George Floyd, Winston Churchill, Talat Paşa…

İçine tükürmeden, heykeller ve neyi temsil ettikleri üzerine bir yazı

Tolga Dorken — Serbest Zırvalamalar
Türkçe Yayın
7 min readJun 23, 2020

--

Kristof Kolomb: Büyük kaşif mi, büyük sömürü düzeninin babası mı? (kaynak: Wikimedia Commons)

25 Mayıs’ta Minneapolis’te bir polis memurunun George Floyd’un boğazına diziyle basıp boğarak öldürmesi ve olayın görüntülerinin sosyal medyada paylaşılması sonrasında başlayan ırkçılık karşıtı gösteriler Amerika’yı aşarak Atlantik’in öteki tarafına da yayılmış durumda. ABD’nin pek çok şehrinin yanı sıra özellikle İngiltere ve Fransa’da sokağa çıkan ve başta polis olmak üzere tüm devletin sistemik ırkçı politikalar izlediğini iddia eden protestocuların taleplerinden bir tanesi de ırkçı söylemleri ya da köle ticaretinin içinde yer aldıkları bilinen kişilerin heykellerinin kaldırılması, sokak ve binalara verilen isimlerinin değiştirilmesi. Son günlerde protestocular sadece bu taleplerini dile getirmekle de kalmıyor, “siz yapmazsanız biz yaparız” diyerek heykelleri alaşağı ediyor, kaldırıp denize atıyor.

Heykel tepkisi yeni değil aslında, Amerika’da bu konu çok uzun zamandır konuşuluyor. Daha önce de pek çok şehirde, iç savaş dönemi kölelik yanlısı Konfederasyon (güney) generallerinin heykellerinin olması, askeri kışlalara bu kişilerin adlarının verilmesi siyahlar ve sol gruplar tarafından eleştiriliyor ve bunların kaldırılması, değiştirilmesi talep ediliyordu. 2015 Haziran’ında Güney Karolayna’nın Charleston şehrinde siyahların gittiği bir kilisenin taranması sonrasında ülke çapında ırkçılık karşıtı büyük protestolar düzenlenmiş ve bunun sonuncunda da Virginia’nın Charlottesville kent meclisi, şehirlerinde bulunan Konfederasyon generali Robert E. Lee’nin heykelinin kaldırılmasına karar vermişti. Bu karar şehri aşırı sağcıların hedefi haline getirmiş, 2017 Ağustos’unda yapılan Unite the Right Rally (Sağı Birleştirme Yürüyüşü) gösterileri sırasında ellerinde silahlarla yürüyen kalabalık Konfederasyon ve Nazi bayrakları açmış, aşırı sağcı göstericilerden biri karşıt göstericilerin üzerine arabayla dalarak bir kişinin ölmesine ve 19 kişinin yaralanmasına neden olmuş, sonrasında da Trump efendi “iki tarafta da kötü kişiler var” diyerek göstericilere üstü örtülü bir şekilde arka çıkmıştı.

Charlotsville’de bulunan Konfederasyon generali Robert E. Lee’nin heykeli (kaynak: Wikimedia Commons)

Charlottesville sonrası ırkçılık karşıtı grupların bu heykellerin kaldırması baskısı devam etse de Trump döneminin «her gün yeni bir akıl almaz kriz» ortamında konu hızla gündemden düştü. Ta ki, George Floyd acımasız bir şekilde katledilene kadar. Taleplerin nedeni çok doğal: kölelik gibi bir kötülüğü savunmuş, bundan para kazanmış, birçok insanın ölümüne neden olmuş bu insanların heykellerinin dikilerek, binalara isimleri verilerek onların ve temsil ettikleri düzenin onurlandırılmasına karşı çıkıyorlar. Öteki tarafta white supremacist denilen (Tureng’in çevirisi: beyaz ırkın diğer ırklardan daha üstün olduğuna inanan kimse) aşırı sağcı guruplar ve üstü kapalı bir şekilde, oy kaygısı ile bunları destekleyen Cumhuriyetçi Parti çevreleri, heykellerin köleliği övmekle alakası olmadığını, bu insanların ülkenin ulusal tarih mirasının bir parçası olduğunu iddia ediyorlar. Onlara göre heykellerin şehir merkezlerini süslüyor olması çocukların kendi tarihlerini öğrenmeleri için gerekli.

Tartışmanın detayına girmeyeceğim çünkü aşırı sağcıların argümanı, bir karşı argümanı dile getirmeyi tenezzül ettirmeyecek düzeyde gayriciddi. İtalya’da Mussolini’nin, İspanya’da Franco’nun heykelleri tarih eğitimi için ne kadar gereksizse Amerika’da da Robert E. Lee ve benzerlerinin heykelleri de o kadar yersiz ve lüzumsuz. Ayrıca tarih öğrenmek için kitap diye bir şey var, binlerce yıl önce icat edilmiş. Sorun heykelde değil, bir tarafın canavar olarak gördüğü bir kişiyi başka bir tarafın kahraman olarak değerlendirmesinde.

