İç Motivasyon ve İç Sabotaj
Kimlik Değişimi
Bu yazıda, sürekli ertelediğimiz planlarımız, değiştirmek istediğimiz alışkanlıklarımız, arzulayıp da cesaret edemediğimiz hayallerimiz için bir adım atacağız. Ama bu adım geri döndürülemez bir karar olacak. Eğer bu yazıyı okumaya devam ederseniz sadece bilgilenmek için yapmayacaksınız; değişmek için kendinize bir söz vermiş olacaksınız. Memnun olmadığınız bir kimlikten soyunarak, içinizde saklı duran otantik ve ideal kendiliğinize yavaş yavaş dönüşeceksiniz. Eski bilinçsiz kendinizin yüklendiği fazlalıkları küçük ama ısrarlı çekiç darbeleriyle yontarak, içeride saklı duran eserinizi sabır ve çabayla ortaya çıkaracaksınız. Bu sözü samimiyetle vermezseniz, anlatacaklarım hiçbir işinize yaramayacaktır.
Motivasyon konusunda son birkaç yıldır yüzlerce yabancı makaleyi, onlarca video, konferans, podcast ile önde gelen uzmanların yazdığı başlıca kitapları içeren uzun soluklu bir araştırma yaptım. Elbette bu denli derin bir çabanın arkasında kendime dair arayışım ve aşmakta zorlandığım bazı iç sabotajlarım vardı. Özellikle kendi motivasyon maceralarını anlatarak tavsiyelerde bulunanlara ait gözlemlerimden çıkardığım şudur: Herkesin motivasyon problemi parmak izi kadar kendine özel. Ve başkalarının yüzeysel tavsiyeleri asla bize birebir çözüm sunmuyor. Zaten tam da bu yüzden onları bilmek bizde bir motivasyon yaratmıyor.
Bu nedenle hepimizdeki (kilo verme, hobiler, tembelliği yenme gibi) benzer motivasyon ihtiyaçlarına bağlı kişiye özel sabotajların derinine inip, her insan için ortak olan temel çatışmaları ve onların kavramlarını bulmak gerekiyordu. Öte yandan, bu temel kavramları bence en iyi özetleyen bir kitaba da rastladım. (Okuma tavsiyesi: Atomic Habits: An Easy & Proven Way to Build Good Habits & Break Bad Ones) Hal böyle olunca, yazının omurgasını bu kitabın içeriğine göre hazırladım.
Daha önceki felsefe yazılarında, Aristoteles gibi, erdemleri karakter ve düşünce erdemleri olarak ikiye ayırmıştık. Karakter erdemleri her insanda bir biçimde var olan ve alışkanlıklarımız üzerine inşaa ettiğimiz en temel kişiliğimizdir.
Düşünce, His, İnanç ve Duygu Durumu
Alışkanlıklarımızı ve onlara bağlı tekrarlanan davranışlarımızı ve tercihlerimizi istikrarlı kılan ya da kökünden değiştirebilecek potansiyele sahip olan üç gücümüz var: Düşüncelerimiz, Hislerimiz ve İnançlarımız. Hislerimiz (duyumsamalar) dış dünyaya dair algılamalarımızdır, yani duyularımıza bağlıdır. Bu üç gücümüze bir de ruh halimizi, yani duygu durumumuzu dahil etmeliyiz.
Kısaca örneklersek; bir şeyi iyi olduğunu düşündüğümüz için yapıyor olabiliriz. Bazen düşüncemiz aksini söylese de, yaparkenki hissi haz verdiği için (zararlı) alışkanlıklar edinmiş olabiliriz. Hem hazzına, hem de mantıksal olarak faydalı olmasına rağmen inançlarımız gereği sakındığımız şeyler vardır. Üç konuda da olumlu olan bir alışkanlığımızı bazen depresyona girdiğimiz için bırakabiliriz; ya da duygu durumumuzdaki bir takım dalgalanmalar yüzünden, bize acı veren, zararlı ve kötü bir şeye yeltenebiliriz.
