Kampta Bir Gece

türkay ürkmez
Türkçe Yayın
Published in
6 min readJul 28, 2017

--

Sürücü koltuğuna oturup, kontağı çalıştırdı. Önceden hazırlamış olduğu müzik listesini çalmaya başladı. İlk olarak, All India Radio grubunun “Four Three” isimli şarkısı doldurdu kulaklarını.

Yapacaklarını tek tek ve sırayla gözden geçirdi. Öncelikle bulunduğu yerin doğusuna doğru altmış kilometre kadar bir yol kat edecekti. Bol virajlı ve engebeli bir yol olduğundan, aşağı yukarı bir buçuk saatini alacağını varsayıyordu.

Yolculuk bittiğinde Yeşilgöl’e varmış olacaktı. Arabasını park edecek, çadırını kuracak ve ıssızlığın ortasındaki kampına başlayacaktı.

Onun için bir ritüeldi bu. Periyodik olarak değil ama daraldıkça bunaldıkça buraya geliyor ve birkaç gün tek başına kalıyordu. Zihninin berraklaştığını hissettiği anda ise normal hayatına geri dönüyordu.

Yine her şeyin üst üste geldiği zamanlardan birindeydi. İlk olarak; kariyerinde bir tıkanmayla başlamıştı gerilim. Türkiye’nin en bilinen şirketlerinden birinin hukuk departmanında, avukat olarak çalışıyordu. Maddi bir problemi olduğu söylenemezdi. Fakat son zamanlarda yaptığı işin kendisine pek de uygun olmadığını düşünmeye başlamıştı. Kırklı yaşlarda birinin, mesleğinin kendisini tatmin etmediğini düşünmesi, sıradan olduğu kadar zor da bir durumdur elbette.

Ancak, Yakup’un tek sorunu yalnızca bu değildi. Uzun bir süredir birlikte olduğu sevgilisiyle aralarında bir iletişimsizlik başlamıştı. Çok daha önceleri de benzer sorunlar yaşamıştı. Sonu ayrılıkla biten bir sürecin en belirgin işaretiydi bu. Oldukça acı veren bir sürecin ilk işareti.

Standart insan hayatının iki önemli konusu olan kariyer ve aşk birazcık sekteye uğrarsa; geri kalan birçok şey de tadını yitirir. Nitekim Yakup da bu durumu tecrübe ediyordu. Öyleyse kamp zamanı gelmiş demekti. Birkaç gün yalnızca kendi kendine iletişim kurduğu bir ortam yaratacaktı. Kendine geldiğindeyse, cebinde aldığı yeni kararlar ile birlikte normal hayatına geri dönecekti.

Şimdi, yolun sonuna doğru yaklaşıyordu. Spotify listesinden Youssou N’dour’un 7 Seconds şarkısı çalmaktaydı. Yakup, nakarata eşlik ediyor ve sürüşün son dakikalarının tadını çıkarıyordu. Göle yaklaşabildiği kadar yaklaştı ve arabayı park etti.

İndiğinde acıkmıştı. Hemen bir ton balığı açtı ve yedi. Telefonunun saatine baktı: 01.30. Yarım saatte çadırı kursa, dört saat kadar uyuyabilirdi. Sonuç olarak her şey hesapladığı gibi oldu. Yarım saat içinde çadırı kurdu. Saat 02.00’i biraz geçe, uyku tulumunun içinde uyumaya hazırlıyordu kendini.

Tam uykuya dalacağı sırada bir sıcaklık dalgası hissetti. Bedenindeki ısı değişimi anında bilincini uyardı. Çünkü Nisan ayında buraların oldukça soğuk olduğunu biliyordu. Gözlerini açtı ve birkaç saniye boyunca ne gördüğünü anlamaya çalıştı. Dışarısı, gün doğmuşçasına parlıyordu! Soğukkanlılığını korumaya çalıştı. Aklına gelen ilk şey, aslında uyumuş olduğu ve şu an sabah olduğuydu. Bunu anlamak için telefonunu aradı. Fakat bulduğunda çalışmadığını fark etti. Sanki kapalıydı. Açmaya çalıştı, fakat olmadı.

Çadırdan çıkıp etrafa göz atmak iyi bir fikir gibi geldi. Çadırın girişi, göle bakıyordu. Kapının fermuarını açar açmaz, muhteşem bir manzara karşıladı onu. Gölün üzerinde çok parlak bir cisim, havada asılı olarak duruyordu.

Yakup’un tüm vücudu heyecan dalgasıyla titredi önce. Sonra da ışık kaynağına yaklaşabildiği kadar yaklaşmak için büyük bir istek duydu. Buz gibi olduğunu bildiği göle girmeden önce, bütün kıyafetlerinden kurtuldu. Etraf hala sıcaktı. Göle doğru yürüdü. İlk adımını attığındaysa şaşkınlığı bir adım daha arttı: suyun sıcaklığı, vücut ısısıyla aynıydı. İnanılır gibi değildi bu! İşte o an tüm yaşadıklarının bir rüya olabileceğini düşündü.

