Haydi Kişisel Gelişelim

Elif Erdem
Türkçe Yayın
Published in
5 min readJul 11, 2021

İlk defa yeterince fazla sayıda kitap okumadığım, film kültürüne pek hakim olmadığım ve boş vakitlerimde podcast yerine müzik dinlediğim için kendimi suçlu ve yetersiz hissettiğimde bir şeylerin yolunda olmadığını anlamıştım. Sürekli ‘‘kişisel gelişim önerileri’’ başlığı altında birbirini tekrarlayan cümlelere maruz kalmaktan olsa gerek, çoğumuzda yeterince iyi olmadığımıza dair kaygılar oluştu. En azından bende oluştu. O yüzden bu yazıda kendimi teselli etmeye çalışacağım, çok ciddiye almayın.

Kişisel gelişmekten, kendimizi değiştirmekten bahsedip duruyoruz. Medya, kitaplar, ted konuşmaları, YouTube kanalları bununla ilgili tavsiyeler veriyor. “Okuma alışkanlığı kazanmanız için okumanız gereken 8 kitap! Özgüvenli olmak için uygulamanız gereken 10 yöntem! İnsanları nasıl etkilersiniz? 4 maddede kafaya takmama sanatı!”

Ben ne ara mükemmel olmak için her sabah 6'da kalkan, uyanır uyanmaz önce spor, sonra foreolu cilt bakımını yapıp portakal suyu ve avokadonun eksik olmadığı bir kahvaltıyla güne başlayan biri olmam gerektiğine inandım? Ardından podcast eşliğinde yürüyüşe çıkan, eve gelince duş alır almaz masaya oturup her gün kusursuz bir saat aralığında, dakikası dakikasına ayarlanmış periyotlarla işine-dersine çalışan biri olabilir miyim gerçekten? Her hafta bir kitap okuyup her gün bir film izlemeyi de unutmamak gerek tabii. Saat tam 23.00'te yatmalıyız zira her sabah 5.00'te uyanıyoruz, unuttunuz mu?

Normalin ne olduğu konusunda kafam karışık. Olması gereken midir normal olan? Yoksa halihazırda olan mı? Hangimiz bu ideal insan stereotipine uyuyoruz? Lütfen, birileri çıkıp “Ben uymuyorum!” desin. “Ben uymuyorum ve mutluyum.” Mutluluğun başarıya endekslendiği, başarınınsa inanılmaz sığ anlamlara geldiği şu çağda bunu duymaya ihtiyacım var.

Kendimize ‘‘Her hafta bir kitap okuyacağım, her gün bir film izleyeceğim.’’ gibi tamamen nicel hedefler belirleyip to do listler hazırlıyor, attığımız tik sayısı kadar geliştiğimize inanıyoruz. Gerçekten gelişiyor muyuz? Gelişim bu mu demek?

Kişisel gelişim kavramındaki en büyük handikap ise tavsiye edilen gelişimin hiç de kişisel olmaması. Bu önerileri veren insanların bizim kişiliğimizin veya gelişimimizin hangi noktasında olduğumuzla ilgili hiçbir fikri yok. Herkesin aynı noktada olduğu varsayımından yola çıkılarak verilmiş tavsiyeler, sosyal medyada yayılan diğer her şey gibi bizi yetersiz ve kusurlu hissettiriyor.

Anlamak, olgunluk gerektirir. Takım elbiseli, yetişkin, sıkıcı bir olgunluktan bahsetmiyorum. Zamanla değil duyguyla, düşünceyle ve deneyimle büyümekten bahsediyorum. Yeterince büyümemiş birine paket halinde gelişim tavsiyeleri vermek hiçbir işe yaramaz. Kişiliğinin belli bir noktasına öznel deneyimiyle, düşüncesiyle henüz varamayan insan, gelişimini herkese aynısı dağıtılan kişisel gelişim reçeteleriyle sağlayamaz. Bunları yaptığımızda gelişmiş olmuyoruz, fabrikadan çıkmışçasına tek tipleşen insanlar kervanına katılıyoruz sadece.

Hayatımda çığır açan her şeyi, hiçbir zaman bir tavsiye değil, bir tesadüf getirmiştir bana. — Friedrich Nietzsche

Bir başka meseleyse kişisel gelişimi bir ödev, zorunluluk haline getirmemiz. Oysa çoğumuz ödevlerden nefret ederiz. Hayatımda kendimi en çok geliştirdiğim ve değiştirdiğim dönemde çok fazla kitap okuduğumu hatırlıyorum. Garip olan şudur ki bunu kendimi geliştirmek için, yapmak zorunda olduğum için veya gösteriş için yapmıyordum. Canım öyle istediği için yapıyordum. Sonuç mu? Bir taşla iki kuş! Hem eylemin kendisinden fazlasıyla zevk aldığım hem de farkında dahi olmadan bambaşka bir ben yarattığım keyifli bir süreç.

