Kadına Dair

Aysen Çeliktaş
Türkçe Yayın
Published in
8 min readJan 23, 2024

Lydia Poet’in hayatını anlatan bir dizinin ilk bölümünde, abisinin eşi ona şunu söyler: “Eğer Tanrı avukat olmanı isteseydi, seni kadın olarak yaratmazdı.”

[Canva’dan alındı]

Denilebilir mi ki; kadınlar, tarih sahnesinde ‘her zaman’ diye nitelenebilecek bir zaman dilimine hitaben, çoğunlukla öteki olarak yer almıştır? Belki de çoğu zaman, fiziki açıdan daha güçlü bulunan erkekler, kadınları(-nı) gerekli gördükleri her anlamda korumak istedikleri için kendilerini öne atmıştır(!). Bu durum kişisel olarak değerlendirildiğinde, elbette değişkenlik gösterecektir ama burada ele aldığımız konu, toplumdaki genel tutum sebebiyle yaşananlar üzerine. Mesela, ataerkil toplum yapısında, görünür olan erkek bireylerin, arka planda hayatlarını çekip çeviren kadınlar (Türkçe deyim olan “yuvayı dişi kuşun kurması”) erkeklerinin kahramanları olabilir mi? Belki de sorumluluğunu almayı hiç istemediği şeylerin sorumlusu olabilmeleri için, toplum tarafından kadının kutsallaştırılması ve zarafetine yapılan iltifatların arkasında, sessizce işlenen görevlendirme çabasından bahsedebilir miyiz? Çoğu kültürde, dışarıdaki zorluklara karşı manevi bir kalkan, stres boşaltılması gereken bir materyal olarak kullanıldıklarını söylemek ne kadar yanlış olabilir? Belki de daha kompleks problemlerle uğraşarak, tarihin ön sahnesinde başrol tutulan erkeklere(-ine) destek sağlayan kadınlar, ön planda örgü ören, sanat öğretilen (ama sanatı tartışamayan), çocuk bakan (ama çocuğu tek başına yapmayan) kimlikleriyle kendilerini maskelemiş olanlar olabilir mi? Belki de tarihte, sinir hastası olarak sıfatlandırılanlar, köylerde marazlananlar, o maskenin altını dolduramayanlar mı?

Burada Aristoteles’in edinilmiş bilgileri nasıl sınıflandırdığına göz atılmak istenirse görülür ki, üst bilgi alanları içerisinden, gelişmişlik düzeyi en alt seviyeden en yükseğe tırmanırken sırasıyla; deneye bağlı olan hafızanın kullanıldığı bilgi alanı, sanat bilgisi, bilim ve son olarak bilgelik alanları gözlemlenir. Burada sanat yalnızca pratik açıdan değerlendirilir ve bilimle bilmek maksadıyla uğraşılır. Bilgelik noktasına gelindiğinde ise karşımıza sorgulama çıkmaktadır [1]. İşte söz konusu olan kritik nokta da bu! Peki, kadınlar!? MÖ 1300 yıllarında Levant Bölgesi’nde, MÖ 500 yıllarında Hindistan’da ya da MS 600 yıllarında Arabistan’da, günümüze daha da yaklaşırken 6. yy. ya da 17. yy. Avrupa’sında vs. tarih bir kese olsa ve o keseden rastgele bir tarih ve tarihe sahne olan bir coğrafya seçilse, denilebilir mi ki “O zamanın kadınları, toplum içerisinde erkeklerin sahip olduğu tüm haklara eşit düzeyde sahipti.”? Tüm bu tarihler incelendiğinde, kadınlar en yüksek basamağa, bilgelik basamağına erişebilir düzeyde görülmüş müdür? Kadın bugün daha yüksek sesle varlığını haykırabiliyorsa, bunu tarihin tozlu sayfalarında mücadelesini tüm zorluklara karşı sürdüren hemcinslerinin, yapılan tüm zorbalıkları reddetmesi ve gerekirse kendini maskeleyerek yine de ortaya bir otorite koymayı başarabilmesine borçlu olabilir mi? Tabii bir de sömürülen halkın içerisinde hayatta kalabilmek için mücadele veren insanlar var. Bu insanlara adaletsiz çalışma sisteminin ezici baskısı altında sorgulamak adına vakit bırakılmamasına rağmen, kadın erkek demeden mücadelenin ortasında, zihnini ortaya koyanlara, çarkın dişleri arasında, emekleri altında ezilmeye çalışılmalarına rağmen, okuyan ve okuduklarıyla çevresindekileri aydınlatan o aydın gruba, kendi adıma bir minnet borçluyum. Onların mücadelesi, kadın erkek demeden, tüm eşitsiz düzen içerisinde kimliklerini yaratmayı başarabilmiş kahramanların öyküsü.

