Gerçek Hayat

Tuğçe Süslü
Türkçe Yayın
Published in
4 min readJan 20, 2020

Her sabah nereye gittiğini bilmeden bir işe giden,

Her akşam nereden çıktığını bilmeden bir işten çıkan,

Sevmediği hayatı yaşayan,

Sevmediği işi yapan,

Sevmediği kişilerle yaşayan,

Kalabalıklar yüzünden yaşamaya karşı ne bir sevgi,

Ne de bir sevgisizlik işareti olmadan gelip geçen,

Her akşam evinin dört duvarı arasına sanki bir mezara girermiş gibi giren,

Gecelerini bir sıkıntı yorganının altında yalnız ya da yanındaki yabancı gövdeyle geçiren bütün ölü kentlerin,

Ölü doğmuş çocukları!

Gorki’nin gerçek yoksulluk ve acıyla şekillendirdiği hayatına ithafen aldığı bir takma ad olduğu gerçeği düşünüldüğünde çok samimi bir intihar isyanı yukarıdakiler.

Peki senin de bu cümleleri okuduğunda evet ben konuşuyorum dedirtecek halde hissetmen ne kadar normal sevgili arkadaşım? Bu muydu öğrencilik yıllarında kurduğun hayal? Kendini gördüğün 20’li 30’lu yaşlar evde alkol, sigaraya gömüldüğün, değil insan arasına karışmak yüzlerini bile görmek istemediğin bir nefret ve bunalım devri miydi? Şu an bırakıp gitsem herş eyi dediğinde bırakacak hiçbir şey bulamaman adaletsiz bir modern çağ kabusu muydu yoksa asil bir yalnızlık ihtiyacı mıydı?

Ortada buluşmak istediğin toplumun ileri adım atmamasına rağmen kendini kabul ettirme ve sevdirme çabası için daha ne kadar kaybedebilirdin hislerinden? Hatanın hep kimde olduğunu bulmaya odaklanan bu düzende ne kadar hata yapma lüksün var olduğunu düşünmek hangi sağlıklı bedeni tüketmez ki!

Soruların hepsi başlı başına bir antidepresan dozunu hak ederken hepsini aynı anda cevaplamaya kalkarsan bu karalama hiç bitmez.

En başından tane tane başlayalım.

Photo by Nick Fewings on Unsplash

O satırları sen yazmadın. O satırları ömrünün tamamını emekçi sınıfının sanatı olmaz anlayışına karşılık sayfalarca düşünmüş bir sanatkar yazdı. Evet acı karşılaştırılmaz, çünkü rasyonel değildir. Ama, ama, ama o ömür senin hayal bile edemeyeceğin kadar asosyal bir dünyada geçti. Sana bir şekilde isyanını bütün internete bağlı insanlarla paylaşma hakkı veriliyor bu dünyada. Evet acı karşılaştırılmaz ama paylaştıkça sıradanlaşır. En azından sıradanlaştığı algısını yayar bütün vücuduna. Kendin gibi insanlar görmek psikopatça mutlu eder seni. Çok sarhoşsundur ama daha sarhoş birini görünce ayılırsın. Burnun kanar ama eli kesilmiş birini görünce unutursun. Şükür diye bir şey öğretirler hayatından nefret etme diye. Temelde yatan duygu ya daha daha kötüsü olursa sorusuna verilemeyen cevabın yarattığı huzursuzluktur. Hep bir önceki cümleni düşünerek anlamlı ve tutarlı olmaya çalıştığın bir dünyada ne kadar samimi olabilirsen o kadar içtensindir bu şükür, idare etme anında. Neden daha iyisi olmasın diye düşündüğünde iyileştirmediğin şartların seni geçmişte kurduğun hayallere götürür. Ne kadar uzak olduğunu gördüğünde can sıkar. Aşırı sıkar.

Birilerine anlatmak, anlaşılmak istersin.

Düşünürsün kim dinler bu karışık ruhu? Kim dokunur içindeki huzursuz çocuğa? Kim başını okşayıp dizine yatırır? Kimseye göstermediğin o aciz halini saklamak için kapanırsın eve. O yüzden görmek istemezsin insanları. Sen onları görüp, sarılıp ağlamak istemediğin için değil. Onlar o çocuğu acınası bir halde görmesinler diye.

Yeterince içine döndüğünde sanki çok uzaklara gidebilecek cesareti buldum sanırsın. Evet ya neden değişmesin ki, neden şimdi kalkıp eve bilet alıp şımarmayayım ki. Belki yaza denk gelir. Uzanırsın sıcak taşlara. Deniz kokan havluyu ıslak iskeleye yayıp kulağını verirsin tahtalara. Gözlerini kapattığında çocukluğuna dönersin önce. Yargı ve acının ne olduğunu bilmeyen şuursuz zamanlara. İskelenin daha başına en başına gidip koşarak gelip suya patlayan. Kafasına çıkan bikini üstünü umursamayan. Ağzından burnundan su fışkıran minik halini seyredersin uzaktan. Biraz daha güneş, biraz daha deniz kokusu. Yıllar hızla geçti ve elinde tavlanla ilk aşkını görmeye sahile gelen bir ergensin. Dışarıdan nasıl göründüğün o kadar önemlidir ki ayna artık senin için baktığın insanların gözleridir. Sonra yavaş yavaş gelen güneş yanığı. Seni sadece ben varım dediğin yerlere, yaşlara getirecek yavaş yavaş. Aahh 20, 20’lerin başları. Nasıl da sadece sen ve senin isteklerin vardı gerçekten. Işte hayatında yargılanmadan delirebildiğin o güzel zamanlar. Hiçbirşeyden vazgeçmek zorunda olmadığın çünkü vazgeçecek hiçbirşeyinin gerçekten olmadığı o güzel başıboş yazlar, kışlar, festivaller, danslar, sarhoşluklar.

Ve sonrası… Sonrasına geldiğinde buldukların mı seni bu asil yalnızlığa özendiren? Toplumun sana biçtiği ölçülere uyma çaban mı yoksa seni böyle daraltan? En sevdiklerine bile anlatmaya çekindiğin aykırıkların, mahrem saydığın duyguların.

Photo by Tyler Nix on Unsplash

Bir ailen vardı senin sığındığın.

Bir kaç dostun vardı yanlarında sonraki cümleni düşünmeden kendini anlattığın.

Bir kişi vardı yanında bütün acizliklerin, aykırıkların ve şımarıklarınla çırılçıplak kaldığın ama yine de kabul görüp elini tutan.

Bu üçleme seni hatalarını sayan toplumdan koruyan kalkandı. Ne ara unuttun, neden unuttun?

Gorki’nin şöyle bitirdiği “Size bu ölü yaşamı hazırlayan sermaye sahibi egemen sınıftır.

Bu acımasız oyunun varlığı siz izin verdiğiniz sürece sürecektir.” bu sınıfı ne ara bu üçlemeye aldın ki sen?

Söylesene neden aldın?

--

--