Küçük Kasabada Liseli Olmak
--
17 yaşındaki Münire’ye “Neden olmasın?” diyen herkese ama en çok Arzu’ya…
“Senin deyiminle şu lanet olası lisenin sonuna gelmek üzereyiz” diye yazmış lisede en yakın arkadaşlarımdan birisi hatıra defterime.
Bu cümleyi okuyana kadar lisedeki arkadaşlarımdan ayrılmak üzere olduğumu, çoğunu uzun süreler, belki de bir daha asla, göremeyecek olduğumu anlamamıştım. Geleceğe odaklıydı benim tüm düşüncelerim. Üniversitede başlayacaktı hayat ve lise sadece bu yolda önüme çıkmış ve aşmak zorunda olduğum bir engeldi. Süper Mario gibi kafamı tuğlalara — yani deneme sınavlarına- vura vura ilerleyip sonunda prensese -yani Boğaziçi Üniversitesi’ne — kavuşup sonsuza dek mutlu yaşayacaktım.
Çok sevdiğim, hala görüştüğüm arkadaşlarımın ve gerektiğinde beni desteklemekten hiç çekinmemiş, çok saygı duyduğum öğretmenlerimin o hiç sevmediğim lise sayesinde hayatımda olduklarını düşünememiş olmam ne garip…
Arkadaş ve öğretmen değilse sorun, neydi benim lisede lanet ettiğim şey?
Üzerinden zaman geçince, olayların ve artık hayatında olmayan kişilerin iyi yanlarını hatırlamak ya da o zamanlar kızdığı şeylere şimdi gülmek insana daha kolay geliyor. Özellikle de şu anki hayatınızdan memnunsanız geçmişinizdeki olumsuzlukları affetmeniz daha olası. Her ay değişen matematik öğretmenleri, kaloriferleri yanmayan bir sınıf ve yurt, her soruya “Allah öyle yaratmış.” diye cevap veren kimya öğretmeni, kurtlu- pardon, ekstra proteinli- yemekhane yemekleri şu anda gözüme o zaman gözüktüğü kadar korkunç gözükmüyor.
Neyse ki Allah herkesi aynı yaratmıyor… Dediğim gibi o zamanlardan bana, en çok, hala yanımda olan arkadaşlarım ve hala yoluma ışık tutan öğretmenlerim kaldı. Bazı sorunlar karşısında onlarla bu derece omuz omuza olabilmek aramızdaki bağları daha da güçlendirdi. Hatta önüme çıkan engelleri hem kendimi hem de başkalarını daha iyi tanımak için birer fırsat olarak görmeyi de o yıllarda öğrendim diyebilirim.
Bazı öğretmen ve kaynakların yetersizliği, kurtlu yemekler ve soğuk sınıflar da değilse, neydi benim lisede lanet ettiğim şey?
Liseli arkadaşların ve çocukları liseli olan ebeveynlerin “üniversite sınavını görmezden gelemezsin” dediklerini duyar gibiyim. Çok hak veriyorum onlara. 500 Mario gücünde olan Boğaziçi’nden bazı arkadaşlarım bile hala bazen kâbuslarında üniversite sınavı görürler. Bir çeşit, acımasız öğrenci ekonomisi. En yüksek puanları alan öğrencilere kıyasla değer kaybetmemek gerekiyor. Nasıl biri olduğunuzdan çok kaç net yaptığınız önemli olunca ister istemez sınav öz-kimliğinizin bir parçası haline geliyor. Bazıları içinse bu adeta bir aile şerefi meselesi. Bir arkadaşım “ailem baskı yapmasa ben dağa çıkar, inek bakarım. Ders falan çalışmam. Sen de mi aile baskısı sonucu başarılısın?” diye sormuştu mesela. Çok şaşırmıştım. Benimkisinin aile baskısıyla ilgilisi yoktu. Ben sadece çok seviyordum okumayı, öğrenmeyi. Bir değer sistemi olarak üniversite sınavını takdir etmesem de nihayetinde sevdiğim şeyi yapıyordum yani. Ve sanırım en önemlisi hayaller kurabiliyordum her şeye rağmen. O yüzden uzun yıllar öğrenci kaldım ve eğitimime devam ettim ya zaten.
Eh, üniversite sınavı da değilse, neydi benim lisede lanet ettiğim şey?
Çok sevdiğim insanları bile göremeyecek kadar gözümü bürümüş olan ve bu derece lanet ettiğim şey geleceğime dair korku ve endişeydi aslında. Ama bu korku ve endişe yukarıda saydığım problemlerin toplamından ziyade muhtemel çözümler konusunda insanları iş birliğine iknada çektiğim zorluktan kaynaklıydı. Bir diğer deyişle vazgeçmişlikle savaşmaktı zor olan. “Sizden bir şey olmaz.” diyordu sanki soğuk sınıfları ellerinde imkanlar varken ısıtmayanlar, öğrencilere karşı sorumluluk duymayanlar, üzerine düşen daha başka görevleri yerine getirmeyenler. Ya da benim ve arkadaşlarımın bilmediği bir geçmişle hesaplaşıyorlardı ve aslında vazgeçmiş oldukları kendileriydi; Sonuçsuz kalmış emeklerine yanıyorlardı belki; “Benden bu kadar!” diyorlardı, “ne haliniz varsa görün!”.
Genç yaşlardayken yetişkin ve/veya yetkili kişilerce bazı şeylere layık görülmemek, görmezden gelinmek, hatta aynı kişilerin kötü yaşam ya da eğitim şartlarını size müstahak görmesi- en azından öyle düşünüyormuş gibi davranması — ne kadar güçlü ve kararlı bir kişiliğiniz olursa olsun derin yaralar açabilen bir durum. İlerde güzel ve mutlu bir yaşama eriştiğinizde bile kendinizi eğreti hissetmenize neden olacak, sanki size yasak olan bir bölgeye girmişsiniz de hemen çıkmanız lazımmış gibi endişelenmenize yol açacak kadar içinize işleyebilen bir hayata bakış tuzağı.
Bu yaraları iyileştirense benzeri yetkiler taşıyan bir yetişkin olduğunuzda size davranıldığı gibi davranmamak.
“Lanet olası lise”den bana kalan arkadaşlar ve öğretmenler hep “Neden olmasın?!” diyenler, değer verdiklerinden, inandıklarından, arkadaşlıklarından ve emek vermekten vazgeçmemiş olanlar.
İyi ki varlar…
Münire Bozdemir
ABD — Eylül, 2021
NOT: Ilk versiyonu Cağdaş Edebiyat Sayfası isimli edebiyat blogunda yayınlanmıştır: https://cagdasedebiyatsayfasi.com
NOT 2: Muhtemelen bu yazı uzerine çalışmaya devam edecegim. Anlatmak istediğim her seyi anlatamadim. Olduramadığım kısımlar var, biliyorum. Eğer bu noktaya kadar okuduysanız ve açmamı istediğiniz, daha çok bahsetmemi istediğiniz bir nokta varsa lütfen bana yazın. :)