Kadın Olmanın Dayanılmaz Hafifliği

Arzu Akinci Akgun
Türkçe Yayın
Published in
3 min readOct 16, 2021

Hayata geliş amacınızı sorguladınız mı?

Muhtemelen bulunduğumuz dönemde, şu an bu yazıyı okuyorsanız, ne olacak bu ülkenin hali ana fikri ile hayattaki tüm amaçlar sorgulanmış ve varoluşsal sancılar hakkıyla çekilmiştir.

Cinsiyet eşitsizliğinin de maalesef hakkıyla yaşandığı canım ülkemde özellikle kadınların hayata geliş amaçlarını sorgulaması bence bir miktar lüks kalıyor. Bu değerlendirmeyi ekonomik ve kültürel değerlere göre yapıyor olmak tabii ki daha doğru fakat bugün kadın cinayetleri, cinsiyet eşitsizliği, baskı, ayrımcılık toplumun tüm kesimlerinde kanayan yara olmuş durumda.

Kadın olmak nasıl, kısaca bahsedeyim…

Regl olursun, kasıkların patlar, memelerin şişer ama hiç bir şey yokmuş gibi günlük işlerine devam edersin. Öğrenciysen kesin sınavına denk gelir çalışmak zorundasındır, çalışansan kesin ya mesai ya da acil yapılacak ekstra bir iş çıkar, bitirmen beklenir. Evli ve ev hanımı isen eşin “adet mi oldun sen” psikolojik baskısıyla sizi daha da sinir eder. Evli ve çalışan bir kadınsan, ikinci mesain zaten evine girdiğin anda başladığı için koltukta kıvrılıp uzanma hayalin, kuramadan yalan olur. Bu süreç bir kadının hayatında ergenlik döneminden başlayarak, menopoz sürecine kadar geçirdiği ve mecburi yaşanan dönemini kapsar, ha bir de biz kadınlar bunu her ay, 3 ile 7 hatta belki 9 güne kadar yaşıyoruz…

Arada çocuk yaptıysan, ki anne olmak sözde kadın olmanın en hakiki gerçeği ya, hamilelik ağrıları, mide bulantısı, gaz sancısı, memelerin gerginliği, vajinal problemler, vücut çatlakları, uykusuzluk ve tabi doğum sırasında çekilen kramplar, ağrılar…Bebekle ilgilenmesi beklenen kişi de elbette anne rolündeki “kadın”. Hadi çocuk yaptın büyüttün, emekli oldun, tam oh be rahatladım, “artık hayatta yapmak istediklerimi yapabilirim”, ya da “şu koltuğa bir kıvrılayım artık” dediğinde, menopoza girdin. Sıcak basmaları, terlemeler, üşümeler, çarpıntılar, sebepsiz alınan veya verilemeyen kilolar, daha bir sürü sağlık sorunları çıkar karşına.

Hepsini yaşayan kadın.

Adet olduğu için ped alması ayıp olan kadın.

Hamile kaldığı için işten atılan kadın.

Süt iznine gidemediği için işyeri tuvaletinde bebeğine süt sağmaya çalışan kadın.

Yaşı, işi, konumun ne olursa olsun, her koşulda ailesi için fedakarlık yapması beklenen kadın.

Evlendirilmeye zorlanan, “el alem ne der” diye diye tercihlerini yapamayan da kadın.

Evlenmeden kimseyle sevişmemesi gereken ve bekaretini koruması gereken de kadın.

Çocuk yapmak zorunda bırakılan, çocuğu olmuyorsa değersiz veya hastalıklı görülen de aynı kadın.

Toplumda ötekileştirilen de kadın.

Sadece erkeklerin amaçlarını karşılamak için kullanılmak istenen de kadın.

Amacı, isteği, hedefi, en önemlisi tercih yapma hakkı sunulmayan “kadınlar”…

Yani siz, kız bebeği olarak dünyaya geldiğinizde, önce regl olup genç kızlığa adım atmalı, sonra bakire olarak evlenmeli ve çocuk yapmalısınız, ancak böylece “kadın” olabilirsiniz…Tabii ki doğduğun ev de kaderin mi, maalesef evet…Nasıl bir ailede ve çevrede yetiştirildiyseniz, tüm kodlama bu yetiştirilme sırasında gerçekleşiyor. Ne zaman çocuğunuzun bir birey olduğunu cinsiyetinden ayrı olarak kabul ederseniz, işte o zaman canınızın içi evladınız kadın veya erkek fark etmeksizin, kendi kimliğini ve hayattaki amacını bulabiliyor.

Küçük bir şehirde doğdum, büyüdüm. Annem ev hanımı bir terzi, babam da elektrik teknisyeniydi. Üniversiteye kadar ailemle birlikte yaşadım. Üniversiteden sonra kendi kariyer planımı ve tercihlerimi yaptım. Tüm süreçte ailemden hiç izin almadım, ama her zaman fikir aldım, kararlarımı önce aileme danıştım. Ailem hangi mesleği seçeceğim konusunda üzerimde baskı kurmadı, bana ne zaman evleneceğimi sormadı, kısa etek giydiğim için yargılamadı. İlk regl olduğumda pedimi babam aldı. İlk defa alkol ve sigarayı ailemle içtim. Yüksek lisans, doktora derken uzun bir akademi süreci yaşadım, ailem hep yanımdaydı. Aileme; “Bu kız daha ne kadar okuyacak, 30 yaşına geldi” diye soran el alem oldu tabii ki… Annem her kararımda “el alemin lafıyla hareket etme, kendi bildiğini yap” dedi, babam ise “kızıma laf edenin yolu mezarlıktan geçer” dedi. Küçücük bir çocukken de, büyüdüğümde de hep aynı sözleri söylediler.

Ne de iyi etmişler…

--

--