Kadın olmanın hikayesinden parça parça bahsetmeye dönülecek olunursa, zaman çubuğu milattan önceye alındığında ve felsefenin doğuşuna ev sahipliği yapmış olan Miletosluların, mitolojik hikayeleri değerlendirildiğinde, döneminin kadınlarının hayatta ki rolüne dair birçok çıkarımın yapılabileceği görülmektedir. Neticede, mitoloji, hitap ettiği dönemde, hitap ettiği topluluğun, sosyal düzeni ve hayata bakış açısı üzerine bilgiler vermektedir. Burada, evrende hiçbir şey yokken, başlangıçta var olan Kaos ve Eros’a (arzu) eşlik eden Gaia’dan (toprak) bahsedilebilir. Gaia’nın bir dişi gibi doğurma özelliği vardır ki nitekim toprak ana olarak da anılır. Eros’un da etkisiyle Gaia, kendine bir eş olarak (aynı zamanda çocuğu, aynı İslam’da ki her şeyin Adem ve Havva’dan ürediğini savunanlara ilişkin, kardeşlerin ensest ilişkisi gibi, neticeye ters düşen bir başlangıç oluşumu) Uranus’ü (gökyüzü) doğurmuştur.

Daha sonra Uranus doğan çocuklarını estetik olarak beğenmeyerek, Gaia’ya hapsetmiş ve bu nedenle toprağın hiddetlenmesine ve acı çekmesine sebep olmuştur. Fakat Gaia’nın çektiği bu acılara, Uranus duyarsız kalmış ve kendi öyle olmasını doğru bulduğu için Gaia’yı acıya terk etmiştir. Çocuklarından yardım isteyen Gaia’ya Kronos’dan (zaman) destek gelmiştir. Gaia, Kronos’unda yardımıyla Uranus’u erkeklikten men ederek cezalandırmıştır. Bu hikaye, insanın kendini henüz bilim alanında keşfetmeye başlamadığı ve sosyal düzeni sağlamaya çalıştığı zamanlara ait, evrenin başlangıcına dair inandıkları mitolojik bir alıntı. Değerlendirildiğinde açıkça görülebilir ki, daha başlangıçta bile eril temsil, onu konfor alanından edebilecek potansiyele sahip olan (bu durum Kronos’un çocuklarını yemesiyle daha fazla örtüşmekte), ya da varlığına anlam yükleyemediği, hoşuna gitmeyen ne varsa, üzerine güç uygulayabildiği takdirde oluşları bastırma yolunu seçmekte. Kadın ise doğuran bir temsil olarak, fiziksel açıdan değerlendirildiğinde gücün altında baskı görse bile, mücadelesi sonucu potansiyelini kullanabildiğinde (maalesef bu potansiyele desteği yine erkek bir temsil olan Kronos’tan görüyoruz), sahip olduğu güç çok daha kuvvetli etkilere sahip. Peki, böyle bir güç, tehlike olarak görülebilir mi? Bu güç üzerine hikayeler yazılırken, yanına eril temsillere yer verilmesi, tek başına varlığını sürdürebilmesinin tahammül edilemezliğinin getirisi mi? Söz konusu Yunan Mitolojisiyken Zeus’a da girmek isterdim ama pek çok açıdan bencil olduğu düşünülen bir mitsel tanrı üzerine erkekleri genellemek haksızlık olur diye düşünüyorum [1].

