Havva’nın Cezalı Kızları

selvi
Türkçe Yayın
Published in
4 min readAug 28, 2019
Michelangelo — İlk Günah ve Cennetten Kovuluş

Yaratılış mitleri ve bu mitlerdeki cinsiyet sembolleri ve buna ilişkin anlatılan yaratılış hikayeleri bizlere insanlığın doğuşu ve devamındaki süreci, doğa ilişkilerimiz ve evrendeki gücün kaynağı hakkında bir takım algılar sunar. İlk yaratılış mitlerine baktığımızda İ.Ö 4. bin yıldan itibaren mitoslar, ritüeller ve yaratılış öykülerinde egemen ve yaratıcı figürün Ana Tanrıça olduğunu görürüz. Bu dönemlerde egemen olan Ana Tanrıça figürü yaşamın yaratıcısıdır ve cisimleşmesini “kadın” bedeni üzerinden sağlar. Üremenin ve yaratıcılığın kadın bedeniyle birleştirildiği bu yaratıcı güç ilk devletlerin ortaya çıkışıyla zayıflar ve üremenin salt kadın bedenine özgü olan bu göreceliğine erkeğin işlevi de eklenir.

Bu devletleşme sürecinde rahiplerin ve yöneticilerin eski efsaneleri kendi çıkarları amacıyla “yeniden yazmasıyla” Ana Tanrıça Tanrılar Listesi’nden ya siliniverir ya da bir şekilde çıkarlara uygun hale “dönüştürülür”. Bu “dönüşüm”e örnek olarak Mısır tanrıçası İsis’in “Tahttaki Kadın” olarak egemenlik ve bilginin kaynağıyken daha sonra anneliğin ve sadık zevceliğin prototipi haline gelmesini gösterebiliriz. Bu şekilde dönüştürülen Tanrıçalar ekonomik ve toplumsal değişikliklerle birlikte cinsiyette de meydana gelen değişikliklerle yakından ilgilidirler ve aynı zamanda güçlenen erkek olgusuyla beraber kadınların statüsünün bir şekilde aşağı çekilmeye çalışılmasından doğan ideolojik alandaki bir takım “çabaların” göstergesi halindedirler. Ana Tanrıçaların özellikleri bir şekilde birbirinden koparılmış ve git gide bölünerek bir takım tanrıçalara oradan da tek bir erkek tanrıya aktarılmıştır. Politeizmden monoteizme ulaşan bu yaratım kolay olmamış ancak yazıya ve simgesel düzene geçişle birlikte krallık ve askerliği ön plana çıkaran eril sistemlerin tarihsel gelişimiyle bir tek “erkek” tanrı imgesine ulaşılabilmiştir

Bu ufak özetten sonra yaratılış mitlerine gelecek olursak birçok yaratılış miti mevcut ancak ben burada Kutsal Kitap ile başlayan hepimizin bildiği yaratılış hikayesine yoğunlaşacağım. İbrahimi dinler(Musevilik, Hristiyanlık, İslam)e göre yaratılan ilk insan Adem’dir. Daha sonra Adem’e uygun bir yardımcı olarak Adem’in kaburgasından -ki İslam’a göre bu eğri bir kaburgadır (güvenilir hadislere göre)- ya da Kuran’ın dediğine göre “Adem’den” Havva (Kuran’da ismi geçmez) yaratılmıştır. Daha sonra bildiğimiz gibi yasak meyvenin yenmesiyle cennetten kovulma gerçekleşir. Bu noktada değinilecek bir yer olarak erkek tanrısal gücün aracılığıyla aynı Ana Tanrıça inanışındaki gibi insansal ananın kendi bedeninden bir can yaratması gibi erkekte tanrısal güç aracılığıyla kendi bedeninden kadını yaratmaktadır. İşler tersine çevrilmiş anne ve çocuk arasındaki ilişki metaforik bir şekilde erkeği kadının annesi yapmıştır çünkü ondan doğan ve şekil bulan bir kadın vardır. Böyle bir mitin kadınlar açısından yaratacağı korkunç sonuçlar günümüzdeki etkisini maalesef hala devam ettiriyor. Kuran’da yasak meyve suçunun öznesi olarak Havva’nın gösterilmiş olmaması yine de kadınlara yönelik bu kötü bakışın değişiminde çok bir etki etmemiş gibi görünüyor. Kutsal Kitap (eski ve yeni ahit)’da “düşüş”e yol açan baştan çıkarıcı Havva imgesidir ve kadına karşı geliştirilen bakış açısı bu hikayeyle birlikte pekiştirilir. Günahın kaynağı ve nedeni, Adem’i baştan çıkaran ve “iffetsizlik” yaparak “ilk günahı” işleyen Havvadır. İşte bu şekilde günahın nedeni saptanınca kimin denetim altına alınarak belli kısıtlamalara tabi olacağına ve kimin cezalandırılacağına karar verilmiş olur… Ayrıca bu yaratılış mitini de semavi dinlerden önce bulunan Sümerlerde “hayat ağacı”,”yasak bitkiler” vs. gibi kavramlarla görmekteyiz.

