Van Gogh’un Kulağını Kestiği Gece Yaşananları Gauguin Birinci Ağızdan Anlatıyor
Resmine değil ama adama hayranım. Kendinden çok emin, çok soğukkanlı. Bense fazlasıyla tereddütlü, tedirgin — Paul Gauguin.
Hepimiz çılgınca biten ilişkilere dair hikayeler duymuşuzdur; aşkın veya dostluğun ince ince işlendiği, kuşaktan kuşağa aktarılan ve ders çıkarılması umulan hikayeler. Başrol oyuncularını hüzne boğan bu hikayeler, okuyucularına karşı cömerttir; onlara ilhamın küçük ama parlak kıvılcımını sunarlar.
Bu hikayelerden biri de sanat tarihinin seyrini değiştirmiş iki büyük ressam arasında geçiyor; Hollandalı Vincent Van Gogh (30 Mart 1853–28 Temmuz 1890) ve Fransız Paul Gauguin (7 Haziran 1848–8 Mayıs 1903.) Gauguin, Vincent ile olan ilişkisine dair detayları ve o meşhur kulak kesme olayını Gauguin’s Intimate Journals adlı günlüklerinde birinci ağızdan anlatıyor.
Vincent umutsuzluk içinde sol elini gaz lambasının alevine tutar ve şöyle der “İzin verin, elimi bu alevin içinde tutabildiğim süre kadar göreyim onu.”
Bu olayın üzerinden iki yıl geçmiş, Kee Vos-Stricker’e olan aşkına karşılık bulamayan Vincent, kendisini tümüyle sanatına vermişti. Sefalet içinde bir şehirden diğerine göçüyor, farklı sanatçılar ve sanatsal tekniklerle karşılaşıyor, bunları kendi tarzı içine yedirerek harmanlıyordu. Başka şehirlerdeki sanatçılarla posta yoluyla resim takası yapıyor ve bir anlamda, bir türlü ayak uyduramadığı sanat akademilerinin uzağında kendi kolektif eğitim sisteminin hayali temellerini atıyordu.
Paris’e taşındı. O günlerde köylü hayatını konu alan günlük olayların resmini yapıyordu. Yapacağı bu resimler için profesyonel modellere yetecek parası olmadığından yoldan geçen insanlara ya da genelevdeki kadınlara gidiyordu. Paris’te model olarak kullandığı köylü kadınlardan biri hamile kalınca, bunun Vincent’in zorlamasıyla olduğu dedikoduları yayıldı ve rahip, köylülerin Vincent için modellik yapmasını yasakladı. Bu ve bunun gibi birçok olay üzerine buradaki iki yıllık fırtınalı hayatından bitkin düşen Vincent, ardında onlarca tablo bırakarak yine yollara düştü.
Alkol ve sigaradan hasta düşmüştü, huzuru bulma amacıyla Arles’e yerleşti. Burası onun sanatçı gözlerine çok egzotik görünmüştü, bir mektubunda ilk izlenimlerini şöyle aktarıyor, “Zouvaler, genelevler, kilisedeki ilk ayinine giden minik sevimli Arlésienne, cüppesinin içinde tehlikeli bir gergedan gibi görünen rahip, apsent içen insanlar, tüm bunlar bana başka bir dünyanın yaratıkları gibi görünüyor.”
Vincent, Arles’te, Paris’teki performansını bile geride bırakacak bir üretkenlik patlaması yaşayacak ve burada geçirdiği zaman içerisinde iki yüzden fazla yağlı boya, yüzden fazla karakalem ve suluboya resim yapacaktı. Ama burada da sefalet peşini bırakmadı. Gelirinin büyük bir kısmı abisi Theo’nun yolladığı paralardan oluşuyordu. Otelde kaldığı süre içerisinde hem eserlerini sergileyebileceği hem de yatıp kalkabileceği bir stüdyoya ihtiyaç duydu ve en meşhur tablolarına da ev sahipliği yapacak olan Sarı Ev adlı binanın doğu kanadını kiraladı.
Sanatçılardan oluşan bir komün kurma özlemi çekiyordu ve buradaki günlerinin çoğunu ya Sarı Ev’de ya da diğer sanatçıların da yoğun olarak takıldığı kafelerde geçiriyordu. Paris’teyken tanıştığı ve eserlerine hayranlık duyduğu Fransız ressam Paul Gauguin’le sık sık mektuplaşıyor, resim değiş-tokuş ediyor ve onu Arles’e yerleşip kendisiyle birlikte resim yapması için ikna etmeye çalışıyordu. Vincent mektuplarının birinde şöyle diyordu: “Kalıcı bir şey tesis etme konusunda başarılı olacağımız inancında büyük bir pay sahibi olduğunu görmek isterim.”