Şekil1. Pandora’nın temsili. [Canva’dan alındı]

Belki bu noktada kısaca Pandora’dan bahsedilebilir. Neden Pandora diyorum çünkü Pandora insanlığa ceza olarak getirilmiş bir dişi. Evet bir ceza ve bir dişi. Topluluğun kendisinden daha üstün olan Tanrısal güce isyan etmeleri sonucu, hak görülen ceza olarak özellikle çekici ve hünerli olarak yaratılmış Pandora. Erkeklerin arzularının süsü fakat sahip olduklarını onlara vermeyen, kurnaz bir varlık. Peki Pandora’nın kutusunda ne var? O kutuda sadece umut olduğunu düşündüyseniz yanıldınız, kutudaki hastalıklar, yokluk, eziyete dair ne varsa, hepsi burada. Sebebi sadece Prometheus’un ateşi çalıp, insana getirmesi. Ne hikaye(!). Pandora’nın merakına yenik düştüğü için kutuyu açması ve tüm acıların onun yüzünden yeryüzüne yayılması ya da zaten ilk kadının tüm bu acılar yeryüzüne yayılsın diye yaratılması, takdir edersiniz ki kadınlar tarafından pek hoş karşılanan bir hikaye olmasa gerek. Neyse ki kapağı açtığına pişman olduğu ve o kadar acıdan sonra umudun dışarı çıkmasına haberi olmadan da olsa engel olduğu anlatılır. Bu kimine göre en büyük cezayken, kimine göre de cezanın büyüklüğünü hafifleterek Zeus’a hayal kırıklığı yaratan bir durumdur. Burada Nietzsche’nin “ Umut en büyük kötülüktür, çünkü işkenceyi uzatır.” sözünü dip not düşmek isterim. Bu örnekten bile kadın üzerine sayfalarca çıkarım yapılabileceğini düşünüyorum [1].

Şimdi de “Yasak Elma” adlı kitapta geçen, Hristiyan teolog Aziz Augustinus (354–430)’un yaklaşımından bahsetmek istiyorum. Kendisine göre; Havva’yı, Adem’e yasak meyveyi yediren, adamı yoldan çıkaran sapkınlık kaynağı olarak görebilirsiniz. Yine ilk kadın, yine adamı yoldan çıkarıyor, yine sayesinde insanlık cezalandırılıyor. Burada bence erkeğe de hakaret var çünkü kadın zekasına küçümseniyor. Devam edecek olursak, sapkın olduğu gerekçesiyle, kadın cinsel organının ilahi olanın zıddı olmasıyla karşı karşıya kalıyoruz. Onu takip eden Siccalı Arnobius’un söylemi ise şu şekilde geçiyor: “Kadın bedeni pis kokar ve çürümüştür. İdrar ve dışkı dolu iğrenç bir çuvaldır.” Belki de muhteşem kokan Arnobius’un bizlerle olan derdi, vücutlarımızı keşfedebilecek yeteneğe sahip olmamasıdır! Püriten Hristiyan geleneğinde, tüm kadınların Havva’nın ahlaksızlığını ve iradesini miras aldığı düşünüldüğü için “Havva’nın kızları olan” bizler, arzuya ve şehvete kapılmaya erkeklerden daha meyilli görülmüşüz. Peki, dünyaya tohum getirmekle görevlendirildiğini düşünen erkek egosunu hiçe sayarak, bu görev sebebiyle açgözlü bir sırtlan gibi kadınlara saldıranların arzu ve şehvete olan düşkünlüğü nasıl göz ardı edilebilmiş [2]?

