İtinayla Disipline Edilir!

Halil Yıldırır
Türkçe Yayın
Published in
6 min readApr 21, 2022

Eskişehir Odunpazarı’ndaki Eldem Sanat Alanı’nda Melike Bayık’ın küratörlüğünde 6 Eylül — 30 Kasım 2019 tarihinde izleyiciyle buluşan “Standart” sergisi, Michel Foucault’nun “Disiplin Toplumu” kavramı üzerinden şekillendi. Sergide yer alan sanatçılar çalışmalarıyla, normlaştırılan bir toplumun, müdahale aygıtlarıyla kurdukları ilişkiyi çeşitli açılardan aktardı.

İhsan Oturmak — “Stratejiik Mektep” isimli yerleştirmesi ziyaretçileri karşılıyor.

Sergi değerlendirmesine girmeden önce Michel Foucault’nun “Disiplin Toplumu” kavramına değinmekte fayda var. Foucault, “Governmentality/Yönetimsellik” makalesinde ve daha önceki çalışmalarında üç farklı iktidar kavramsallaştırması ortaya koyuyor. Foucault’ya göre bu iktidar türleri; egemenlik, güvenlik ve disiplindir. Foucault’nun özellikle hapishanenin doğuşunu incelerken tespit ettiği disiplin mekanizmalarında, 17. yüzyılda geliştirilen gözetim, kontrol, ayrıştırma, mekânsal olarak düzenleme, sınıflandırma ve akılcılaştırma teknikleri sayesinde bireysel bedenler belli bir norma uyumlu hâle getirilir. Disipliner iktidar bir ideal davranış modeli tahayyülü üzerinden norm belirlemekle başlar ve özneleri buna uyumlu hâle getirmeye çalışır. Kısacası, disiplin araçsal bir mantığa sahiptir ve disipliner iktidar, beden siyaseti üzerinden kurulmakta ve artık önemli olan iktidar değil, iktidara tabi olan -olması istenen- öznelerdir. Bu özneler, normları içselleştirip iktidarı kendi öznelliğinde yeniden üreten bireyler hâline geleceklerdir. Disipliner iktidar okul, kışla, hastane ve hapishane modellerinde olduğu gibi teknikleri belli bir standartlaşma etkisi doğurmakta, normlara uygun davranan ve uysal bedenler üretilmesini hedeflemektedir.

“Standart” sergisinin ismi, bedenleri normlara uygun şekilde standartlaştırmaya ve genel olarak disiplin toplumunun yönetim aygıtlarının içselleştirilerek, normal ve standart hâle gelmesine göndermede bulunuyor. Sergide yer alan sanatçılar Zafer Akşit, Merve Dündar, Leyla Emadi, Işıl Eğrikavuk & Jozef Erçevik Amado, Şafak Gürboğa, Özlem Günyol & Mustafa Kunt, İhsan Oturmak, Yasemin Özcan, Ferhat Özgür, Erinç Seymen, Nasan Tur ve Yuşa Yalçıntaş çalışmalarıyla normlaştırılan bir toplumun, dispozitiflerle (müdahale aygıtlarıyla) kurdukları ilişkiyi çeşitli açılardan aktarıyor.

İhsan Oturmak’ın siyah önlüklü kız ve erkek öğrencileri “Stratejik Mektep” çalışmasıyla paslaşıyor.

İki kata yayılan sergideki küratöryal kurgu, bizleri bireyin işlenmeye hazır ‘tabula rasa’ (boş levha) haliyle karşılarken serginin sonuna doğru ise disipliner normların, öznenin zihnindeki limitlerine götüren bir yaklaşım sunuyor. Bu doğrultuda sergide ilk olarak İhsan Oturmak’ın “Stratejik Mektep” adlı yerleştirme çalışması dikkat çekiyor. Gri renkte büyük bir kaidenin üstünde beton zemin üzerinde yer çalışmada, beyaz külçe tuğlalardan duvarları, bükme sacdan da çatısı olan dikdörtgen bir okul binası bizleri karşılıyor. Binanın avlu diyebileceğimiz kısmında bayrak direği ve kırmızı renkte bir bayrak yer alıyor. Sanatçının bu yerleştirmesiyle paslaşan diğer işlerinden yağlı boya çalışmasında ise bizlere dönük halde poz vermiş siyah önlüklü kız ve erkek ilkokul öğrencileri bulunuyor. Kız çocuk elinde evrak çantasına benzer bir çanta tutarken; erkek çocuklar ise saksafon çalarken, silah omuza dayalı hazırolda beklerken ve kucakta silah tutarken görünüyor. Bir disiplin kurumu olan okulda çocuklara belli kimlikler ile onlara özgü davranış biçimlerinin yine belli dinsel, ahlâki, yasal temellerde doğru ya da yanlış olduğu öğretilir. Fakat çocuklardan beklenen, bu sınıflandırmanın sorgusuz sualsiz kabul edilmesidir.