Düşünce, his ve inanç daha istikrarlı olduğundan, kişiliğimizi şekillendiren ana unsurlardır. Duygu durumu ise kararsız, çabuk değişen bir yapıdır. Daha çok dış ama iç etkenlere göre de değişir. Bir insan duygu durumunu ne kadar kontrol edemiyorsa, kişiliğinin dışında davranışlar sergilemesi o kadar sık olacaktır. Bu tür ekstrem haller haricinde, her insan için doğal olan, keskin duygu geçişleri hayatımızın belli dönemlerinde yaşanır. Duygu durumlarını kısa ve uzun süreli olarak ayırırsak, alışkanlıklarımızı değiştirenler elbette uzun sürenlerdir. Depresyon, aşık olma, yeni bir hayata/işe başlamanın heyecanı, yas, travma sonrası stres bozukluğu gibi örnekler verebiliriz. Bu uzun süreli, “anormal” duygu durumları da iki temel kategoriye bölünebilir: Neşe ve keder.
Neşeli insan hareketli, heyecanlı, daha az yiyen, iyimser, affedici, empatik, sosyal, odaklanamayan, dağınık davranan, çok konuşan, az düşünüp çok eylem yapan bir profildir.
Kederli insan hareketsiz ve enerjisiz, donuk, belli kriz anları haricinde çok yiyen, kötümser, cezalandırıcı, empatiye kendini kapatan, asosyal, aşırı odaklı ve dalgın, düşünceleri dar ve derin, az konuşan, neredeyse eylemsiz bir biçimde iç dünyasına kendini saklamış bir profildir.
Sonuç olarak diyebiliriz ki, sağlıklı insan sevinç ve kederi yeri geldiğinde, rutin hayatını sekteye uğratmayacak düzeyde yaşayabilendir. Ne düşünceden yoksun bir iyimserlik, ne de kendini çözüme kapatmış bir kötümserlik insana yakışmaz. Bunun dengesi tanım olarak karamsarlıktır; yani mevcut kötü durumlarla yüzleşme cesareti ve değiştirme arzusunu bir arada götürebilmek. Fakat henüz mevcutta olmayan, bilinmeyen bir gelecek tasavvurunda ya da değiştiremeyeceğimiz konularda iyimser olmalıyız.
Sanırım alışkanlıklarımızı, davranış ve tercihlerimizi etkileyen temel iç dinamikleri özetledik.
Kimlik, Kişilik, Kendilik
Birinci ve dördünce paragraflarda kimlik ve kişilik kavramlarını birer cümlede vurgulu bir şekilde geçirmiştim. Öneminin nedenlerini şimdi açalım.
Kimlik başkalarına göre kim olduğumuzu tanımlar, sosyolojik bir kavramdır. Çevremiz için neyi temsil ettiğimizi ifade eder.
Kişilik ise karakter (özelliklerimizi) erdemlerimizi, alışkanlıklarımızı merkezinde tutan orta kavramdır, biyolojik bizi ifade eder. Kendimize dair yaptığımız tarifin adıdır. Sahip olduklarımızla bizi açıklar. Benliğimizin haz ve acı ile yönetilen tarafıdır.
Kendilik ise en derinde olan, psikolojik gerçekliğimizi merkezinde tutan, benliğimizin en dolayımsız yanı, özü, çekirdeğidir. Hakikatte “ne olduğumuzun” karşılığı kendiliktir. Dış dünyamız ile iç dünyamızın en doğru şekilde karşılıklarını bulması kendiliği bilince taşır. Çoğu insan kendiliğini tanımadan yaşlanır ve ölür.
“İnsan ikileminin kendisini hem özne hem de nesne olarak görebilme yetisi vardır. İnsan bilincinin gelişimi, derinleşmesi ve genişlemesi bu iki kutup arasındaki diyalektik süreçte yatar.” 1
“İnsan kendisini dışarıdan görme yetisine sahip olduğu ve aynı anda hem özne hem de nesne olarak görebildiği için, kendine karşı eyleme geçebilir.” 2
“Kendini sürekli gözlemlemek, kendini bir nesne gibi algılamak kendine yabancılaşmaktır.
