Kaybetmek Üzerine
Bundan altı yıl önce işimden zar zor izin alarak gittiğim bir yüksek lisans dersinde hocamız sormuştu ‘Sizce acı nedir?’.
Bu dersi öylesine seçmiştim. Çalıştığım için neredeyse hiç vaktim olmuyordu. Tüm derslere gidebilmem imkansızdı ama ben yine de azimliydim bu yüksek lisans ben istersem bir şekilde bitecekti. Dersleri geçebilmek için devamsızlık konusuna fazla takılmayan hocaları araştırmaya başlamıştım. Bu yüzden çoğunlukla kendi bölümümün dışından dersler seçmiştim. Dersin ismini tam olarak hatırlamıyorum ama ‘bilmem ne felsefesiydi’. Felsefeyle ilgiliydi yani ve bir kaç defa dinledikten sonra inanılmaz çekici bir ders gibi görünmüştü bana. Uluslararası ilişkilerin tarihin tozlu anılarından kurtulamayan derslerinden ya da uluslararası ticaretin bitmeyen prosedürlerinden sonra felsefe derin derya bir alandı. İstediğin gibi gezin dur. Kendinden bir şeyler kat. Sessiz kal, düşün. Beynini çalıştır. Düşüncelerini kendi içinde yarıştır. Ne de güzeldi! Acaba felsefeci mi olsaydım!? Yanlış bölüm okumuştuk bir kere.
Hoca sordu. ‘Acı nedir?’. ‘Bir beş dakika düşünün bakalım güzel cevaplar istiyorum’. İyice düşünüp cevabımı hazırladım. Sırayla cevaplar gelmeye başladı. Acı çok çeşitlidir hocam, herkese göre değişir hocam, üzüntü veren şeydir hocam… Benim cevabım şuydu; İnsanın istediği bir şeye ulaşamamasıdır. Yani bu durumun verdiği histir.
Cevabıma eleştiriler gelmişti. Olur mu canım insan sadece istediğine ulaşamayınca mı acı çekerdi. Dünyada ne acılar vardı. Mesela sevdiğin birinin yaşamını yitirmesi. Mesela kolunun kırılması. Mesela evini barkını kaybetmek… Hoca ‘Ne diyorsun bu eleştirilere’ dedi. Açıklamasını yaptım. Cevabımı da açıklamasını da doğru bulmuştu. Aslında arkadaşlarımın cevapları da doğruydu aslında ama eksikti. İnsanın istediği şeye ulaşamaması yeni bir şey istemek gibi değildi. Sevdiğin birini kaybettiğinde acı çekerdin çünkü onunla hayatına devam etmek isterdin. Artık bu isteğine ulaşabilmek mümkün olmayacaktı Kastedilen buydu. Kolun kırıldığı için acı çekerdin çünkü sağlam bir kolun varken yaşamaya devam etmek isterdin. Ama artık gerçek olamayacaktı. Yani istediğine ulaşamamak insana acı veriyordu.
Vay be ne dersti. Doğru da bilmiştim. İyiydim sanki. Keşke ders bitmese işe de dönmeseydim.
Ders bitti, işe dönüldü. Yıllar geçti. Yüksek lisans bitmedi. Sıra tez yazmaya gelince vazgeçildi, bu kadarı yetti dendi. Fikirler, amaçlar, istekler değişti. Hayat olması gerektiği gibi aktı durdu.
Bugünlerde ailemizden bir kayıp yaşadık. Üzüldük, acı çektik. Kabullendik. Sonra yavaş yavaş yeniden gülümsemeye başladık.
İnsan böyle zamanlarda yaşamı tekrar sorguluyor. Önemli görünen, peşinden koşturup durduğumuz dünyevi şeyler önemsizleşiyor. Küçücük kalıyor. Böyle düşünceler insanın içine gittikçe daha çok yerleşiyor.
Sevgi, saygı, hoşgörü, hoş söz, iyi arkadaşlar edinmek, insanlarda iyi izler bırakmak yine en önemli şeyler olarak kalıyor. Bunlar insanın şahsi cenneti oluyor.
Geçmişte derste konuştuklarımız bugün beynimde yeniden döndü durdu. Hepsini tekrar anımsadım. Biraz daha düşündüm.
Hayat gerçek. Hayatın geçiciliği gerçek. O böyle. Onu da böyle sevmek gerek.
‘Madem ki geldik dünyaya bizim de her şeyden hakkımız vardır.’ Yaşamalıyız ama bazı şeyleri unutmadan.
Sevgilerle