Jack London — Demir Ökçe | Kitap İncelemesi

Anıl Coşkun
Türkçe Yayın
Published in
4 min readMay 7, 2021

“Amacımıza ulaşmak, şu yeryüzüne sonsuz bir barış ve mutluluk getirmek için katliama ve yıkıma zorunlu olan biz zavallı insanlar!”

Jack London 1908 yılında Demir Ökçe’yi yazdığında peşinden gelecek yüzyılda neler olup bittiğinden haberi olmayacaktı. Tüm dünyayı etkisi altına alan büyük kapitalizm makinesi her geçen gün kendini daha da vahşileştirirken Jack London’ın bu büyük öngörüsüne hayran olmamak elde değil. Bu öngörüyü tamamlamak için altı yıl sonra başlayacak Birinci Dünya Savaşı’na göz atmak yeterlidir. Bir şeylerin ağır ağır geldiğini tahmin eden Jack London, Demir Ökçe diye adlandırılan Oligarşi’nin nasıl büyük yıkımlara yol açtığını da korkutucu bir gerçeklikle anlatır.

Demir Ökçe yani Oligarşi, kapitalizm makinesinin başında olan büyük sermaye babalarını, adaleti ve hukuk sistemini kendi tekeline alan büyük hukuk insanlarını, gerçekleri çarpıtan, asparagas haber yapan ve eğer gerçekleri çarpıtmazsa işinden olacağını bilen gazete editörlerini ve daha birçok güç sahibini temsil eder. Bu güç sahiplerinin yanında günümüz dünyasında da gördüğümüz ruhban sınıfı yani kilise ve din adamları vardır. Bunlar kapitalizmin gelmesinden memnundur. İnsanların dini inançlarını sömürüp bundan faydalanarak onlar da bu makinenin bir parçasıdır. Makinenin parçası olmayanlar ise bu makinede kollarını, bacaklarını, ömürlerini kaybederler, buna mahkumdurlar. Tıpkı İki Şehrin Hikayesi’nde olduğu gibi, nasıl Fransız Devrimi’nin gelmesini hızlandıran şey açlık ve sefalet olmuşsa ve bu devrim kan dökülmeden yapılamadıysa, Demir Ökçe’nin nefesini enselerinde hisseden dava insanları, sosyalistler, devrimciler yani bütün bir ezilen halk aynı Demir Ökçe’yi o Oligarşik yapının zehirli damarlarına indirmek için bir devrim yapmak zorundaydı. Ve bu devrim kan dökülmeden yapılamazdı.

Kitap çok sıradan bir akşam yemeğinde başlıyor. Ernest Everheard sendika yöneticisi bir sosyalisttir ve bu akşam yemeğinde din adamı Morehouse ve diğer arkadaşlarıyla beraber metafizik ve bilim üzerine tartışıyorlar. Ernest’ün savunmaya çalıştığı şey metafizikçilerin insanlar üzerinde hiçbir iyi şey yapmamasıdır. Metafizikçiler kendi hayallerinde cenneti düşlerken, bilim insanları köprüler, kanallar yapıyor ve insanların iyiliği için çalışıyor. Bu noktada evin kızı Avis, Ernest’ün bu düşüncelerinden yavaş yavaş etkilenmeye başlıyor. Avis, Fizik profesörü bir babanın kızıdır ve çevresindeki olaylara karşı öğrenme isteğiyle doludur ama bunca zamandır neler olduğunu, kapitalizmin yoksul halk üzerinden ne gibi etkileri olduğunu daha sonraları karısı olacağı Ernest’ten öğrenecektir. Avis’in babası, Ernest’ün fikirlerinden etkilendiği için sık sık görüşmeye başlarlar. Bu süreçte Avis, Ernest’e aşık olur ve zaten kitaptaki kurgu Avis’in yazdığı anılardan oluşuyor.

Kitap boyunca en etkilendiğim bölüm, Ernest’ün Avis’e “Üzerine giydiğin beyaz gömlek kanlı ve sen bunun farkında değilsin.” sözü olmuştu. Bunun üzerine Avis daha meraklı bir halde bunun sebebini araştırmak için Ernest’ün de söylemesiyle bir fabrikada kolunu kaybeden işçi Jackson’ın davasını araştırmaya başlar. Jack London, Demir Ökçe’nin işçi sınıfı üzerindeki korkunç vahşeti bu olayda çok güzel açıklıyor. Çalışma saatlerinin çok yoğun olmasından dolayı işçiler o kadar yoruluyorlar ki bir zaman sonra paydos zilinin çalmasını bekliyorlar, bu süreçte bütün konsantrasyonlarını kaybettikleri için işçilerin makine kazalarında uzuvlarını kaybetme ihtimalleri artıyor ve sonra zamanlarda bu o kadar artıyor ki, Avis bu olayı öğrendiğinde çok şaşırıyor. Fakat bu tarz olaylar hiçbir şekilde medyada yankı uyandırmıyor. Çünkü Demir Ökçe bütün ülkenin üzerinde büyük bir güç. Medyayı, bütün çalışma sektörlerini ele geçirmiş kapitalist bir canavar. Bu düzenin içindeki kişileri bir bir kendi ahlaksızlık öğretileriyle besliyorlar tıpkı günümüz dünyasında olduğu gibi. Tıpkı günümüz dünyasının medyası gibi. Her şey ama her şey Oligarşi’nin devleri tarafından yönetiliyor. Ve bu yönetim, Ernest gibi sosyalistler için tek çarenin devrim olduğu konusunda birleştiriyor. Örgütleşmeler artıyor, sosyalizm fikri yayılıyor, Ernest ile Avis artık evleniyor ve bu düzenin yıkılması için gereken şeyler hakkında detaylıca çalışmalar planlanıyor. Devrim ağır ağır ama güçlü adımlarla gelmeye başlıyor. Tabii ki Demir Ökçe kolay yıkılabilecek bir sistem değil, ilk devrim gerçekleşmezse bile üzerinde tekrar yükselebilecek büyük fikirlerle yeni bir devrim ihtimali söz konusu.

Demir Ökçe, karanlık bir distopya, sosyalizm öğretisi, bir haykırış metni. Evet bir yerde bu kitap bir kurgudan çok didaktik bir metne dönüşüyor. Aradan geçen onca yıldan sonra bile kapitalizmin hala dimdik ayakta olduğunu görmek nasıl büyük bir makine olduğunu anlamamızı sağlıyor. Hukuktan eğitime, sanayi sektöründen küçücük işverene kadar sirayet eden bu Oligarşi yani Demir Ökçe, Jack London’ın bu kitabı yazdığı 1908 yılından bu zamana kadar hiçbir güncelliğini yitirmeden gelmeyi başarmış. Bazı büyük yazarlar, büyük sanatçılar, büyük müzisyenler vardır ki bu insanlar toplumun hep iki adım önünde olurlar. Jack London, kırk yıllık kısacık ömründe toplumun hep önünde olmayı başarmış, onlara gelecek felaketleri anlatmış müthiş bir yazar. Bu kitabın karanlık bir distopya olmasının en büyük nedeni de günümüzde Demir Ökçe’nin tepemizde ya da ensemizde, hep bizimle beraber soluk alıp veren, gerektiğinde o demirin soğukluğunu hissettiren ama hep orada var olan bir canlı olmasından kaynaklıyor sanırım.

“Gece gündüz demeden, bütün kalbimle onu yaşıyorum, çok uzun süredir aklımda hep Devrim var.”

06.05.2021, Anıl.

--

--