Aslında benlik bilinci hayatlarımız üzerindeki kontrolümüzü artırır ve bu artan güçle birlikte kendimizi serbest bırakma kapasitesi ediniriz. Görünüşteki paradoksun ardında yatan gerçek budur, yani kişinin benlik bilinci ne denli artarsa kendiliğindenliği ve yaratıcılığı da o denli artacaktır.” 3
Bebekliğin ilk evresindeki omnipotans (omnipotence) halinden sıyrılan insanda kimlik, kişilik ve kendiliği kapsayan benlik yaşam boyunca gelişir. Bir önceki yazıda vurguladığım yüksek bilinç, yani benlik bilinci kendimizi değiştirme kudretimizdir.
Her ne kadar kimlik, kişilik ve kendiliğimizi ayrı tanımlar olarak ortaya koysak da, insan denen varlığı keskin sınırlarla bölüp parçalamak mümkün değildir. O nedenle bu kavramları birbirinden ayırt etmekle beraber, girift yanlarının olduğunu da akıldan çıkarmamak gerek. Aynı şekilde düşünce, his, inanç ve duygulanımlarımızın da birbirlerini etkilemesi, zaman zaman dokularının karışması doğalarının gereğidir.
Kimliğimiz büyüdüğümüz, yaşadığımız çevrenin etkileri güdümünde oluşur. O nedenle kimlik inanç ile doğrudan ilişkilidir. Bilgi ve düşünceden evvel gelen inançlar çocukluğumuzdan başlayarak kimliğimizi inşaa eder. Aristoteles’in dediği gibi, mitos olmadan logos olmaz zira. Ayrıca hikaye anlatan (story teller) bir toplumsal canlı (zoon politikon) olarak insanın makam, ünvan, sınıf gibi kimliğe ait özellikleri de aslında kollektif bir inancın ürünüdür. Çünkü bunların hiçbiri doğada yoktur, kültür dediğimiz ikinci doğada yine insan tarafından uydurulmuş hikayelerdir.
Kişilik kavramının alışkanlıklar, tercih ve davranışlarla olan ilişkisinden bahsetmiştim. Dolayısıyla kişiliğimizin hem inanç hem de düşünce ile eşit şekilde ilişkili olduğunu söyleyebiliriz. Benzer ilişkilerine rağmen, entelektüel donanıma bağlı olarak kişiliği etkileme oranları bireye özel olacaktır. Bunun yanında sık tekrarlanan hislerimiz ve şiddetli duygu durumlarımız da kişiliğimizi şekillendirir. Mesela değer gördüğümüz bir çevrede yaşıyorsak özgüvenli bir kişiliğimiz olur; şiddetli anksiyete yaşıyorsak kederli bir kişiliğe dönüşürüz.
İnanç ve düşüncelerimiz doğrudan doğruya kendiliğimize işleyemezler. Psikolojik imbikten geçmek zorundadırlar. Hakikate dair olmayanlar dışarıda kalır.
Kendiliğimizi bir heykele benzetebiliriz. Kişilik ve düşünce heykelin içindeki çamurdur (veya destek çubukları da diyebilirsiniz). Heykeltraş da biziz, yani öz bilincimiz. Kimliğimiz ise heykelin yüzeyinde yaptığımız incelikli düzeltmelerin bütünüdür; yani elimizdeki bıçak, keski gibi aletlerden attığımız fazlalıklara, doldurduğumuz oyuklara kadar bütün parçalar kimlik inşaasına dairdir. Yüzeyde kimliğimizi biçimlendirirken, özde kendiliğimizin heykelini yapıyoruzdur. Bu dokunuşların etkisi kadar, çamurun içeriden dışa doğru direnci, sınırlaması da heykelin yaratımında aktif bir rol oynar. Bu nedenle diyebiliriz ki, çamurun/desteğin formu ve kalitesi ne kadar düzgünse dokunuşların sonucu o kadar başarılı olacaktır. Kişiliğimizin dolduramadığı bütün kimlikler çatlayıp dökülmeye mahkumdur.
Benlik bilincinin artması ile kendiliğimize dair hakikatimizi tanımaya başlarız. Ve artık dışarıdan içeriye doğru olan değişim, içeriden dışarı taşan bir dönüşümle beslenir. Yani kendiliğimizi keşfettikçe kişiliğimizi ve kimliğimizi dönüştürürüz. Hayat boyu tekamüle evrilen bir heykelin, içindeki çamurun formunu da, heykeltraşı da değiştirmesi gibi.
