Halâ Arkadaş Mıyız?

Münire Bozdemir
Türkçe Yayın
Published in
4 min readSep 4, 2021

--

Photo by Taylor Smith on Unsplash

Bir gün eşimle bizim için yeni, ailemiz ve arkadaşlarımıza tamamen yabancı bir yoldan giderek hayatlarımıza yön vermenin zorluğundan bahsediyorduk. “Yepyeni bir yola girmek aynı zamanda başkalarınca onaylanmamış bir yola girmek gibi algılanabiliyor. Maddi ve manevi riskleri çok ve öngörülemez olabilir.” gibi laflar ettik. “Sen korkar mısın böyle bir yola girmekten?” diye sordu eşim. Hiç tereddütsüz ve oldukça da sert bir şekilde “Korkuyor olsaydım şu anda burada olmazdım. Köyümde üç çocuğumu büyütüyor olurdum.” dedim.

Sonradan çok düşündüm bu birdenbire içimden fışkırıveren korku, öfke ve endişe karışımı duygular üzerine. Ayrıca öyle bir fikirde olmasam da köyünde üç çocuğuna bakarak hayatını geçiren bir kadını küçümsüyormuşum havasındaydı bu laflar. Sanki kendimi daha yukarıda bir yerlere koyuyordum. Hem utandım hem içim sıkıştı. Bozuk bir asansörde doksanıncı katta, tek başıma ve telefonsuz kalakalmış gibi hissettim. Ne dışarıya çıkıp manzaraya bakabiliyordum ne de yardım çağırabiliyordum.

Hazır böyle bir başıma kalmış ve köşeye sıkışmışken biraz daha derinlere dalayım, büyütecimi alıp dedektif gibi kendi içimde iz süreyim dedim. “Köyde üç çocuklu kadın” a olan öfkem nereden geliyordu?

Karşıma çıkan ilk ipucu hiç de şaşırtıcı değildi: Kendi hayatımda New York’a okumaya gidene kadar (ve sonrasında) verdiğim mücadelede annem babam, hocalarım, arkadaşlarım destekledi her türlü girişimimi. Ama benimki gene de çok yalnız bir mücadeleydi. Çünkü benim geldiğim yerden gelmiş ve gitmeye çalıştığım yere gitmiş kimse yoktu etrafımda. Bazı kararları vermekte çok zorlanıyordum. Aldığım her kararı kendi sosyal çevreme açıklamakta çok zorlanıyordum; kendimi kabul görmemiş hissediyordum. Köyde üç çocuklu bir kadın olmak çok normal, hatta olması gereken ve takdir edilir bir durumken yüksek öğrenim almak, ailenin eğitimine para harcaması, başka şehirlere ya da ülkelere gitmek neden hesabı verilmesi gereken bir şey diye sorguluyordum. Enerji ve zamanımın önemli bir kısmını insanlara kötü bir şey yapmadığımı anlatmak için harcıyor olmak beni çok üzüyordu, yoruyordu ve en önemlisi de öfkelendiriyordu. Kalesini korumak için sürekli nöbet tutan bir asker gibiydim. Sahi kimdi o sürekli açıklama bekleyen insanlar? Kime karşı koruyordum kalemi ben?

“Ah işte bunlar hep ataerkil toplumun getirdikleri.” ya da “Geri kalmış toplumlar böyle oluyor işte” tonunda yorumları duyar gibiyim. Bunlar haksız yorumlar demiyorum. Ama okuyor diye kadından hesap soran ya da ondan korkan zihniyetle, okumuyor, evleniyor diye kadına öfkelenen okumuş kadın zihniyeti eşit derecede parçalayıcı olabiliyor diyorum. Beni değersizleştiren zihniyete kafa tutmak değil benden farklı secimler yapmış ya da benimle ayni seçimleri yap(a)mamış kadınları değersizleştirmek ve onlara öfkelenip aramıza duvarlar çekmek. Hatta bence bu asıl meseleden uzaklaşmak olur.

Peki asıl mesele ne?

Size yapacak öyle daha önce hiç düşünmediğiniz, çok bilgece ve bir anda dünyanızı aydınlatacak bir açıklamam falan yok. Aksine çok basit söyleyeceklerim: Mesele, bizimkilerden farklı seçimleri kabul edememek; hatta bunları kendi yaşam biçimimize karşı tehdit olarak algılamak. Birbirimize davranışlarımızı ve yaklaşımlarımızı da bu tehdit algısının belirlemesi. Birisini ve seçimlerini ne kadar degersizleştirirsek kendi konumumuzu savunmamız o kadar kolaylaşır düşüncesi.

