İstibdat

Efendi kılıklı dalkavuklar yönetimi

Metehan Yalçın
Türkçe Yayın
5 min readMar 3, 2023

--

Girizgâh kısmında; belirli sebeplerle uzun zamandır yazı yazmama, fikirleri yakın yahut uzak çevreye duyurmama durumuna artık ülkenin durumuna ve yöneticilerin beceriksizliğine katlanamayan 20 yaşında bir Türk evladı olarak son vermenin doğru olduğunu düşündüğümü belirterek yazıya başlamak istiyorum. Umuyorum ki bu yazıyı okuyacak olan her kişi benimle aynı duygu ve düşünceleri paylaşacaktır.

“Geriye gidiyoruz” klişesiyle yazıya başlayacak olursak kendimizi Cumhuriyet ilanından da önce hatta Dünya Savaşı’ndan da önce “İstibdat Devri” mağdurlarından biri olarak bulabiliriz. Türk Dil Kurumu’na göre “tek bir yöneticinin toplumu baskı altında yönetmesine dayanan düzen, baskıcılık, hiçbir hakkın ve özgürlüğün bulunmadığı tek adam yönetimi.” şeklinde bir tanımı vardır istibdatın. Ben de şahsi olarak “Efendi kılıklı dalkavuklar yönetimi” şeklinde yorumlamaktayım. Peki nasıl oluyor da 2023 senesinde 130 sene önce yaşanmış çağ dışı akılsız tutumun içerisinde buluyoruz kendimizi? Hatta nasıl oluyor da 1900'ler bireylerinden daha da kötü bir durumda olabiliyoruz? Bu durumun suçlusu sadece idareci midir yoksa muhalif siyasiler de bu sistemin aktörlerinden midir? Bu durum karşısında ne yapabiliriz? Nasıl davranmamız gerekir?

Bilinmesi gerektiği gibi 2.Abdülhamid’in beceriksiz yönetimi zamanlarında halkın özgürlükleri asgari düzeyin dahi çokça altındaydı. “Burun” demenin yasak olduğu, Türk olmanın suç olduğu, millet ve hürriyet sevdasının haram olduğu hatta halkın kitap ve dergi gibi kitle iletişim araçlarının ciddi bir sansür altında bulunduğu birçoğunun da bizzat ortadan kaldırıldığı tarihimizin lekeli dönemlerinden biriydi. Halkın öğrenimsiz olduğu gibi ciddi anlamda eğitimsiz olduğu, Türk olanların hakları yabancılara satıldığı için yabancıların iş tutan, Türklerin gariban olduğu, devletin en üstünden en alt kademesine kadar tüm memurların ahlaksız ve iş görmez olduğu, daha nice aşağılık davranışların alkışlandığı bir dönem olması sebebiyle padişah oldukça güçlüydü. Bu gücün sarhoşluğunda ilerlemeyi değil sadece afyonunu(tahtını) arzulayan idare karşısında ülke iyice geriliyor ve her geçen gün katlanarak güç kaybediyordu. Halkın eğitimsiz ve bilinçsiz olmasıyla birlikte idareciler, halkı, din olarak gösterdikleri hurafelerle kandırıyor ve kendilerinin gitmesi halinde dinlerinin ellerinden gideceğini iddia ederek halkı kendilerine bağlamaya çalışıyorlardı.

