Giz
Ne yapmalıyım bilmiyorum.
Ne söylemeliyim yazgıma.
Neye inandırmalıyım onu?
Yazanın gücüne mi, yoksa yaşayanın iradesine mi?
Yoksa bambaşka bir şeye mi?
Bilmiyorum ki
Bilsem inandırayım, ama önce kendimi.
Önce kendimi kendi yazgıma inandırmalıyım.
Sonra yaşamaya,
İnsanlara,
Dünyaya, umuda inandırmalıyım.
Dünyanın yerle bir olduğu bir zamanda,
insanların gözlerinin kör, kulaklarının sağır olduğu bir zamanda kendimi bir umuda inandırmak ne kadar gerçekçi?
İnandım diyeyim hiç yoktan yere, kim anlayacak ki?
Ama ben kendimi hemen ele veririm.
Elim ayağıma dolaşır, yüzüm kızarır, kekelerim.
Evet evet bu muhteşem 21. yüzyılda kimsenin kimseden ziyade, kendinden utanmadığı bu muazzam yüzyılda benim yüzüm kızarıyor.
İnanılacak gibi değil, değil mi?
Hala insancıl yanlarımız var demek ki!
Ne tuhaf
Evrildik, değiştik, yenilendik tabiri caizse her şeyimize güncelleme geldi insanlığımız hariç.
Olsun ne yapalım?
Alışmış bu yüzyıl körler çarşısında ayna satmaya. Kimse de şikayetçi değil halinden.
Kaçırmayalım bu ağır uykuyu. Ufak adımlarla geldik ufak adımlarla dönelim.
Gecenin uzun olduğu, gündüzün serin olduğu, insanların hep güldüğü yerlere gidelim.
Öyle bir yer mümkün mü?
Eski bir şarkıya gidelim, bir fotoğraf karesine.
Biz en iyisi içimizdeki sığınağa, çocukluğumuza gidelim.
Anlatalım o hep büyümek isteyen küçük kız çocuğuna büyümenin aslında sandığı gibi bir şey olmadığını.
Mesela büyüklerin her şeyi bilmediğini söyleyelim, her şeye gücünün yetmediğini.
Boş yere heveslenmesin. Büyümek tam bir hayal kırıklığı diyelim.
Saklansın kalsın orada. Korusun kendini dünyadan. Dünyanın pisliğinden, vahşetinden, iki yüzlülüğünden.
Mümkün mü?
Asla.
Doğduysan, bir kere bu dünyaya adımını attıysan, isteyerek ya da istemeyerek bu balçığa batacaksın.
Ama yine de umalım ki; toprak ne kadar sert olursa olsun güneş en tepedeyse o sert toprak kuruyup çatlamaya mahkum olsun. Öyle ki o çatlaklardan içeriye gün ışığı dolsun. Tüm karanlıkları aydınlığa çıkaran bir ışık…