Bu algıyı kırmak ve bu durumu değiştirmek icin ne yapabiliriz?

Bu soruyu bir ay once sormuş olsaydım kendime, “saygı tabii çok önemli…” gibi biraz havada biraz da havalı laflar eder kapatırdım konuyu. Neyse ki sorunun cevabı bundan bir ay kadar önce, Türkiye’de köyümüzdeyken bir akşam üstü çat kapı geldi.

Uzun zamandır görüşemediğim, benim icin çok özel olan bir çocukluk arkadaşımdı gelen. “Ben seni çok özledim de.” dedi özür dilercesine, ben kapıyı açtığımda. Sanki gelmemesi gerekirken gelmiş gibi. “İyi ki geldin. Ben de seni özlemiştim.” dedim, şaşkın şaşkın.

Çocukken hep beraber oynadığımız bahçede oturup lafladık. Çocukluğumuzla ilgili ne kadar da fazla şey hatırlıyordu arkadaşım! Anne-babalarımız komşu tarlalarda çalışırken karşılaşıp arkadaş olmamız, oynadığımız oyunlar, konuştuğumuz konular… Hepsi ne kadar da canlıydı zihninde. Küçükken çok sevinirdim o anlattıklarıma güldüğünde. Onun hala çizgi filmdeki Heidi gibi içten ve çocuksu gülüşünü görmek ve beraber gülmek ne kadar da güzeldi. Hala ilham veren, bulaşıcı bir enerjisi vardı.

Şu anki yaşantısından da bahsetti. Üç çocuğunun üçünün de birbirinden farklı oluşundan, anne olmayı çok sevdiğinden, yapıp sattığı hatta bana da hediye ettiği lezzetli çöreklerden, peynirlerden, bir şeyler üretmenin hayatına ne kadar anlam kattığından… Aramıza hiç zaman ve mekan girmemiş gibiydi. Sanki az sonra kalkıp “Annemi kızdırmadan gideyim ben.” diyecekti. Ben de yalvaracaktım “N’olur biraz daha oynayalım.” diye.

Ama bunun yerine bambaşka, hiç beklemediğim bir şey söyledi arkadaşım. “İnsanlar siz artık arkadaş olamazsınız, onun hayatı çok farklı diyorlar. Ama biz arkadaşız, dimi?” dedi. Yazının başında bahsettiğim, eşimin sorusuna yanıt verirken ortaya çıkan öfke yeniden belirdi. “Neden olamazmışız?!!Tabii arkadaşız!!! İnsanın eski arkadaşları gibisi yok. Hem hep aynı yerde olsak, aynı şeyleri yapsak anlatacak bu kadar konu birikir mi hiç?!” dedim. “Evet!” dedi arkadaşım gene Heidi çoşkusuyla, “Hem sen benim en eski arkadaşımsın!” Ve devam ettik sohbetimize kaldığımız yerden…

Heidi en sevdiğim çizgi filmlerdendi küçükken. Bayılırdım onun dağda keçileriyle, arkadaşı Peter’le ve komşularıyla yaşadığı maceraları izlemeye. Ama serinin bir sonu var mıydı, Heidi büyüdüğünde nereye gitti ve neler yaptı hiç bilmiyorum. Yalnız artık şunu çok iyi biliyorum: Benim arkadaşımla olan hikayemde iki tane Heidi var. Birisi kalmayı, diğeriyse gitmeyi tercih etti. Kalan Heidi, giden Heidi’ye hiç kızmadı gitmeyi tercih etti diye ve değişen hayatlar, sosyal normlar ve diğer insanların ne dediğine aldırmadan onu arkadaşı olarak görmeye devam etti. Giden Heidi, özlediği zaman çatkapı gelecek ve hala arkadaş mıyız diye soracak kadar kocaman bir kalbi olan Kalan Heidi’den çok şey öğrendi — özellikle de dostluğa, saygıya, birbirini kalıplara sokmadan kabul etmenin ne demek olduğuna dair. Ve bu ikisi hep arkadaş kaldılar.

Çocukluk arkadaşıma sonsuz sevgilerimle,

Okuyan herkese teşekkürler…

Münire

Eylül 2021 — ABD

--

--