Öz bilinç arttıkça duygu durumumuzun dengesi güçlenir, algılarımız berraklaşır, düşüncelerimiz derinleşir, inançlarımız saflaşır. Kimliklere dair safsatalardan, kişiliğimizin aşırılıklarından arınırız. Neşe ve kederin sağlıklı dengesinde, huzurlu bir mutluluk ile ahenkli alışkanlıklarımızı yaşantılarız.
Alışkanlıkların Döngüsü
Bir davranış biçimi alışkanlık halini aldığında, o davranış yapılırken beynin aktivitesi düşer. Yani artık otomatik pilota geçmiştir. Alışkanlıklarımızı yaşarken başka şeyleri düşünebilmemiz, beynimizin eş zamanlı olarak diğer aktiviteleri başarabilmesi bakımından lehimize bir olgudur. Fakat kötü alışkanlıklarımızın da otomatikleşmesi nedeniyle, onları değiştirebilmek için bu döngüsel zinciri kıracak bilince yükselmemiz gerekir.
1.İşaret (Cue) — 2.Arzu (Craving) — 3.Tepki (Response) — 4.Ödül (Reward)
Alışkanlık döngüsü bu şekildedir. Önce tetiklemeyi sağlayan işaret algılanır, sonra arzu yani daha önceden hazzı tecrübe edilmiş şeye sahip olma duygusu ateşlenir, arzulanana ulaşmak için eylem gerçekleştirilir ve en son da ödül alınmış olur, haz duygusu ortaya çıkar. Her döngüde ödül alındığı sürece insandaki tekrarlama arzusu canlı kalır. Beklenen ödüle ulaşılmadığı veya haz yerine acı alındığı takdirde alışkanlık zayıflamaya başlar.
Her arzu içsel bir durumun değişimine ilişkindir. (Açlık gibi.) Bazı alışkanlıklar hepimizde aşağı yukarı aynı olabilir, tıpkı susayınca su içmek gibi. Ama genellikle kişiye özeldirler. Birisi akşam televizyonu açtığında, favori dizisi başlar başlamaz canı çerez yemek ister. Çünkü çok defa bu eylemi, hep aynı şekilde tekrarladığı için alışkanlık haline gelmiştir.
Bir başkası gece gök gürlediğinde ışıkları açar. Kimisi stresli olduğunda tırnaklarını yer. Duyduğu maç yayını birine heyecan verirken, bir başkasına gürültüden başka bir şey ifade etmez. Herkesin aldığı his, düşüncesi ve duygu durumu işaretlere karşılık arzu durumunu farklılaştırır.
İşaretlerimizin ateşlediği arzuya karşı vereceğimiz tepkiler (davranışlar) motivasyonumuza bağlıdır:
- Duygu durumumuz bu davranışa uygun değilse motivasyon düşer.
- Bir aksiyon ile ilgili mental veya fiziksel olarak kapasitemizin yeterli olmadığını düşünüyorsak, başaramayacağımıza inanmışsak,
- Arzuya cevap olacak tepkiye harcayacağımız enerji/fayda, ödülün vadettiğinden fazla görünüyorsa motivasyonumuz olmayacaktır.
Davranışların alışkanlıklara dönüşmesi her zaman hissedilen ihtiyaçtan doğar:
İşaret: Uyanmak
Arzu: Dinç hissetmek
Tepki: Kahve içmek
Ödül: Kafein etkisi ile ayılmak
Kötü alışkanlıkların iki temel yanlış kodlaması vardır. I- İhtiyacımıza gerçekten çözüm sunmayan bir davranışa bağlanmışızdır. (Ör: Strese girince tatlı yemek.) II- Az veya çok çözüm sunsa da, davranışımızın uzun vadede kötü sonuçları vardır. Ama biz alışkanlıklarımızda daima anlık ödüle daha çok odaklandığımız için, gecikmiş acı ve zararları göz ardı ederiz. (Ör: Gevşemek için içki içmek.)
Hayal Kırıklığı Vadisi
Alışkanlıklar kendini geliştirmenin yan faydalarıdır. Başarı ise günlük alışkanlıkların uzun vadeli ürünüdür; asla yaşamın anlık dönüşümleri ile gelmez.