Püriten Hristiyan geleneğinden bahsetmişken, aklımın almadığı bir başka konuya değinmek isterim. İslam’ın kutsal kitabı Kur’an’da Bakara Sure’sinin 282. Ayetinde geçen, verilen borçların şahitliği üzerine iki erkek tanık tutulmasının önerildiği ve iki erkek yoksa bir erkek ve iki kadının şahit tutulabileceğinin yazması. Söz konusu bir erkek devre dışı bırakıldığında yerini ancak iki kadınla eş değer görmek neden? Erkekler her anlamda asla yanlış yapmayacak düzeyde mi yaratılmış? Biz onlara kıyasla daha mı kusurluyuz? Ali Ünal buraya ticari münasebetleri yürütenlerin erkekler olduğunu anlatarak şöyle bir açıklama getirmiş; “Ayrıca kadınlar, erkeklere nazaran çok daha duygusal oldukları gibi, unutma ve yanılmaya da erkeklerden daha çok maruzdurlar.” [3]. Erkeklerin duyguları yok mu? Doğru kararlar duygusal yoksunluk oranı arttığında mı verilebiliyor? Hiroşima ve Nagazaki’ye bombayı atan Truman’da mı duygusal bir kadındı? Ayetin devamında da ikinci kadına duyulan ihtiyaç, birinin şaşırma ihtimaline karşı diğerinin onu uyarması için olarak açıklanmakta [4,5]. Bunun yanında, İmam Gazali’nin yazısını da es geçmek istemem, kendisi bizleri nasıl bir hediye olarak görmüş ki, Allah yolunda iyiliği emredip kötülüğü men edenlere; cennete ki köşkleri içerisinde, sırf eşinin gözlerine bakan, iri gözlü üç yüz bin huri ile evleneceğini yazmış. Yanlış okumadığıma eminim, üç yüz bin huri [6, syf. 99]. Ayrıca, monoteist dinlerde adı geçen bir kadın peygamber varsa, yorumlarda belirtmeniz, beni çok mutlu eder.

Yazımı bitirmeden bir de basitçe Budizm’e değinmek isterim. Başlangıçta Buda’nın düşüncelerinin de maalesef dönemin ataerkil toplumuna uyum sağladığını okuyabiliriz. Kadınları pratik bilgi alanı dışında bir yere koymayan, değersizleştiren bir alt sınıfın varlığından bahsediyoruz. Peki, alt sınıfa mensup varlıkların, dine kabulü söz konusu olabilir mi? Maalesef Budizm’de de başlangıçta kadınların ötekileştirildiğini görüyoruz. Bu fikre direnen ise Buda’nın teyzesi ve aynı zamanda süt annesi olan Mahaprajapati’dir. Mahaprajapati’nin direnişine katılan hemcinslerim, kendi devrimlerini yaratarak dine kadınları kabul ettirmiş ve çalışarak mevcut kültürel yapıda kadının yerinde değişiklik sağlayabilmişlerdir [7].

Şekil2. Kadının eşitlik için verdiği mücadelesini temsilen. [Canva’dan alındı]