Yoga yapan insanları düşünün, tüm o havalı pozisyonları. Yoga yapmaya başladıktan kısacık bir süre sonra ellerinin üstünde durabilmeye başlayan herhalde kimse yoktur. Uzunca bir çalışma sürecinin ardından yoga yapmayanların gıpta ettiği hareketleri yapabiliyor hale gelirler. Peki bizler neleri görürüz o instagram postlarında? Emeği değil, sonucu. Tek elinin üzerinde falan dengede durabilen inanılmaz esnek ve yetenekli insanları. Takip ettiğim ve yogaya yeni başlayan biri ise yoga yaparken acıdan ağladığı bir videoyu paylaşmıştı. Henüz havalı pozisyonları başaramıyordu ama deniyordu. Muhtemelen benden veya herhangi birimizden daha yetenekli değildi, kendisinin söylediğine göre esnek hiç değildi. Ama yoga yapmayı seviyordu. Sanıyorum sonucu da pek umrunda değildi, ne kadar acı çekerse çeksin yogadan zevk alıyordu çünkü.

İşte kendimizi mükemmel olmaya odakladığımız ve eylemlerimizi anın büyüsünü kaçırarak tamamen sonuca odaklı yaptığımızda kaçırdığımız şey bu: Sürecin kendisinden zevk alabilmek. Yoga yapan insanları aylarca hiç sekmeden her gün çalışmaya iten motivasyon, büyük ihtimalle bunu çalışmalarının sonunda kafalarının üzerinde durabilmek için değil yoga yapmaktan anbean keyif aldıkları için yapıyor olmaları. Ve hareketlerinde nicelikten çok niteliğe, sayılardan çok emeğe ve dökülen tere önem vermeleri. O havalı pozisyonlar amaç değil, hedef değil. Doğal bir meyve.

Film: Soul

Bizi geliştirecek eylemleri gelişmek için değil öyle istediğimiz için yaptığımızda, bir başka deyişle bizi geliştirecek eylemleri yapmayı gerçekten istediğimizde asıl değişim ve gelişim; doğal bir meyve gibi, yeterince sulandığı için mevsimi geldiğinde açan güzel bir çiçek gibi kendisini gösterir. “Kendimi geliştirmem lazım!” telaşını anlamsız ve yararsız buluyorum. Aslolan bu değil, böyle bir telaş bizim fabrika ayarlarımızda yok. Bizde olan şey merak, arzu, istek. “Bu yazarı herkes tavsiye ediyor, mutlaka okumalıyım.” dediğinizde değil “Bu yazarın kalemine aşık oldum, tüm kitaplarını okuyacağım!” diyebildiğinizde gelişeceksiniz, değişeceksiniz. “Sonucunda belimin kaç cm olacağı önemli değil, spor yaparken zorlanmaktan müthiş bir haz alıyorum!” diye düşündüğünüzde sporun faydasını gerçekten göreceksiniz. Nitekim Dostoyevski yola ‘‘Ben büyük bir yazar olacağım’’ diye çıkmadı, yazmaya karşı koyamadığı bir tutkusu vardı. Aristo’nun derdi öldükten 2500 yıl sonra felsefe kitaplarında bahsedilecek olan ‘‘Antik Yunan’un en büyük filozofu’’ olmak değildi; o sadece doğanın, evrenin, insanın aslında ne olduğuna dair müthiş bir merak duyuyordu.

Tüm bu sebeplerden ötürü gerçek anlamda yapmak istemediğim, yapmaya karşı büyük bir arzu duymadığım şeyleri ‘‘kişisel gelişicem ben’’ motivasyonuyla yapmıyorum. Ne kadar popüler ve güzel olursa olsun bir kitabın bana duygu-düşünce anlamında hiçbir şey katmadığını fark ettiğim an o kitabı hiç acımadan yarıda bırakıyorum. Beni yeterince heyecanlandırmayan hiçbir konu hakkında bilgi edinmek için kendimi zorlamıyorum.

Vaktinde bu kişisel gelişim reçetelerinden ben de istifade ettim. Ama artık bu listelerin mükemmeli zorlaması, listelerde yazanları yapmaktan keyif almamam, o önerilerin benim “bireysel” gelişimimin gerisinde kalması bu reçeteleri benim için işlevsiz kılıyor. Uygulamaya çalıştıklarımın beni daha ileri taşımadığını hissediyorum. Sanki hepimizin çok başka bir şeye ihtiyacı var; daha canlı, daha gerçek bir şeye. Hüzün veren bir şey yaşamaya, mutlu eden bir olaya, bizi kalbimizden vuracak bir kitabı okumaya. To do listlere değil, kişisel gelişim reçetelerine değil.

Ben, mükemmel olmak istemiyorum. Tüm hata ve kusurlarımla var olmak, ben olmak istiyorum.

The Chainsmokers & Coldplay - Something Just Like This

--

--