Meselenin bilimsel ve felsefi akılsal tarafından kopup edebiyat yapmayı sevmesem de şu analoji güzel özetliyor: Bambular göğe doğru altı haftada 90 feet büyümeden evvel beş yıl boyunca kök salarlar. Benzer bir eşik de alışkanlıklarımızın kişiliğimize kazandırılması için gereklidir. Buna eşik değer diyebiliriz.
Bir alışkanlığımızı değiştirme çabamız söz konusu olduğunda işaretin (cue) uyarımının erken ve orta aşamalarında “hayal kırıklığı vadisi”ne düşeriz. Bu neredeyse kaçınılmazdır. Konfor alanından çıkmama eğilimi, başaramama endişesi, hedefin uzak görünmesi ve en çok da ilerleme kaydedememe algısı yüzünden vazgeçeriz. Aslında potansiyelde yaşanan değişimi, aktüel olarak gözlemleyemediğimiz için hayal kırıklığı yaşatır.
Potansiyel değişimin bilincine varıp motivasyonumuzu korursak bu vadiden çıkarız. İşte o noktadan sonra başkaları bizde “dramatik” bir değişim olduğunu görürler; oysa o değişimin arkasındaki büyük çabayı sadece biz biliriz.
Bazı İç Sabotaj Türleri
Yukarıdakiler haricinde iki sabotaj türünden daha bahsedelim.
Jonah Kompleksi
“İlk defa Abraham Maslow tarafından tanımlanan Jonah Kompleks, İncil’deki Hz. Yunus kıssasına gönderme yapıyor. Ninova şehrini ikaz etmesi istenen Hazreti Yunus’un bu görevden kaçışını, kişinin kendi görevinden, içindeki büyüklükten, yücelikten ve kendi kaderinden kaçışı olarak tanımlayan Maslow, bu kaçışın arkasında başarma, büyüme, sorumluluk korkusu olduğunu söylüyor.” 4
Kısacası başarılı olma korkusudur. Görev, hayal veya sıra dışı bir başarının eşiğinde kişi kendini sabote eder; potansiyelinin çok daha azı ile eyleme geçer veya vazgeçer. Bunun temel nedeni, başarısından sonra çevresinin onu dışlayacağı endişesidir. Bu durumu fark etmenin güzel bir yöntemi de var: Gözlerinizi kapatıp önünüzdeki başarıyı hayal edin. Eğer hayalinizde yalnızlaşıyorsanız, çevrenizdeki insanların sizinle birlikte mutlu olduğunu göremiyorsanız Jonah kompleksinden muzdarip olabilirsiniz.
Imposter Sendromu
Türkiye’de en az görülen sendrom olabilir, diye düşündüm bunun için. Başarılı insanlarda olur. Kendi başarısına inanamama, bir yanlışlık ya da şans eseri başarılı olduğunu düşünme durumudur. Hatta kişi kendisinin bir üç kağıtçı, insanları kandıran bir düzenbaz olabileceği şüphesi ile ciddi endişe duyar. Yüksek kaygı ve buna bağlı performans düşüşü yaşatabilir. “İlk defa 1978’de psikolog Suzanne Imes ve Pauline Rose Clance tarafından tanımlanan sendrom, sahtekar anlamına gelen “Fraud” Kompleks olarak da biliniyor.” 5
Sosyal medyadaki karton kimliklerin abartılan başarıları ve yetenekleri algımızı ve değerlendirme kriterlerimizi gerçek dışı bir biçimde bozduğu için kendimize dair hakiki başarıları küçümseme, onlara itibar edildiğinde utanma hissi yaşayabiliyoruz. Bir diğer sebep, aile ve çevrenin başarı odaklı sağlıksız motivasyonu ile büyütülmüş bireyler, “beklentileri” karşılayamamış olma duygusu ile Imposter sendromuna yakalanabiliyorlar. Ne de olsa eskiden sadece akraba ve komşu çocukları ile kıyaslanırken, şimdi Twitter’da haber olmuş bir kişi ile de kıyasa girmeye açık haldeyiz. Mükemmel olma kaygısı, gizli kibirin göstergesidir. Ve kendisini genellikle gereksiz boyutta “mütevazi” veya ketum olmakla gizler.
