 Almanya’sı veya ABD’sinde yaşayan birisi 1945 sonrasının bu kadar parıltılı olacağını hayal edemezdi. Yapmamız gereken en önemli şey son tren kaçmadan önce harekete geçmek.

--

--