Işıl Eğrikavuk & Jozef Erçevik Amado — “Her Türlü Mit Özenle Yazılır”, 2015, 3. Mardin Bienali için üretilen çalışma

Toplumun Tektipleştirilmesi

Üst katta ise Işıl Eğrikavuk & Jozef Erçevik Amado’nun 2015'te 3. Mardin Bienali için gerçekleştirdikleri “Her Türlü Mit Özenle Yazılır” adlı performatif çalışması dikkatleri çekiyor. Eser metnindeki “Sisifus miti, Roland Barthes’ın ‘Mitolojiler’ kitabından bir bölüm ve Recep Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı konuşması tek bir metin içerisinde birleştirilse ve bu metin kulaktan kulağa oyunu şeklinde oynansa nasıl olur?” sorusundan yola çıkan iş, seyircilerin katılımıyla Bienal sırasında üretiliyor. Oyunun sonunda çıkan metin, eş zamanlı olarak daktiloyla kayda geçirilip seyircilere okunuyor. Ortaya çıkan sonuç üç farklı metnin birleşiminden meydana gelen yeni bir metin/mit hâlini alıyor. Bu yeni mit, disipliner toplumun norm yaratma durumunu hicivli bir şekilde ele alırken tarih yazımına da göndermede bulunuyor. Foucault çalışmalarında tarih yazım yöntemi olarak soybilimi önermekte. Buna gerekçe olarak, soybilimin bir karşı-hafıza biçiminde sabit özleri reddetmesini ve farklı kimlikler olabileceğini varsayıyor. Çünkü soybilim, verili bir kimliğin (üç farklı metnin) kökenini bulmak yerine onları çözmeyi, ayrıştırmayı (kulaktan kulağa iletilmesi) hedefler. Tarihi yazılan olgunun, değişmez bir doğruluğu olduğunu reddeder (oyunun barındırdığı niteliksel özelliği, serbestlik). Özellikle tarihini yazdığı şeyin ortaya çıkışından sonra anlamını muhafaza eden bir süreklilik içinde olmadığını; tam aksine, yazım süreci sırasında dışarıdan birçok müdahaleye maruz kalıp, sapma ve hataların etken olduğunu; sürecin farklı güçler arasındaki mücadelelerden etkilendiğini ve varılan noktanın tüm bu etkenlerin izlerini taşıdığını belirtir (metnin kulaktan kulağa iletilmesi sırasında oluşan yanlış anlaşılmalar). Sonuçta köken tek ve mükemmel, varılan nokta ise zorunlu/değişmez/nihai değildir (oyun sonucunda ortaya çıkan metnin değişmez bir metin olmaması — her oynandığında farklı sonuç alınabilir). Bu da, tarihin içinde bulunduğumuz herhangi bir anında bize dayatılmış olan normlar, kimlikler ve sınırların zorunlu olmadığını ve aşılabileceğini belirtir. Soybilim de bize biçilmiş olan kimliklerin reddedilmesinin yöntembilimsel bir aracı, aygıtı olarak karşımıza çıkar.