Özetle; Jonah kompleksinde dayatılan kimliği kişiliğine dar gelen bir insan varken, Imposter sendromunda başarılı kimliğinin ona bol geldiğini sanan bir kişilik söz konusu. Zaten çok ekstrem boyutlarda başarılı olması gerektiğine inandırılmış olarak büyüyen (hani şu gizli kibirli) kişilerse haklı başarıları olan kimlik ve kişiliklerini ütopik bir kimliğin içinde küçümsüyorlar.
Büyük Değişimler İçin Küçük Hedefler Koyun
Aklınıza, en çok ertelediğiniz hedeflerinizden birini getirin. Özellikle de bir yıl veya daha fazladır bekleyenlerden olsun. Kendi kendinize cevap verin şimdi, geçen sene bu zamanlara nazaran ne kadar fark yaratabildiniz bu konuda? En fazla beklettiklerinizden birini seçtiyseniz gerçekten, muhtemelen önemli bir fark yaratamamış olmalısınız. Bütün bahanelerimizi boşa çıkaran bir matematiksel hesap var: Her gün bir önceki güne göre sadece %1 fazlasını yaparak ertelenen alışkanlığımızı yerine getirseydik; bir yıl sonra %37 fark yaratmış olacaktık. Kötü bir alışkanlığımızı yenmek için her gün %1 azaltma yolunu seçseydik, bir yıl sonra sıfırlanacaktı.
Hedefler elde etmek istediğimiz sonuçlarla ilgilidir. Sistem ise o sonuçları üreten süreçlerin bütünüdür. Sistem olmadan hedeflere ulaşmak sadece tesadüflere kalır. Neticede kazananlar da, kaybedenler de aynı hedeflere sahiptirler.
Bir hedefe ulaşıldığı o an aslında çok küçük bir değişim yaşanmıştır. Gelişimin sürdürülebilirliği sisteme bağlıdır. Hedef odaklı düşünce mutluluğu her zaman bir sonraki hedefe erteler. Gelişimin süreçlerinden haz almayı başarabilirsek, iyi alışkanlıkları kazanmak, kötü alışkanlıklardan kurtulmak çok kolay hale gelecektir. Hedef odaklı olmanın bir diğer olumsuzluğu, o hedefe ulaştıktan sonra sahte bir tatmin yaşayıp gelişimi durdurmaktır.
Alışkanlıklarımızı değiştirmede tipik iki temel hataya düşeriz:
- Yanlış şeyi değiştirmeye çalışırız.
- Yanlış şekilde değiştirmeye çabalarız.
Alışkanlıklar ve Kimlik
Kilo vermeye çalışan biri genellikle varmak istediği sonuca odaklanır. Yani kaç kiloya düşeceğine. Başarısız hedeflemelerin çoğunluğu bu hatayı yapar, sonuçları merkeze alır.
Başarıya ulaşmış hedeflerin çoğunluğu ise süreçlere odaklanır. Yani alışkanlık haline gelmiş davranışları, sistemi değiştirir. Fakat hedefe ulaşıldıktan sonra gelişim durur. Hatta bazen geriler; kilo verdikten sonra tekrar fazlası ile alanların durumu böyledir. Yani kısa süreli başarıları, uzun vadede başarısızlıkla sonuçlanır.
Kimlik katmanında ise hedef ne sonuçlar, ne de alışkanlıkların sistemsel değişimidir. Asıl hedefimiz bir kimlik inşaası olduğunda bunun için çalışacak sistem de, o sisteme ait süreçlerin sonuçları da bu bitimsiz gelişim amacına hizmet edecektir. Kimlik katmanında inançlarımızı: dünya görüşümüzü, öz imgemizi (self-image), kendimize ve başkalarına dair yargılarımızı, kabullerimizi değiştiririz.
Sonuçlar elde ettiklerimizle, süreçler yaptıklarımızla, kimlikse neye inandığımızla ilgilidir. Değişen alışkanlıklarımız yeni kimliğimizi, dönüşen kimliğimiz ve kişiliğimiz yeni alışkanlıkları yaratacaktır.