Efendi kılıklı dalkavuklar yönetimi

Günümüz Türkiye’si; beceriksiz yönetim süresince birçok özgürlük asgari düzeyin gayet altında, “kel” demek soruşturma sebebi, Türk ibareleri bizzat idareciler tarafından ayaklar altına alınmış, millet ve hürriyetten söz etmenin terörist yaftalarıyla engellendiği hatta televizyon ve çeşitli sosyal medya uygulamaları gibi halkın güçlü kitle iletişim araçlarının güçlü bir sansürle bastırıldığı, birçoğunun bizzat ortadan kaldırıldığı ve hatta son zamanlarda iyice akıldan uzaklaşmış idareler sebebiyle halkın eğitimden dahi mahrum bırakıldığı Cumhuriyet tarihimizin en geri dönemidir. Halkımız, her ilde yetersiz üniversiteler kurulmasıyla diplomalı lakin öğrenimsiz olmakla beraber oldukça eğitimsizdir. Gelen göçler, arsalarımızın, üretimhanelerimizin ve konutlarımızın hızlı satışları sebebiyle işçi ve kiracı gibi statülerden hızlıca dışlanan halkımız ciddi sosyoekonomik sorunlarla yüzleşmeye başlamaktadır. Devletin en üstünden en alt kademesine kadar ahlaksızlıkların cirit attığı, iş görmezlerin iş bulduğu ve daha nice aşağılık davranışın para etmesiyle hükümetin gücüne güç kattığı bir sisteme sahibiz. Bu aşırı güçlenmenin getirdiği sarhoşluk ile halk, devlet, devinim gibi kelimelerin unutulduğu mevki ve makamlar için it dalaşları yaşandığı içi çürük sistem, halka ve dolayısıyla devlete katlanarak güç kaybettiriyor. Halkın bu eğitimsizliği ve bilinçsizliği karşısında hükümet tarafından ortaya atılan kendilerinin gitmesi durumunda ülkenin ve dinin yok olacağı, halkın helak olacağı hurafeleriyle halkın zihninin yıkandığını görmek hiç de zor değil.

Bu iki durum tespitine baktığımız zaman istibdattın içerisinde olduğumuzu iddia etmenin neden absürt olmadığını hatta eksik bile kaldığını görebiliyoruz. Benzerlik kurduğumuza göre şimdi bizlerin nasıl olur da 130 sene önceki atalarımızdan daha aşağı bir durumda olduğumuzu düşünebiliriz.

Peşlerinde aç kurtlar olan iki koyun düşünelim. Birinin gidecek bir yolu, görecek bir ışığı ve koşacak takati yok. Diğerinin ise kaçması için tüm imkanlar var. İşin sonunda ikisi de kurtlara yem oluyor. Baktığımız zaman ilk koyuna kurban ikinci koyuna ahmak deriz. 130 sene önceki bireyler ilk koyun örneğine bizler ise ikinci koyun örneğine dahil oluyoruz. Onların halk idaresi yokken bizim şu an beceremediğimiz bir halk idaresi gücümüz var, onların okulları eksik iken bizlerin her mahallede farklı kademelerde okullarımız var, onların cumhuriyet hakkında bilgisi yokken bizlerin paha biçilemez fedakarlıklarla kurulmuş Cumhuriyetimiz var ve son olarak onlar örnek olacak istiklal kahramanları tanımazken bizlerin başta Büyük Gazi Paşamız Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere nice kahramanlarımız var. Bu ayrımlara rağmen bu kadar imkana sahip bizlerin ahmaklıklarımız sebebiyle 130 sene öncesinin durumuna dönüyor olmamızın hiçbir mantıklı izahı olmamasıyla beraber bizlerin neden daha kötü durumda olduğumuzun da cevabını bulmuş oluyoruz. Bizler kader olarak beceriksiz bir padişahın kulları değil kendine hizmetkar olması gerekirken başına efendi ettiği niteliksiz hükümetin fedaileri olduğumuz için atalarımızdan daha aşağı durumdayız.

