Kaybolan Ruhlar

Mertcan Kapuağası
Türkçe Yayın
Published in
3 min readFeb 26, 2024

--

Derin bir rüzgar, içine işlemişti. Tüm kuvvetiyle bedenine çarpmıştı. Rüzgarın şiddetini hissedince duraksadı. Ellerini montunun cebinden çıkardı. Rüzgara karşı hazır olduğunu ispatlamak istercesine, yakalarını yukarı kaldırarak düzeltti. Mücadeleye hazırlanmak ister gibiydi. Cephanesini kontrol eden ve teçhizatını hazırlayan bir asker edasıyla düzeltmişti yakasını. Ellerini tekrar montunun cebine soktu ve daha hızlı adımlarla yürümeye başladı.

Çocukluğundan beri en sevdiği şey yürümekti. Bilmediği sokaklara dalmak ve kaybolmak… Sadece içgüdüyle yolunu bulmaya çalışmaya bayılırdı. Böylece, zihnindeki haritaya yeni yerler eklediğini düşünürdü. Evdeki her kavga, acemice üstü kapanmadan yapılmış her yaramazlık, ebeveynlerince dinlenilmediği her an, yaşananların sebebini anlamaya çalıştığı her sorgulama onu, kaybolacağı uzun bir yürüyüşe çıkarırdı.

İnsanın en sevdiği şey midir her fırsatta kaçtığı? En azından o, öyle düşünürdü. “En çok neyi seviyorsun bu hayatta?” diye sorduklarında, “Kaybolmayı,” derdi, hâlâ. Onu daha iyi tanıdığını sanan biri hemen lafa atlar, ağzında anlaşılması güç bir alaycılıkla, “O böyledir işte, yalnızlık bağımlısı,” derdi. Ortamı yumuşatıp, konuyu hemen değiştirirlerdi.

İşte böyle insanlar, en tehlikelileriydi onun için. Sanki ona iyilik yapmış gibi davranırlardı. Senin bu hayatta biz olmasak yerin olmayacak dercesine bir tavır takınırlardı. Senin topluma uyumsuzluğunun insanlara bulaşmasını engelleyen kalkan biziz dediklerini duyar gibi olurdu. Biz olmasak seni kimse tanıma zahmetine bile girmezdi dermişçesine atlarlardı lafa. Halbuki onlar engellerlerdi onun gerçekten kendisi gibi tanınmasını. İkinci bir cümle kurmasına bile izin vermeden, daha da önemlisi başkalarının onun hakkında merak edebileceği bir şey dahi oluşmadan geçiştiriverirlerdi konuyu. Aslında konuyu değil, kişiliğini, benliğini geçiştiriverirlerdi. Sanki silmek isterlerdi onu hayattan. Sanki değiştirmek isterlerdi onu. Engel olmak isterlerdi olmak istediği kişi olmasına, kendi olmasına. Ancak o, kızgınlık ya da alınganlık göstermez, aksine bu insanlarla sık sık görüşürdü.

Bu tercihinin sebebi, pısırık ya da kendine güvensiz olması değildi. Tam tersine, bu insanlar sayesinde hoşuna giden bu kayboluşları yaşayabilirdi. “O böyledir işte…” dendiğinde kaybolur, buharlaşır, görünmez olurdu. Bulunduğu ortamdan başka alemlere geçer, görünmez olurdu.

Yine böyle bir masada görünmez olmuştu. Zaten mücadeleye çoktan başlamıştı. Rüzgarla, yoldaki insanlarla, toplumla, gördükleriyle uzunca bir mücadele sonucu bu masaya varmış ve mücadeleye devam etmişti. Masaya oturur oturmaz her muhabbete dahil olmuş, herkesi güldüren bir kaç espri patlatmış, masayı eğlenceli hale getiren büyük etkenlerden biri olmuştu hızlıca. Ona sorsanız hala mücadele ediyorum derdi. Masanın en çok takdir edileni olduğu anları, zorlu bir mücadele olarak görüyordu. Çünkü bu sayede masada herkesin gözü önünde saklanmayı ve dikkat çekmemeyi başarabiliyordu. Kendini onlardan biri gibi gösterme başarısı, bu mücadelenin mükafatıydı. Av bitmişti, o çok iyi kamufüle olmuştu. Artık tehlike bitmişti, günün keyfini çıkarabilirdi. Rüzgar, varlığını anlamış, usulünce uyarmıştı onu. Ancak rüzgardan başka kimsenin dikkatini çekmemişti, kaybolmuştu. Karışmıştı içlerine, onlardan biri gibiydi. Artık kendi olduğunda yabancı gözler dikilmeyecekti üzerine. Masadan kalkıp sokağa karıştığında, maskesini indirmiş, kamufle olmaktan vazgeçmişti. “Şimdi kendim olabilirim” demişti.

Bir anda kaldırımın ortasında durdu. İnsanlara dikti gözlerini. Gelip geçiyorlardı yanından, ancak hiçbiri onu fark etmemişti. Bazen omzuna çarpıyor, temas ediyorlardı ona geçerken, ancak durdurup sorsanız, “Burada bir adam duruyordu,” diyemezlerdi. Bekledi, çevresini daha dikkatli izlemeye başladı. Olan biteni, geçen insanları iyice kavramaya çalıştı. Gerçekten orada olduğuna dair ipuçları aradı. Garip bir gülümseme belirdi yüzünde. Hiçbir ipucu bulamadı. “Ben kayboldum,” dedi. Kalp atışları hızlandı, telaşlanmış gibiydi. Tamamen görünmez hissetti kendini. “Belki de artık maskelere ihtiyacım yok,” diye düşündü. Rahatladı.

Aniden harekete geçerek, solundaki ara sokağa daldı. Ardından, tenha bir başka sokağa doğru koşar adımlarla ilerledi. Hayat onu yakalamak istiyormuş gibi hissetti. Sanki gözler peşindeydi. Gözlerden, bu maskelerden tamamen kurtulmak, kendi olmak için belki de tek fırsatıydı bu. Hayatın objektifinden kaçmak için daha hızlı hareket etmeliydi. Sonunda tamamen kaybolacağını hisseder gibiydi. Daha da izbe ve tenha bir başka sokağa dönüp koşmaya başladı. Birbiri ardına sokaklara daldı, her girdiği sokak daha karanlık, daha izbe, daha dardı. Koştu, rüzgar yine çarptı bünyesine tüm kuvvetiyle. Durdurmak ister gibiydi onu. Tüm gücüyle koşmaya başladı. Karanlığa doğru koştu, gözden kayboldu.

--

--