Dışarıdan operasyonlarla veya sağlıksız yöntemlerle kilo vermeye çalışıyorsanız sonuca odaklısınızdır. Kendinizi ve alışkanlıklarınızı değiştirmek gibi bir niyetiniz hiç yoktur. Süreç içinde sizi mutsuz eden, günlük yaşam kalitenizi düşüren, katı rejimler yapıyorsanız alışkanlık döngülerinizi radikal bir biçimde kırıyorsunuz ama kimliğinize dair bir değişim çabası taşımıyorsunuz demektir. Ne zaman “ben artık sağlıklı besleneceğim, hayatımda düzenli bir spor olacak, iyi uyuyup stresten uzak duracağım” gibi kararlar alırsanız kimliğinizi değiştirme amacına odaklanmışsınız demektir.
Olmak İstediğiniz Kendinizle Gurur Duyun
İmgesini zihninizde yarattığınız yeni kimliğinizin bütün detaylarını tasarlayın. Onu hayallerinizde yaşantılayın. Ve zihninizdeki kendiniz ile gurur duyun. Alışkanlıklarınızı değiştirdikçe kimliğinize ait bu imgenin parçaları yavaş yavaş ete kemiğe bürünecek ve sizde hayat bulacak. Bu değişimi gözlemledikçe, her adımı ile gurur duymaya devam edin. Değişimlerin yavaşladığı veya durduğu süreçlerde asla kendinizi aşağılama, cesaretsizlendirme veya cezalandırma yollarına gitmeyin; bu sizi amacınızdan vazgeçirecektir.
Başkalarının Yeni Kimliğinizde Sizi Övmeleri
Sizdeki değişimler özellikle “hayal kırıklığı vadisi”ni geçtikten sonra görünür olmaya başlayacak. Sizi yakından tanıyanlar bu değişiminizi, yeni tanıyanlar da olumlu olan alışkanlıklarınızı ve sonuçlarını öveceklerdir. Yeni kimliğinize olan inancınız daha da güçlenecek.
“Ben” ile Başlayan Cümleleri Azaltın
Kendini tanımlamak, bir bakıma sınırlamaktır da. İnsan elbette kendini tanımalı fakat kesin tanımlamalardan kaçınmalı.
“Ben tembelimdir.” “Benim isim hafızam zayıftır.” “Ben tatlıya dayanamam.” gibi tanımlamaları kullanmayı bırakın. Zaten bunların hiçbiri siz değilsiniz, sadece bu zamana kadar hep öyle davrandınız. İnsanın bilinç dışında “inanç tutarlılığı” ile ilgili bir direnç vardır. Yani kimliğiniz olarak gördüğünüz kanılarda, siz farketmeseniz de zihniniz sizi tutarlı tercihler yapmaya zorlar. Böylece toplumun gözünde tutarsız, güvenilmez biri olma tehlikesinden korunursunuz. Ve değişmekte zorlanırsınız. O nedenle kendinizi tanımlarken dikkatli ve titiz olun, hatta bence hiç tanımlamayın. Bırakın insanlar sizi anlatımınızla değil, söylem ve davranışlarınızla tanısın. Her halükarda kendilerince ve tanımak istedikleri kadar tanıyacaklardır. Zaten insanın kendisi ile ilgili olumsuz tanımlamaları anlamsız bir hevesle yapmasının bir faydası olmadığına göre, bir gariplik olmalı değil mi?
Bu tutarlılık tuzağı arkadaş grubu, aile veya daha büyük kültürel çevreler için de geçerlidir. Ait olduğunuz topluluğun size dair kimlik tanımları ve inançları önünüzde aşılmayı bekleyen bir bariyer olabilir.
Devam edecek…
Kaynaklar
Atomic Habits: An Easy & Proven Way to Build Good Habits & Break Bad Ones, James Clear
(Grafikler de aynı kitaptan alınmıştır.)
1 Rollo May, Kafese Konan Adam, sayfa 48
2 Rollo May, Kafese Konan Adam, sayfa 278–279
3 Rollo May, Kendini Arayan İnsan , sayfa 100
4 Kendi Kendini Sabote Etmek: Jonah Kompleksi, Aslıhan H. Ergün