Erinç Seymen — “Konfor Alanı A”, kağıt üzerine mürekkep

Sergi artık küratöryal kurgu doğrultusunda figür ve insan olgusundan yavaş yavaş uzaklaşarak düşünce ve yaşam alanlarına doğru ilerliyor. Burada ise ayrı bir niş — gömme dolap içinde (kendi yaşam alanı) karşımıza Erinç Seymen’in “Konfor Alanı A” isimli kağıt üzerine mürekkep kalemle yaptığı çalışması çıkıyor. Bir böceğin sırtındaki cam fanus içinde, tahtadan yapılmış üç tekerlekli bisikletini süren yüzü maskeli bir çocuk figürü var. Camdan bir fanus (yaşam alanı) gözetleme ve gözetleneni belli bir alan içinde tutma, disipline etme bağlamlarını çağrıştırırken, aynı zamanda çocuğun bütün bu mekanizmalar karşısında kendi özerk alanında öznelliğini yaşaması olarak da okunabilir. Yüzündeki maske ise tanımlayıcı herhangi ekstra bir sıfattan yoksun hâlde, disiplin toplumunun tektipleştirmesine kendini adapte ettiği bir araç hâlini alıyor. Gözetlenmeye açık bir cam fanus, anonimliği sağlayan maske ve oyun oynar haliyle çocuk; sanki sistemi kendi silahıyla manipüle ediyor. Sonuçta, söz konusu olan standart toplumsal davranış biçimlerinin kalıcı olabilmesi adına gereken temel araçlardan biri: İnsanlara belli bir kimliği dayatma yoluyla boyun eğdirmek, toplumsal ve politik baskı amaçlı bir denetime maruz bırakmak… Seymen’in çalışmasında sanki bu dispozitifler çocuk lehine bir manipülasyon aracı olarak karşımıza çıkar. Gözetlendiğini bilerek, her şeyin farkında olarak oynuyor-muş gibi görünür çocuk.

Leyla Emadi — “I Have No Borders/ Sınırlarım Yok”

Sergiyi rastgele bir gezinmeyle deneyimlerken, Leyla Emadi’nin çalışmasıyla karşılaşıyoruz. Çalışmada alçıpan bir panel üzerinde betondan harflerle “I Have No Borders” yazıyor. Disipliner iktidarın zaman içinde ortaya koyduğu normlara ek olarak, bireylerin kendi kalıpları da benliğimizi dış dünyadan korumak ve dışarıyı manipüle etmek adına oluşturulan yapay sınırlardır. Özne dışarıdan korunmak için kendine yapay sınırlar oluştururken, aslında çizilen o sınırların içinde kendine bir hapishane yaratıp, bilinçli bir şekilde benliğini oraya kapatır; lakin her ne kadar bilinçli gibi görünse de bu durumun farkında bile olmaz. Artık onlar iktidara tabi olan öznelerdir. Var olan normları içselleştirip, öznelliklerinde yeniden üretmişlerdir. Burada önemli olan ise her şeyin, bütün sınırlamaların yapay/soyut oluşudur.

Yasemin Özcan — “Umut ya da Işık Stresi”

Çinlenmenin Barındırdığı Umut

Toparlayacak olursak, Foucault’nun çalışmalarında vurguladığı nesnelerinin hepsi insanların bilgisinin, öznelliğinin ayrılmaz bir şekilde onlar üzerindeki iktidarla nasıl bağlantılı olduğuna odaklanma eğilimindedir. “Standart” sergisi bağlamında da sanatçıların çalışmalarıyla genel olarak buna odaklandıklarını söyleyebiliriz. Yasemin Özcan’ın “Umut ya da Işık Stresi” adlı fotoğraf çalışması, sanatçının tatilden döndükten sonra evinin lavabosunda çimlenen bir tohumu konu alıyor. Lavaboda çimlenen bir tohum, kendinin olmayan bir mekânda tektipleştirilmeden, sınıflandırılmadan, kontrol ve gözetim altında olmadan bir şekilde var olmanın, bunun yolunu bulmanın her zaman mümkün olduğunu gözler önüne seriyor. Disipliner iktidarın yarattığı strese maruz kalmıyor. Çimlenmenin içinde barındırdığı umut ise genel anlamda serginin de vermek istediği ana mesaj olarak görülebilir. Var olan, olduğu kabul edilen normsal sınırların sadece zihinlerimizdeki limitsel izdüşümlerinden ibaret olduğunun bilinci, sergi sonunda benliklerimizde yeniden üretiliyor. Bu bağlamda yazının bitişinin de bu tümceyle olması gerekiyor: #HerŞeyÇokGüzelOlacak

Bu makalenin kısaltılmış orijinal hali Milliyet SANAT, Kasım 2019 Sayı 728, Plastik Sanatlar Bölümünü sayfa 62–63'te yayımlanmıştır.

Makaleyi beğendiyseniz aşağıdaki 👏🏻‘a istediğiniz kadar tıklayabilir ve yazının diğer insanlara ulaşmasına daha fazla katkıda bulunabilirsiniz.

--

--

Halil Yıldırır
Türkçe Yayın

Visual Artist | Poet | Art Critic — [member of AICA Tr] | PhD in Art