Ataerkilliğin yerleşmesinde pekiştirici bir işlev sağlayan yaratılış miti kadınların statülerinin alaşağı edilmesinde ve beraberinde gelen “tarla” metaforuyla (kadınlar sizin tarlalarınızdır, dilediğiniz gibi ekin) üreme güçlerindeki kutsallığın ellerinden alınıp bunu erkeğin elinde tekelleştiren, erkeğe yaratıcı gücün tek lideri olma konumunu veren bir “özneden nesneye geçiş” sunmuştur. Kadın artık soyun devamı sürecinde yaratılışın sadece bir aracı konumuna düşürülmüş ve soyun erkekten devam ettirilmesiyle birlikte tüm güç erkeğin elinde toplanmıştır. Kadın artık “ilk günah”ın yaratıcısı olarak lanetlenmiş ve cinselliğinin işlevi “anne” olarak çocuklarını acılar içinde dünyaya getirip kocasına itaat etme koşullarına bağlanmıştır. Bu noktada Pavlus’un (hristiyan misyoner) kadınların doğum sırasındaki acılarının sebebinin Havva’nın günahının kefaretini ödemelerinden kaynaklandığı şeklindeki yorumlayışı kadınları nasıl bir bedel ödeyen şekline sokup denetim altına alınmaları gereken birer nesne haline dönüştürdüğünün göstergesidir. Aynı şekilde ataerkillikle birlikte örtünme ve peçenin İslamiyet’ten çok önce Yunanlılarda, Yahudilerde ve Bizans’ta dahil Doğu Akdeniz uygarlıklarında da görülmüş olması kadını denetim altına alan ve kendi “malları” haline getiren erkeklerin kendi soylarını bir şekilde koruma ve denetim altında tutmaları için gereken sınırlamaları sağlamıştır.

“Kadınların cinselliği erkeklerin; öncelikle babanın, sonra da kocanın malı olarak belirlendi ve kadının cinsel saflığı (özellikle bekareti), üzerinde pazarlık yapılabilen bir ekonomik değere dönüştü.”

Böylece bedeni toplumsal denetim ile sınırlanan ve obje haline getirilen kadın git gide toplumdan da uzaklaştı ve kendi “doğal yaratılışına uygun” görevleri yapmak üzere diğer tüm işlerden elini çekerek (veyahut eli çektirilerek) “ölçülü” olarak yaratılan ve rasyonellikle dolup taşan erkek tarafından eve kapatıldı. Aynı şekilde kadının baştan çıkarıcılığını örtü altına gizleyen ve denetimini meşrulaştıran bu erkek egemenliğinin, nasıl oluyor da “tanrı suretiyle” yaratılmış olan bu kutsal “ilkin” kolayca ayartmacaya kapılabildiği ilginç bir çelişki oluşturuyor. Bu çelişki denetleyen değil de “denetlenen” tarafta olmasını gerektirirken kendisini hep baskıyla ve şiddetle denetleyen konumuna getiren yine kendisi oluyor. Kadınlar hala Havva’nın cezalı kızları olmaya devam ediyor ve şu an bir seçim hakları olduğu düşünülse de (şeriatla yönetilenler dışında), ülkede işlenen kadın cinayetlerinin aynı tarihin eski zamanlarından beri süregelen ve “baskıyla oluşturulan” ataerkilliğin kadınların özgürce yaşama haklarını gasp etmesi gibi şimdi de hala aynı şekilde kadınların bu seçim hakkını da gasp ettiğini görüyoruz. Bu noktada kadınlarda oluşması gereken bilincin yanında erkekte oluşması gereken bilincin de değeri hayati bir önem taşıyor. Ataerkil kültürle büyüyen çocuk ve aynı şekilde bu kültürle “büyütülmüş” ebeveyn olgusu paradoksal bir çıkmazla karşılaşarak bu sistemin belki çok uzun bir süre sürdürüleceğinin haberini veriyor ancak bir kırılma noktasının olabileceğini özgür ve yaşamaktan korkmayan aynı şekilde “korkutulmayan” kadınların zamanınında bir gün gelebileceğini umarak, kadınları “sessizliğe” ve “edilgenliğe” mahkum etmeyen bir gelecek hayalini kurmaya her zaman devam edeceğim.

KAYNAKÇA

Daştan N.(2014).Cennetten Kovulma Motifinden Semavi Dinler ile Bazı Mitolojilerdeki (Sümer, Türk ve Yunan) Görünümü.

Fatmagül Berktay, Tek Tanrılı Dinler Karşısında Kadın (İstanbul,Metis Yayınları,2016).

--

--