Son olarak toparlamak gerekirse, bugün anti feminist yaklaşım içerisinde olan insanların öne sürdükleri düşünce, feminizmin erkek düşmanlığını tetiklediği yönünde. Fakat yıllarca kadının erkeğe uyması gerektiği yanılgısıyla hareket eden erkeklerin yaptığı zulmü, nasıl ki tüm erkeklere atfetmemek gerekiyorsa, aynı şekilde kendini bilmez bir tavırla, kadınları korumak için belirli bir cinse zorbalığı savunan bireylerin fikirlerini de feminizme atfetmek uygun değildir. Bugün kadınların elde etmek istedikleri özgürlüklerini, seçimlerini kendi yapabilme arzularını baskılamak gerektiğini savunanlara bakıldığında ne acı ki, eleştirdikleri özgürlük kavramının kapsadığı eylemlerle hareket ederek, istedikleri platformdan istediklerini söyleyebiliyorlar. Daha çok da geriye gitmeye gerek kalmadan, yaklaşık 300 sene önce kadınların istedikleri meslekleri seçememesinin, yaklaşık 100 sene kadar önce seçme ve seçilme hakkında bile söz sahibi olamamalarının aksini kim savunabilir? Tüm insanlığın kusurlu olduğu hareketlerin, aldatmak ya da şiddet gibi, insanlık adına hor görmek yerine kadın üzerinden hor görenlerin sayısının orantısız fazlalığını, kim inkar edebilir? Kutsallaştırılan değerler üzerinden, ev içerisinde ki uyumun sorumluluğu kadına itilirken, aldatan erkeklerin işlediği kusuru kapatanların sayılarının fazlalığını kim örtebilir? Tüm bu liste uzayıp gidebilecekken, kim feminizmi erkek aldatıyorsa kadın da aldatmalı fikriyle bir tutabilir? HAYIR! Burada belki de herkesin anlama kapasitesinin yetmediği bir ayrım söz konusu olabilir. Feminizm erkeğin aldattığı dünya da kadında aldatmalı demiyor. Erkek aldatma kusurunu işleyebiliyorsa bunu kadında yapabilir ve bunu yaptığında iki cinste aynı muameleye tabii tutulmalı diyor. Kadın uyumsuz olmalı demiyor, kadın da erkek de birbirine uyum sağlayabilir ama farklı düşündükleri noktalarda yine her ikisi de birbirine uyumsuz kalabilir diyor. Feminizm kadın ve erkeğin hukuk önünde eşit olduğunu söylüyor. Yoksa kadınların penisi vardır demiyor. Hatta ne gariptir ki kadın ve erkeğin yapısal farklılıklarından yararlanarak erkeği kayıran bir grup, tarihte kadının biyolojik farklılıklarını erkeğin kusurlu bir formu olarak değerlendirerek, kadınların kendi biyolojisine özgü cinsel organını, erkeğin tamamlaması gereken bir boşluk ya da sahip oldukları küçük bir erkek cinsel organı olarak nitelendirmişlerdir.

Burada noktalarken, en başta kadına getirdiği seçme seçilme hakkıyla tüm dünyaya örnek olan atam, Mustafa Kemal Atatürk’e, sonrasında, kadınlara erkeğe uyum sağlamak zorunda olan bir uzantı gibi davranmayarak çocuklarına örnek olan tüm babalara, geçen yüzyıllarda toplumda hor görüldüğü halde yine de erkek işi olarak nitelendirilen hukuk, akademi, yönetim ve daha nice alanda mesleklerini yerine getirme mücadelesini vermiş tüm kadınlara ve beni güçlü bir kadın olarak yetiştiren aileme teşekkür ederim.

“That nothing comes from violence and nothing ever could. For all those born beneath an angry star. Lest we forget how fragile we are. On and on the rain will fall. Like tears from a star like tears from a star. “

“Şiddet hiçbir şey kazandırmayacak ve kazandırmadı. Öfkeli bir yıldızın altında doğan biz insanlar. Ne denli kırılgan olduğumuzu unutmayalım diye. Durmadan yağar yağmur. Bir yıldızın göz yaşları gibi.”

[Sting-Fragile]

References

[1] Dürüşken Ç. İlkçağ felsefesi. İstanbul Üniversitesi Açık Öğretim Ders Notları.

[2] Stromquist L. Yasak Meyve. Baobab Yayınları; 2014.

[3] Ünal A. Kuran-ı Kerim ve Açıklamalı Meali. İrfan Yayınları; 2021.

[4] Yazır EMH. Kuran-ı Kerim ve Yüce Meali. Ravza Yayınları; 2017.

[5] Öztürk YN. Kuran-ı Kerim Meali. Ege Reklam Basım Sanatları; 2013(141. Baskı).

[6] Gazali M. Kalplerin Keşfi. İlkharf Yayıncılık; 2019.

[7] Arslan H. Budizm’de kadının konumu. Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi. 2014;39:179–147.

--

--