Hey Babalık!

Tarık Kemal
Türkçe Yayın
Published in
5 min readDec 16, 2019
Photo by Jorge Flores on Unsplash

Yanlış hayat doğru yaşanmaz.

Bir baba belgeseli…

Hafıza insanın en azılı düşmanıdır. İnsan birçok şey olmadan yaşayabilir, fakat eksik kaldığını hissettiği anılarla bunu yapamaz. Sonsuz bir döngüye meyleden yaşam, onun için zorlanacağı bir süreçten başka hiçbir anlam taşımaz. Yaşananlar, geride kalanlar, tüm hatıralar insanı öyle bir noktaya getirir ki bir yandan tüm o silik hatıralardan kopmak isterken, bir yandan da farkında olmadan onlarla beslenir. Hayatına dahil olan ‘yeni’ diye adlandırabileceği her şeyde bilinçsizce onları referans gösterir. Hatta bazen çok daha ileri gider ve en acı hatırası için bile “İyi ki,” diye mırıldanır, “İyi ki yaşadım.”

Varsayımsal olarak yapabileceğin tek şey yanlış olansa, sence bu yanlış mıdır? Bunu çok düşündüm ve sonunda anladım ki bazen yapacak bir şey olmadığında hiçbir şey yapmamak en doğrusu… Peki neydi o an? Bir adamın, bir babanın koca bir aileyi hiçe sayıp tüm çocuklarının hayatları boyunca kendilerini eksik hissetmelerine neden olacağı o an, yalnızca beş dakika… Eğer bir hikâyede ‘altmış saniye pek önemsiz’ gibi bir şey okursanız o hikâyeyi önemsemeyin, çünkü eğer bu hikâye 5. dakikada sona ermiş ve 6. dakika hiç yaşanmamış olsaydı, aşk dolu bir kadın, beş erkek çocuk ve bir babadan oluşan mutlu bir aile şu an yeryüzünü işgal ediyor olacaktı. Ayrı ayrı altı yaşama birden etki eden, tamamının geleceğine ket vuran, hayal dünyalarının henüz minicikken yok olmasına neden olan her şey aslında yalnızca 60 saniyeden ibaret.

Soğukta, bir bankta yalnız başına tir tir titreyerek oturan bir genç kıza önce kıyafet, sonra karnını doyurabilmesi için bir ‘ekmek arası’, daha sonra da kızın kavgalı olduğu ailesiyle onun için, aralarının düzelmesi için görüşme, sorunu düzeltme sözü… “Kim olsa aynı şeyi yapardı,” dediğini duyar gibiyim, haklısın, ben de yapardım, hatta ihtiyaç olan her şeyin fazlasını bile; peki ya sonra? Hikâyenin bu kısmına geldiğinde ‘sonra’ diye bir şey gelmedi değil mi aklına? Paşa paşa eve gideceksin, bu kadar. Eşiniz ve çocuklarınız sizi evde bekliyorken, her anlamda ihtiyaçlarınızı giderebildiğiniz bir evliliğiniz varken, koca bir sülaleyi karşınıza alacak kadar sevdalı olduğunuzu söylediğiniz, yıllar evvel bir gece yarısı birlikte kaçtığınız, onu tüm hayatından sevgiyi öne sürerek kopardığınız ve ailesinin, tüm akrabalarının biriciği olan bu kadının tüm ailesinin nefret kustuğu biri hâline gelmesine sebep olduğunuz karınız sizi sıcacık evinizde beklerken, sizinle tamamlayacağını düşündüğü tüm ömrü için sizden yalnızca “Senden bir şey istemiyorum, sadece beni kimseye muhtaç etme,” diyen, bunun dışında sizden sevginiz dışında hiçbir beklentisi olmayan, 6. dakikanın yaşandığı günden sonra onu tanıdığı herkese muhtaç edip 30 yıl boyunca hiçbir şey olmamış gibi yaşayan ve kurduğu diğer aileyi gerçek ailesi olarak kabul edip ardında bıraktığı aileyi hiçe sayıp aynı şekilde bu aileyi tüm sülalesine yok saydıran senin gibi bir müsveddenin güzeller güzeli eşi seni sıcacık evinde bekliyorken o gün hayatına 60 saniye daha eklemeden eve gitmen gerekiyordu; gitmedin. Ne için? Fiziksel ve zihinsel anlamda giderilemeyen hiçbir ihtiyacın olmadığı hâlde farklı bir ten, farklı bir yüz, farklı bir nefes, seni bu hususta farklılık arzulama konusunda zincire bağlayan onlarca, yüzlerce sebebin varken tamamını yok sayıp arzuladığın farklılıklar için. O gün, o ana dek, o an yaşanana dek aklının ucundan dahi geçmeyen tüm bu arzuların olay esnasında geliştiyse işin daha acı olan kısmı. Tamamen masumane bir şekilde şu soruyu soruyorum, gerek var mı sence? Tüm koşulları, bütün tabuları bir kenara bırak ve yalnızca mantığınla yanıtla, gerek var mı?