Tüm sefaletine karşın Vincent, bulup buluşturduğu tüm parayı boş evine yerleştirmek için alacağı iki yatağa harcadı. İçten içe Gauguin’in Arles’e gelip onunla yaşamaya başlayacağına inanıyor ve bu arzuyu içinde besleyip büyütüyordu. Evi dekore etmek amacıyla hırsla çalışmaya başladı ve dev boyutlarda bir grup sarı ayçiçeği resmi yaptı.
Gauguin, sonunda Vincent’ın ısrarlarına dayanamadı ve Arles’e taşınmaya ikna oldu. Burada iki ay kalacak ve karşılaştığı gariplikleri günlüğünde kendi ağızdan anlatacaktı:
Gecenin sonuna doğru Arles’e vardım ve gün doğumunu beklemek için gece boyunca açık olan bir kafeye gittim. Kafenin sahibi bana baktı ve feryadı kopardı, “Sen o dostsun, tanıdım seni!” Vincent’e göndermiş olduğum bir otoportrem kafe sahibinin bu feryadını açıklıyor. Vincent portremi kafe sahibine göstererek, bu kişinin çok yakında gelecek olan bir dostu olduğunu söylemiş.
Sabah olunca ikili buluşur ve takip eden günü Gauguin’in yerleşme işleriyle geçirirler. Vincent hevesle Gauguin’e kasabayı gezdirir, Arles’in ve Arles’li kadınların güzelliklerini anlata anlata bitiremez ancak bu Gauguin’in pekte ilgisini çekmez.
Ertesi gün işe koyulurlar. Gauguin, Vincent’in derin konsantrasyonuna ve çalışma disiplinine hayret eder; “Resmine değil ama adama hayranım. Kendinden çok emin, çok soğukkanlı. Bense fazlasıyla tereddütlü, tedirgin.”
Birkaç hafta boyunca beraber resimler yapıp uzun uzun sohbetler ederler. Bu süre zarfında Gauguin, Vincent’le aralarında derin bir karakter farklılığı olduğunu fark eder. Kendisi düzenli ve tertipli, Vincent ise tam tersine dağınık ve dengesizdir.
Sürekli ağzı açık duran boya kutusu üst üste yığılmış boya tüplerini zar zor zapt ediyordu. Tüm bu dağınıklığa ve kaosa rağmen tuvalinde parıldayan bir şeyler vardı, konuşmasında da. Daudet, Goncourt, İncil onun Felemenk beynini ateşe vermişti.
İkili aynı evde yaşadıklarından tüm paralarını ortak bir para kutusunda saklar ve harcamalarını oradan yaparlar.
İlk aydan itibaren gördüm ki ortak giderlerimiz de bu düzensizlikten payını alıyordu. Ne yapacaktım? Durum çok hassastı, para kutumuz pekte dolu sayılmazdı (Vincent’in erkek kardeşinden, Goupil’de bir katipten ve benim resim değiş tokuşundan gelen paralar.)
Gauguin, Arles’te kaldığı günlerin sonlarına doğru Vincent’ten “Vincent’im” diye bahsediyor ve onun tekniğinin muazzam bir ilerleme kaydettiğini, bir sanatçı olarak kendi sesini bulduğunu, o eşsiz renk ve ışık harmanlama stilini ortaya çıkardığını söylüyor.
Ancak Vincent, içinde saklı harikaları gün yüzüne çıkarırken, istemeden cinlerini de salı vermeye başlar. Gauguin, bu dönemde Vincent’in dengesiz tavırlarının daha da belirgin bir hale geldiğini söylüyor. O yıllarda, tıp dünyası henüz böyle bir zihinsel hastalığın varlığından haberdar bile değildi. Bu hastalık Vincent Van Gogh’un ölümünden ancak bir yüz yıl sonra tanımlanacak ve bipolar bozukluk olarak adlandırılacaktı.
Vincent, bir kaba ve gürültücü olur, bir sessizleşirdi. Birkaç gece kalkıp benim yatağıma gelişine çok şaşırdım. Bu hadise ne zaman olsa ona sertçe şöyle derdim, “Senin derdin ne Vincent?”, o ise hiçbir kelime etmeden yatağına geri dönüp derin bir uykuya dalardı.
Bir süre sonra Vincent üzerinde çalıştığı ve “Çıldırmış halim” olarak adlandırdığı otoportresini tamamlar. Aynı günün akşamı bir kafeye giderler ve olanlar olur.
O akşam kafeye gittik. [Vincent] hafif bir apsent aldı. Aniden elindeki içi dolu bardağı kafama fırlattı. Fırlattığı bardaktan sıyrıldım, onu bütünüyle kollarımın arasına aldım, kafeden çıktık ve Victor Hugo bulvarından geçtik. Kısa bir süre sonra Vincent yatağındaydı, birkaç saniye içinde uykuya daldı ve sabaha kadar da uyanmadı.
Uyandığında sakince bana şöyle dedi, “Benim sevgili Gauguin’im, dün gece senin kalbini kırdığıma dair kafamda silik bir anı var.”