Konfederasyon heykellerinin kaldırılmasına karşı düzenlenen Unite the Right Rally — Charlotsville, 11 Ağustos 2017 (kaynak: Wikimedia Commons)

Yaşadığımız dönemin gözlüğüyle baktığımız zaman Franco ya da Lee’yi yargılayıp tarihin çöplüğüne fırlatıp atmak, en azında sol bilince sahip insanlar için çok daha rahat. Sıkıntı, heykelleri indirmeye başladıktan sonra nerede duracağımız noktasına gelince beliriyor. Geçtiğimiz günlerde Amerika’da pek çok Konfederasyon liderinin heykeli kaldırıldı, İngiltere’nin Bristol şehrinde göstericiler köle ticareti ile nam salmış Edward Colston’un heykelini limanın derin sularına gömdüler. Ve talepler de yavaş yavaş büyüdü.

Amerika’da şimdi Kristof Kolomb’un heykellerine saldırılar düzenleniyor. Sömürgeler döneminin ilk adımını atan ünlü İtalyan, lise tarih kitaplarında sıkça dile getirilmeyen yönleri ile yargılanmaya başlandı. Tarihin en büyük kaşifinin heykelini dikmeyecek miyiz? Milyonlarca yerlinin ölümüne neden olan, onları gemilere doldurup Avrupa’ya köleliğe gönderen, şehirlerini talan eden adamın heykelini mi selamlayacağız?

Peki ya George Washington? İngilizlere karşı başarı ile mücadele edip modern tarihin ilk büyük demokrasisini kuran adamın heykelini her yere koyup, ismini her yere verip, resmini paralara basarken büyük bir köle sahibi olduğu gerçeğini inkâr mı edeceğiz?

Washington tartışması bir süredir yaşandığı için o kadar şaşırmadım açıkçası. Kolomb biraz daha zorladı beni, ne olursa olsun kişisel bir hayranlık durumum var o büyük keşif ruhuna. Ama son günlerde en şaşırdığım talep, okyanusun bu tarafından, İngiltere’den geldi. İngilizler Winston Churchill’in heykellerini tartışmaya açtı.

O Churchill ki, yirminci yüzyılın en büyük liderlerinden, İkinci Dünya Savaşı’nın muzaffer başbakanı, sağcısı solcusu tüm İngilizlerin illa sevmese de büyük saygı duyduğu adam. Şimdi kalkmışlar heykellerinin ne işi var şehirlerimizde diyorlar.

Okuyup öğrendim ki o kadar da hoş bir adam değilmiş meğerse bizim Winston efendi. Meğerse Kraliyet Filistin Komisyon’una yaptığı konuşmada Amerika ve Avustralya yerlilerine yanlış herhangi bir şeyin yapılmadığını, sadece daha güçlü, üst kalitede, üstün akılda bir ırkın gelip onların yerini aldığını söylemiş. Yazdığı bir yazıda, barbar kabilelere karşı zehirli gaz kullanılması gerektiğini dile getirmiş (burada barbar kabileler sen, ben, bizim oğlan oluyoruz). 1943’te üç milyondan fazla insanın canını alan Bengal kıtlığı sırasında da bölgeye gıda gönderilmesinin yasaklanmasını sağlamış. Tamam, zaten dünyanın en sevimli insanı değildi, paranoya düzeyinde anti-komünistliği ve sömürge seviciliği dillere destandı ama bu kadarı da…

Winston Churchill’in Londra’daki bu heykeli şu anda kontrplakla korunmaya alınmış durumda (kaynak: Wikimedia Commons)

Londra Belediyesi şimdilik Parlamento Meydanı’ndaki Churchill heykelini kontrplakla kutulayarak korumaya aldı. Kaldırıp atarlar mı, bilemiyorum. Şu an için biraz zor gözüküyor. Ama bu tartışmalar sırasında ben ve yakın tarihleri konusunda benden daha fazla bilgili olmayan milyonlarca İngiliz, büyük devlet adamı Winston Churchill hakkında okul kitaplarında yazmayan bir sürü yeni şey öğrendi. Fena mı oldu?