Gel sana gerek olmadığını şöyle açıklayayım: İnsan doğduğu andan öldüğü ana kadar hoşlanabileceği, ilgi duyabileceği, sevebileceği, âşık olabileceği tüm insan figürlerini farkında olmadan bilinçaltında biriktirip bir yığın hâline getirir. Gün gelir, biri çıkar karşısına; o figürlerden biri. Hoşlanır, karşılık alınca da bir ilişki alevlenir. Daha sonra ilişki adına ikisine de düşen yegâne görev bütün konularda aynı frekansı yakalama çabasıdır. Günümüz ilişkilerine zihninde bir hayat ver şimdi. Minicik bir kıpırtıda hooop kapı dışarı! Neden? Çünkü alternatif bolluğu mutlak bir gerçek. Peki senin bitirdiğin bu ilişkiyle başladığın arasındaki mesafenin hesabını kim verecek? Hayatına dahil olacak olan bir sonraki arkadaş da senin figürlerinden biri olacak. E öyleyse neden iki ilişki arasında yalnız geçirdiğin, kendi mutluluğundan çaldığın hüzünlü bir süre olsun? Sorun varsa konuş, anlat, el ele verip sorunlarınızı gidermek için uğraşın. Süreci bir sona mahkûm etmek daha az sorunlu birini arama bencilliğinden başka ne olabilir? Ki bu da bir saplantı hâline gelecek ve bu arama arzusunu her seferinde bir bahane olarak ileri süreceksin. Çözüm için uğraş, çabala, sana doğduğun anda bahşedilen iletişim hakkını dibine kadar kullan ve mutluluğundan çalma! İLETİŞİM! Kusurlu birini hayatına dahil etmeye önce kendinden başlamalı insan. Kimse kusursuz değil ve iletişim, çözüm, çaba bunun için var. Yapmayınca ne oluyor? Diğer ilişkileri gibi henüz menfaat sınavından geçer not almamış olan ve bu defa evliliğe kadar uzayan o ilişkiden dünyaya gelen, babasının yaşadığı 60 saniye yüzünden, bunu deli gibi aşmak istediği hâlde başaramadığı, doğuştan karşı cinse karşı güvensizlik duyan ve yine babası yüzünden kendi erkekliğinden sık sık tiksinen, potansiyel babalığından korkan, aldığı genlerin gafletinden ürken erkek çocuğunun boktan yaşam öyküsü.

Annemin tek sorunu neydi biliyor musun? Âşıktı. Bu hayatta kimse âşığı sevmez. İnsan âşığı okumayı, izlemeyi, hayal etmeyi çok sever, fakat hayatında olmasına tahammül edemez. Çünkü iyilik için alttan alır, sevgi için susar, haklıyken bile mutsuz geçen birkaç dakika olmasın diye haksız rolünü üstlenir, küs geçen dakikaların, ne zaman sonlanacağı belli olmayan bu yaşam kumarının içinde bir anda ölüp gitme olasılığını hesap ederek ne kadar gereksiz ve acı olduğunu düşünüp kavgalara müsaade etmez, yeteneğin olduğunu düşündüğün, fakat boktan olduğu otuz kilometre öteden belli olan şovuna alkış tutar, seni motive eder, hep iyi düşünür ve güzel şeylerden bahseder, müspet ve menfi arasındaki mesafeyi ilk günden son güne kadar her saniye daha da genişletir ve sever, her gün daha fazla. Âşık, günümüzün vebalı ilişkilerinin panzehridir. ‘Sevgim bitti’, ‘Soğudum’ gibi kıçtan uydurma kavramların aslında insanların kendilerini inandırdıkları yalanlar olduğunun açık ispatıdır. İnsan isterse soğur, isterse biter; tıpkı âşığın aşkını sürekli diri tutma çabası gibi…

Demem o ki, “Benden ne çıkacak acaba? Neye benzer? Nasıl bir şey olur?” gibi at ağızlı düşüncelerle ya da bir anlık gazla, hiçbir hazırlığınız ve iradeniz, isteğiniz yokken, “BEN NE YAPTIM!” diye afallamayacağınıza garantiniz yokken, ne istediğinizi bilmiyorken, menfaate dayalı arzularınızın son bulup bulmadığından emin değilken, bunlar gibi yüzlerce cevap bekleyen cümleniz varken, cevapları bulamadığınız sürece lütfen çocuk yapmayın. Hatta ne olur lütfen ilişki de yaşamayın. LÜTFEN!

--

--