Cevap: “Seni seve seve ve tüm kalbimle bağışlarım ancak dün gece olanlar bir daha olur ve bu sefer attığınla beni vurursan kendimi kaybedip seni boğmaya yeltenebilirim.”
Ancak kriz burada bitmeyecekti. Bir önceki gün yaşananlar fırtınadan önce esen nazik bir meltemden başka bir şey değildi. Gauguin, barıştıkları günün akşamını şöyle anlatıyor:
Hava karardığında akşam yemeğimi yedim ve tek başıma dışarı çıkıp, defne çiçekleriyle süslenmiş patikalardan geçerek temiz havayı içime çekmek istedim. Victor Hugo Bulvarı’nı arkamda bırakmak üzereydim ki ardımda o tanıdık, kısa, çabuk ve düzensiz adımları duydum. Hemen arkamı döndüm ve Vincent’in elinde bir usturayla bana doğru koştuğunu gördüm. O anki bakışlarım içinde muazzam bir gücü barındırıyor olsa gerek; çünkü durdu, başını eğdi ve geri, eve doğru koşturmaya başladı.
Bu olay üzerine Gauguin o gece eve geri dönmez ve bir otelde kalmaya karar verir. Gece uyumaya çalışır ama olanlar yüzünden gözüne uyku girmez. Sabah olunca meydana gider ve büyük bir kalabalığın toplanmış olduğunu görür, evlerinin yanında jandarma ve polis memurları beklemektedir. Şöyle devam ediyor:
Van Gogh eve geri dönmüş ve döner dönmez kulağını kafasına yakınca bir yerden kesmiş. Kanı durdurması biraz zamanını almış olmalı, çünkü ertesi gün iki kat aşağıda, kaldırım taşlarına serilmiş duran birçok ıslak havlu vardı. [Evimizin] iki odasında ve yatak odamıza çıkan merdivenlerde de kan lekeleri vardı.
Dışarı çıkabilecek duruma geldiğinde, kafasında çenesine kadar çekilmiş beresi ve kulağı sarılı halde doğruca geneleve gitmiş ancak tanıdık bir kadın siması göremeyince, dikkatle yıkayıp zarfın içine koyduğu kulağını yöneticiye verip, “İşte benden bir hatıra,” demiş. Sonra doğruca eve dönüp yatağına girmiş ve uykuya dalmış.
Evin kapısında duran polis amiri Gauguin’le dalga geçer gibi Vincent’in öldüğünü söyler, bunu duyan Gauguin yıkılır. Ancak Vincent yukarıda, odasında, hiçbir şey olmamış gibi uyumaktadır. Odaya çıkıp bunu gören Gauguin bir miktar rahatlar ve polis memurlarına eğer Vincent uyandığında onu sorarsa Paris’e döndüğünü söylemelerini rica eder.
Ardından Vincent bir akıl hastanesine kaldırılır. Orada kaldığı süre içerisinde hastalığının farkına varır, tedavisinin imkansızlığının da. İçindeki tüm öfkeyi kusar gibi, bugün hayranlıkla baktığımız o son resimlerini yapar. Bir süre sonra Gauguin, Vincent’ten son bir mektup alır:
“Sevgili Usta” (bu kelimeyi ilk ve son kullanışıydı,) “seni tanıyıp sana çektirdiğim acılardan sonra, aklımı kaybetmiş bir halde ölmektense aklım yerindeyken ölmek daha iyi.”
Midesine bir altı patlar mermisi göndermiş ve birkaç saat sonra; aklı tamamen yerinde, yatağında uzanmış piposunu içerken, baştan aşağı sanatının aşkıyla dolu ve içinde kimseye karşı bir nefret duymadan ölmüş.
Listeye katıl.
Müzik.
İleri okuma için buradan bipolar bozukluk ile ilgili temel bilgiye ulaşabilirsiniz. Yazdığım bu yazı, Paul Gauguin’in Gauguin’s Intimate Journals adlı günlüklerine dayanıyor. Kitaptan yaptığım alıntıların İngilizce çevirileri bana ait. Kitap, Türkçeye “Mahrem Günlük” adıyla çevrilmiş ancak yeni baskısını hiçbir internet sitesinde göremedim. Günlükler dışında internette okuduğum makaleler ve Khan Academy videoları, Van Gogh eserlerine daha derin bir iç görü kazandırması açısından çok faydalı oldu.
Van Gogh’un ölümü ve sonrasını anlatan Loving Vincent filmi, 29 Aralık’ta Türkiye’de vizyona girdi ve bu yazıyı yazdığım an itibariyle halen vizyonda. Film, 125 ressam tarafından yapılan 65.000 yağlı boya tablosunun bilgisayar ortamında birbirine eklenmesiyle yapılmış, bu özelliğiyle dünyada bir ilk.