Hiç tereddüt etmeden yürüyüşüne devam etti. Işık kaynağına doğru ilerledikçe gözlerini daha fazla kısıyordu. Gölün suyu vücudunu o kadar rahatlatmış ve gevşetmişti ki sırt üstü yattı ve gözlerini kapattı.

Hayatı boyunca unutamayacağı deneyimin en önemli kısmı o an yaşanmaya başladı.

Zihninin derinliklerinden bir ses, onunla konuşmaya başladı.

Elbette Yakup da şüpheci her insan gibi o an sanrı gördüğünü ya da aklını yitirdiğini düşünüyordu. Hatta yediği ton balığının bozulmuş olabileceğini bile geçirdi aklından. Ancak zihninde duyduğu ses oldukça ikna edici bir tonla konuşmasını sürdürdü.

“Merhaba Yakup” dedi ses beklendiği gibi ve devam etti: “Biliyorum ki şu an şüphe içindesin. Adını nereden bildiğimi, neden seninle bu şekilde konuşmaya çalıştığımı sorguluyorsun. Öncelikle belirtmeliyim ki soruların bazılarına yanıt bulacak bazılarına bulamayacaksın. Olup biteni anlaman için bilmen gereken ilk şey, seninle aramda çok önemli bir ortak nokta olduğu. O da ikimizin de ‘düşünebilen’ bir bilince sahip olması. Fakat ben, senden farklı olarak bir başkasının zihninde de var olabiliyorum. Dolayısıyla adını buradan biliyorum.”

“Şimdi gelelim diğer sorularına, ben kimim ve neden seninle konuşuyorum? Basit olan ikinci sorudan başlayayım. Buraya kadar gelen sensin. Soyunup göle giren de sensin. Bunu yapman için seni ikna eden kesinlikle ben değilim. Üstelik etrafta senden başka konuşabileceğim kimse de yok. Sonuçta ben de düşünebildiğime göre iletişim kurmaya ihtiyaç duyuyorum. Ayrıca açıkça söylemek gerekirse, burada olmandan mutluyum.”

“Kim olduğuma gelirsek; bu krater gölünün oluşumundan bir süre sonra yani kabaca bundan sekiz yüz yıl önce buraya gelmiş bir gözlemciyim. Anlayacağın bir dilde ifade etmem gerekirse; evrenin Wikipedia’sına bu gezegendeki düşünebilen canlıların, kolektif bilinç sıçramalarını düzenli olarak raporluyorum.”

“Sanırım hakkımda bu kadar bilgi yeter Yakup. Şimdi sıra sende. Tek yapman gereken, cevabını bulmak istediğin soruya odaklanmak. Birçok soruya cevap verebileceğimi düşünüyorum. Ama mucize de bekleme. Pek tabii benim de sınırlarım var.”

Yakup, hala şüphe içindeydi. Yaşadıklarına pek bir anlam veremiyordu. Panik de yaşamıyordu gerçi. Normal şartlarda, bu tarz doğaüstü olaylar dikkatini pek çekmezdi. Mamafih, şu an bu durumu birebir yaşıyordu. Ne yapması gerektiğinden pek de emin sayılmazdı. Şüphecilik okyanusunda kulaç atarken birden vücudunda bir rahatlama hissetti ve bu kampı yapmasına sebep olan ruh halini hatırladı.

Düşüncelerini, bu ruh halinin kaynaklarından biri olan kariyerine odakladı. Ardından, şu soruyu düşündü: “Kariyerim konusunda ne yapmalıyım?”

“Ah!” dedi zihnindeki ses. “Ne klişe bir soru. Falcılarınızın ve terapistlerinizin her gün onlarca kez duyduğu sorulardan biri bu farkında mısın? Ama yo sarkastik tavrımı bağışla lütfen. Sana bildiklerimi anlatacağım elbette.”

“Dostum, siz insanlığın en büyük takıntısı nedir hiç düşündün mü? Benim gördüğüm kadarıyla ‘ölçme’ konusu en başta geliyor. Her şeyi ölçmek bir saplantınız var. Kaç tane ağaç var, o ağaçların boyu ne kadar uzun, bu göl ne kadar derin, kaç tür balık yaşıyor… Üstelik bir de bu verileri birbirleriyle karşılaştırıyorsunuz. Yerleşik hayata geçip de daha fazla insanla bir arada yaşamaya başladığınızda, herkesin çabasının karşılığına göre yaşadığı bir ideal düşlediniz. Bu ideale göre, tembel ağustos böceği ile çalışkan karınca aynı yaşantıyı hak etmiyordu. Haliyle kimin hayata ne kattığını ve ne kadar çabaladığını ölçmeniz gerekiyordu. Ancak bu şekilde adil bir toplum olabileceğinizi varsaydınız. Ölçü birimi olarak da parayı icat ettiniz.”