Bütün bu kötü durumun üzerine bizi seçtiğimiz hükümete karşı gerektiği zamanlarda temsil etmesi için seçtiğimiz ana muhalefet de bizzat bu istibdat tutumunun baş aktörü durumunda. En çok oyu alan bu iki kurumun kendilerine oy veren insanların sözlerini dinlemesi gerekirken susturma girişimlerinde bulunmaları ve kendilerinin konuşmaya çalışmaları ne vahim bir durumda olduğumuzun bir diğer göstergesi. Hükümet padişah rolüyle bu tutumu gösterirken ana muhalefetin hürriyet mücadelecisi gibi görünüp ama aslında kendi küçük dünyasının padişahı rolüne bürünmesi halkımızı ve benim de içinde bulunduğum genç nüfusumuzu ciddi bir şekilde öfkeye itmektedir. İsteklerimizi dile getirdiğimiz vakit çeşitli terör grupları üzerinden ithamlı konuşmalar ve iftiralarla yüz yüze bırakılmak, salak yerine konmak, iş bilmez olarak görülmek ve efendisine tapan bir köle olmamızın istenmesi ben ve benim gibi birçok insanı çileden çıkaran birkaç iktidar-ana muhalefet tutumlarından sadece birkaçıdır. Ne yazık ki kendi yozlaşmışlıklarına köle ettikleri fedaileri sayesinde bu iki kurum da kendilerini dev aynalarından seyretmektedirler ve yine ne yazık ki bizlere de kendilerinin dev aynasındaki yansımalarını göstermektedirler.

Peki bu iki kendinden güçsüz akıl tutulması yaşayan kurumun tutumuna bizler halk olarak neler yapacağız. Oyları çok diye korkak bir şekilde onlara dahil mi olacağız? Yoksa yüz yıl öncesinde örneğine sahip olduğumuz şekilde “Kahrolsun istibdat! Yaşasın hürriyet!” mi diyeceğiz? Her aklı başında Türk istikbalinin evladı gibi bizlerden ümidim çoktur ve gerekeni hep beraber yapacağımıza en ufak şüphem yoktur.

“…Milletin hakimiyetine düşmanlığın sonu hüsran ve yok olmaktır…”- Mustafa Kemal Atatürk

Çok önemli bir eşikte bulunurken bu iki zavallı kurumun resmen iş birliğinde bulunuyor olmaları, birbirlerine küfürlerde bulunan fedailerin yan yana durup aynı söylemlerde bulunmaları halkın belirli kesimleri tarafında rahatsızlık uyandırmaktadır. Doğruları konuştuğumuz zaman bu iki kurumun da tamamen aynı argümanlar ve aynı dille takındıkları saldırgan tutumu artık tüm çıplaklığıyla görebiliyoruz. Halkın isteklerini umursamadan rahatsızlıkların üzerine koşarak gitmeleri ve hizmetkar olmaları gereken görevlerde kendilerini efendi olarak görmelerinin sonucu kesinlikle bozguna uğramak olmalıdır. Halk olarak uykumuzdan uyanmalı ve gerçek efendinin biz olduğunu onların ise yalnızca halkın hizmetkarı olabilme şerefine yalnızca halk tarafından nail olabilecek halkın küçük bir parçası olduklarını hatırlamamız gerekiyor.

Yüz yıl önce nasıl vatan ve hürriyet mücadelesi verdiğimizi hatırlamalı, o mücadele içerisinde okumalı, yazmalı, tartışmalı, öğrenmeli ve eğitilmeliyiz. Halk olarak her alanda yetkin olmalı ve kendi yetkinliğimize yaraşır, yalnızca halka hizmet etmeyi düşünen bizlerden kişileri, padişah kılıklı dalkavuklara tercih etmeliyiz. Halkın bir ferdi olarak gündeme hakim olmalı, dahil olmalı ve müdahale etmeliyiz. Sadece seçim zamanı kul köle olunan sonrasında vitrine kaldırılan süsler değil ilk ve son sözün sahibi, devletin gerçek hakimi, geçmişin ve geleceğin bekçisi olan halk olduğumuzu hatırlamalı ve derhal bu yolda önce kendimizi sonrasında sırasıyla yakın ve uzak çevremizi aydınlatmaya başlamalıyız.

Biz, biz olmayı başardığımız sürece her daim ayakta olacağız. İstibdattı yıkacağız. Kırmızı ve turuncunun ritmi bozuk dansına son vereceğiz.

--

--