Kayıt > Deneyim

Tevfik Uyar
Türkçe Yayın
Published in
3 min readApr 13, 2018

Bir mekâna oturduğum zaman herkes gibi etrafımda olup bitenleri izliyorum. Belki ‘insana’ duyduğum ilgi dolayısıyla ortalamanın üzerindedir bu izleme merakım. Her neyse… Gördüğüm şu:

Fotoğraf çekiyoruz. Sürekli fotoğraf çekiyoruz. Hatta her kaç kişiysek ikili, üçlü… n’li kombinasyonlar halinde fotoğraf çekiyoruz. Yaş grubu her ne olursa olsun. Bu muhtemelen on yıllar sonra ilk kez ya da nadiren görüşen ilkokul arkadaşları için de geçerli, bir arkadaşlarının doğum gününü kutlamak üzere bir araya gelmiş lise öğrencileri için de.

En son şahit olduğum olayda, bir doğum günü kutlaması için bir araya gelen gençler, tüm vakitlerini “doğum günü çocuğu” ile -ellerinde balonlar ve hediyeleriyle- birer ikişer fotoğraf çektirmeye harcadılar. Kutlamanın “deneyim” kısmı 20 dakika filan sürmüş olmalı… O da pastalarını yerken.

Ondan bir önceki gözlemim de ellili yaşlarına gelmiş bir gruba ait. Her birinin güzel çıktıklarından emin oldukları ideal “4'ün 3'lü kombinasyonlarını” elde etmeleri -abartmıyorum- bir saat sürdü. Sonra bir saat kadar da sohbet ettiler ve işin garibi bu sohbetin de bir kısmı birbirlerine “başka fotoğraflar göstermekten” ibaretti. Muhtemelen çoluk çocuk, torun tombalak fotoğrafları.

Aklıma 10 yıl kadar önce gerçekleştirdiğim bir seyahat geldi. 24 gün gibi kısa bir sürede bir kaç ülke gezmeye karar vermiştim. Uğradığım her şehirde bir ya da iki günüm vardı. Gezmeye değer her yeri gezmek, görmeye değer her köşeyi görmek istiyordum. Süre azlığına karşı çözümüm “görmeye değer” her yeri aynı zamanda kaydetmekti. Seyahat bittikten sonra bu fotoğraflara bakarak “aaa evet, buraya da gitmiştim” diyebilmek ve böylelikle unutmamak arzusundaydım. Bugün geri dönüp baktığımda kimi anlarda fotoğrafını çektiğim için o yeri artık gezmiş saydığımı, görevimi yerine getirmişim gibi hissederek o yeri terk ettiğimi hatırlıyorum. Sanki amacım yalnızca fotoğraf çekmekmiş gibi.

Peki hayatı da artık böyle mi yaşıyoruz? Kaydetme imkânı deneyimlemeyi geri plana mı attı?

Anılarını -yazmak dışında- kayıt altına almayı başaramayan bir önceki yüzyıl insanını, ya da ancak sınırlı miktarda kayıt altına alabilecek 20 yıl öncesinin insanını düşünelim… Her halde bir anı kaydetmekten (ve paylaşmaktan) çok deneyimin keyfini yaşamaya odaklanırdı. Deneyim kıymetliydi: Yaşanan her an doğası gereği eşsizdir. “Aynı ırmakta iki kez yıkanamayız”. O halde -eğer iyi bir anıysa- ırmağın o anını hafızamıza kazımamız gerekir. Örneğin Karahisar kalesine mi çıktık? Her bir köşesini görüp, iyice belleyip, orada olmanın tadını çıkarıp, belki “500 yıl evvel bu burçlarda nöbet tutan bir asker acep ne hissediyordu?” diye düşünmeye odaklanabiliriz. Oysa şimdi çekebileceğimiz kadar fotoğraf çekip, bir de paylaşmak üzere “en manzaralı” noktayı bulmayı amaç ediniyor gibiyiz. Öyle ki bazı “manzaralı” yerlerde ‘selfie’ kuyruğu var.

Buradan çıkaracağım sonuç fazla spekülatif olacak; ancak bu durum bana artık “elimizdeki makinelerle birleşerek onları da bir uzuv haline getirdiğimiz” fikrini veriyor. Fotoğraf makinelerimiz gözümüz, instagram hesaplarımız hafızalarımız gibi… Anlarımızı hafızamıza kaydedip, arada hatırlamak ve o anı yeniden yaşamak işlevini “makine + sosyal medya” çiftine ihale etmiş gibiyiz. Görüntü kalitesini artırmak uğruna “deneyim kalitemizi” düşürmüşüz. Resim çözünürlüğü muazzam ama hafızanın derinliği zayıf. Yaşamış olmak için değil de kayıt altına almış olmak için yaşamak gibi…

“Bu kötü bir davranıştır” diyemem. Fotoğraf çekebilmek muazzam bir imkân. Üstelik deneyimlerimizi “sınırlı da olsa” başkalarıyla paylaşma imkânı da sağlıyor bize.

Ancak kendimizle dahi o sınırlar içerisinde paylaşır hale gelmişsek… Üzerinde düşünmeye değer.

Podcast| Youtube | Slack | Facebook | Twitter | Instagram | Kodcular

--

--