“Ancak evdeki hesap çarşıya uymadı. Adaleti sağlamak için yarattığınız para, yüzyıllardır adaletsizliğin en büyük sebebi.”

“Dolayısıyla, ‘kariyer’ dediğin şey, aslında toplumdaki değerinin diğer insanlara göre hangi sırada olduğunu gösteren bir birimden başka bir şey değil. Gerçekten bir ölçü birimi olarak mı değerlendirilmek istiyorsun? Yoksa her saniyesini sana ait hissettiğin bir yaşamının olması kulağına daha mı hoş geliyor?”

“Açıkçası bu konuda sana önerim, hiçbir birim ile tanımlanamayacağını kavramandır. Tüm insanlar, kendilerini kendi tutkularıyla tanımlayabilecek bilinçtedir aslında.”

“Şimdi gelelim, seni bu kampa getiren diğer bir soruna” dedi Yakup’un zihnindeki ses. “İlişkilerindeki iletişimsizlik yüzünden acı çekiyorsun. Fakat burada iletişim kavramına yüklediğin anlam çok önemli. İnsan evladı sevgilileriyle, dostları ya da arkadaşlarıyla kurduğu iletişimin sürekli olmasını arzular. Ancak ne yazık ki bu sağlıklı bir arzu dahi sayılmaz. Sana, sohbetimizin en başında söylediğim gibi düşünebilen her zihin iletişim kurmak ister. İletişim kuracağı kişiyi ise tamamen tesadüf eseri seçer. O anda en yakınında kim varsa onunla diyalog kurmaya başlarsın. Şu anda seninle yaptığım gibi yani. Tamamen rastlantısal, benim sekiz yüzyıldır yaşadığım yere gelip kamp kuran sensin. Seçilmiş falan değilsin. Doğru zamanda, doğru yerdesin o kadar. ”

“Şimdi, seninle kurduğumuz bu iletişimin sürekli olmasını isteyebilirim. Mamafih bu süreç, ne benim ne de senin isteğine bağlı. Adı üzerinde iletişim ‘iletim’ eylemine bağlı olan bir süreç ve her iki taraftan da karşılıklı beslenmesi gerekiyor.”

“Mademki iletişim rastlantı ile karşı tarafı seçiyor ve gelişiyor o halde başka düşünen zihinlerin içinde varlığını sürdürmeye ihtiyaç duyabilir. Haliyle bir kişiyle iletişimsizlik yaşadığı için acı çekmek, pili biten bir oyuncağa ağlamaktan pek de farklı değil. Bu çok doğal. ”

“Evet, sevgili Yakup… Sorularına verebileceğim cevaplar şimdilik bunlar. Birazdan gölün derinliklerindeki mekânıma geri döneceğim ve böylece her şey yine normale dönecek. Muhtemelen sen de çadırına dönecek ve uykuya çekileceksin. Sabah uyandığındaysa şu anda yaşadığın her şeyin bir sanrı, rüya ya da — umarım öyle değildir ama — bir kâbus olduğunu düşünebilirsin. Biliyorum, çünkü senden önce iletişim kurduğum yüzlerce zihin benzer şekilde uyandılar. ”

“Şunu söylemeliyim ki tüm bu konuşmamızın nasıl bir ortamda gerçekleştiğinin pek önemi yok. Hatta söylediğim her şeyin kendi düşüncelerin olduğunu bile varsayabilirsin. Hiç sorun değil. Nitekim sana söylediklerim; yıllarca gözlemlediğim şeylerin bir sonucu. Yalnızca bir yorum yani… Her neyse şimdi ayrılmam gerekiyor.”

Bu son sözlerin ardından Yakup, kendini mutlak bir sessizliğin içinde buldu. Göl yavaş yavaş soğuyor, ışık kaynağı da sönüyordu. Kıyıya doğru yüzdü ve kıyafetlerini giydi. İnanılmaz derecede uykusu olduğunu fark etti. İçini ısıtmak amacıyla, viski dolu matarasından bir yudum aldı ve çadırına girip uykuya daldı.

Ertesi sabah uyandığında, gece yaşadığı her şeyi ayrıntısıyla hatırlıyordu. Durdu. Biraz irdeledi. Notlar aldı. Akşama kadar bu şekilde geçirdikten sonra çadırını toplamaya başladı.

Kampta kalmasını gerektiren bir sebebi yoktu artık.

--

--

türkay ürkmez
Türkçe Yayın

Düşünen, düşündüğünü yazan, yazılım eğitimleri veren adam…