Tarih kazananlar tarafından yazıldığı için yine o kazananların heykellerinin her yere konulması da alıştığımız bir durum (Konfederasyon generalleri de aslında o kapsamda. Her ne kadar kölelik taraftarı güneyliler savaşı kaybetse de günümüz Amerikan sosyal sisteminin kazananı beyazlar, kaybedeni siyahlar olduğu için onların da 1960’lardan bu yana garip, sembolik bir kazanan taraf olma durumu var). O yüzden artık hiçbir yerde Hitler, Mussolini, Franco ya da Salazar’ın heykellerini görmüyoruz. O yüzden rejim değişince Lenin’in ya da Saddam’ın heykelleri de rejimle birlikte gidiyor. Kazananların heykellerinin tartışılması alışık olmadığımız, çok yeni bir durum. Henüz yıkılmadılar belki ama yıkılma talepleri ile birlikte yeni tarihi bilgiler de saklandıkları yerden dışarı çıkıyor ve sınırlarımızı zorlamaya başlıyor. Kim bilir, belki de Kolomb ve Churchill’in rejimleridir aslında sallanıyor olan.

Ya Bizim Churchill Heykellerimiz?

Bu isim — şehir — heykel oyunu Türkiye için belki çok yeni, bizim demokrasimiz için çok uzak bir aşama ama hiç tanımadığımız bir şey de değil. En bilineni, son yıllarda Sabiha Gökçen ve onun isminin verildiği havalimanı üzerine çıkan tartışmalar. Bir tarafta Atatürk’ün manevi kızı, dünyanın ilk kadın savaş pilotu, toplumun büyük bir kesimi için gurur kaynağı bir sembol. Öte tarafta ise Dersim katliamı ve onun gizlenemez rolü. Tartışma şimdilik çok cılız, çok kısıtlı Kürt ve sosyalist gruplar tarafından dile getiriliyor (her ne kadar başka bir tarafta bir grup rövanşist İslamcı sağcı da, farklı nedenler ve taleplerle konuyu dillendirse de, kişisel kanaatim oradaki niyet üzüm yemekten çok bağcı ile ilgili).

İtiraf etmeliyim ki Sabiha Gökçen konusundaki tartışma ilk çıktığı zaman beni de çok zorladı. Şu andaki dünya görüşüm ne olursa olsun Kemalist bir ailede yetişmiş ve cumhuriyet sembollerine (ki of, ne kadar çok var o sembollerden) saygı göstermesi öğretilmiş biri olarak ilk tepkim “ya bırakalım bu geçmişi lüzumlu lüzumsuz deşmeyi, ne anlamı var” olmuştu. Oysa gün geçtikçe öğreniyorum ki çok anlamı var.

Sabiha Gökçen Havalimanı gibi Yavuz Sultan Selim Köprüsü de ismi nedeniyle tartışma konusu olmuştu. (kaynak: Wikmedia Commons)

Çünkü tarih kazananlar tarafından yazılsa da kaybedenler yeryüzünden yok olmuyor. Acıları unutulmuyor, yaşadıkları haksızlıklar buhar olup uçmuyor. O heykeller, o isimler, o acıların üzerine tuz olup basılıyor, yarayı sürekli daha da yakıyor. O yaralar da kapanamadıkça daha büyük yaraların açılmasına neden oluyor. Kazanan taraftan olmanın getirdiği ayrıcalığa ne kadar sarılırsak sarılalım, eninde sonunda gece başımızı yastığa dayadığımızda vicdanımızla başbaşa kalıyoruz. Kaybedenler de hep unutamadıkları o acıları ile uykuya dalıyor.

Amerikalılar Kolomb’un heykellerini kaldırırlar mı bilemiyorum. Ama bir tartışma başladı. Uluslar tarihlerine tekrar bakıyor. Tartışmak güzel, tartışmak faydalı. Tartışmak ve tarihin şehir meydanlarındaki heykellerden ibaret olmadığını öğrenmek, kazananın — hele ki bizim kazananımızın — her zaman ve her haliyle, ve hatta belki de hiçbir haliyle, iyi bir insan olmadığının farkına varmak. Günler ne gösterir bilemeyiz, belki o insanların bir kısmını hataları ile kabul edip yolumuza devam ederiz, belki de etmeyiz. Bunun karar vericisi ben olmayacağım. Ama tepki göstermekten ya da omuz silkmektense bu tartışmadan keyif almayı öğrendim. Benim adıma bu günlerin en önemli kazanımı bu oldu.

Şehirlerinin en merkezi caddelerine Talat Paşa’nın adını veren bir toplum için İngilizlerin Churchill heykellerini tartışıyor olması şimdilik garip gelebilir. Gelmesin. Gerçek o ki, bizim de o Talat Paşa bulvarlarını tartışma zamanımız çoktan geldi de geçiyor bile. Bizim de bir sürü Kolomb’umuz, Churchill’imiz ve yarasına sürekli tuz bastığımız çok acımız var. O acılar sustukça azalmadı, azalmıyor. Hiçbir havalimanı, köprü ya da cadde de toplumsal vicdanımızdan daha ağır değil.

--

--

Tolga Dorken — Serbest Zırvalamalar
Türkçe Yayın

kendi kendine yazar, gezer, düşünür… herbokolog… tw: @DorkenTolga