Kaybolmaya Yüz Tutan Bir Zanaat: Kunduracılık

Songül Karadeniz
Türkçe Yayın
Published in
3 min readJun 19, 2022

Ayakkabıcılığın endüstrileştiği günümüzde kimse eskiden olduğu gibi modelini kendi belirlediği ayakkabıyı giymiyor. Mağazalara gidip moda adı altında bize sunulan aynı model ve tipteki ayakkabıları alıyoruz. Hal böyle olunca ne ayakkabılar eski kalitesinde ne de kunduracılar eski mekanlarında artık. Sakarya sokaklarında kaybolmaya yüz tutmuş zanaatçılardan kunduracıların izini sürerken, Ali ustanın yaşatmakta direndiği ekmek teknesine düştü yolum.

Photo by Songül Karadeniz

Çiçek kunduraya girdiğinizde zilin sesini duyarsınız önce. Bu ses Ali Çiçek’in kendi üslubuyla sizi selamlayışıdır. İçeriye adımladığınızda ise sizi üzerinde, Ali ustanın mekânında saygıya verilen önemi ortaya koyan “Edeple gelen lütufla gider” yazılı bir tabela karşılar. Tabelanın asılı olduğu kısmın hemen altında, pencere görevi gören tahta bölmeye yaklaşınca çizgilerinde yılların izini taşıyan bir yüzle karşılaşırsınız. İşte o yüz, 60 yıllık ömrünün çoğunu ayakkabı dikerek, onararak ve parlatarak geçirmiş kunduracı Ali amcanın yüzüdür.

Ali usta günümüzün unutulmaya yüz tutmuş mesleklerden biri olan kunduracılıkla uğraşıyor. Kendisiyle tanışmam da mesleği vesilesiyledir. Topuk kısmı dikiş isteyen ayakkabımı Ali ustaya getirdim ve onun “Bize işi olan gelir” sözünü bir nevi doğrulamış oldum. Çünkü gerçekten de Ali ustaya işi olan gider. Çünkü artık bir toz bulutu misali anılar barındıran yılların insanları gibi sohbet etmek için çalmaz oldu kimse kimsenin kapısını. Her şeyin bir makine gibi hızla işlediği günümüzde, yavaşlığa ve inceliğe de vakit kalmadı. Meslekler de tıpkı insanlar gibi hıza yenik düştü ve aynılaştı. Tıpkı ayakkabıcılık zanaatı gibi.

Photo by Songül Karadeniz

Öykülere ilham olan bir kunduracı

Kunduracı Ali Çiçek dokuz yaşında babasını yitirdikten sonra evi geçindirmek için okulu bırakıp iş hayatına atılır. Kısa zaman sonra küçücük yaşına aldırmadan dükkân da açar, ev de geçindirir. Hayatın zorluklarına göğüs geren kunduracı Ali Ustayla tanışan Recep Şükrü Güngör de ‘Kayıp Ruhlar Kıraathanesi’ adlı kitabındaki ‘Çekiç Ayranı’ öyküsünde Usta’ya değinmeden geçemez. Ali ustayla sohbetten sonra kalbinin yumuşadığını belirtir Güngör ve ekler: “Usta kalp tamiri de yapıyor.”

“Benimkisi meslek hastalığı”

Ali amca 49 yıllık çalışma hayatına başka meslekler, uğraşlar da sıkıştırır; terzilikten tornacılığa, şifalı ot toplayıcılığına kadar birçok işle uğraşır. “Meslek çok bende” diyor ve ekliyor; “İnsanlara faydamın dokunduğu ve yapabildiğim her işi elimden geldiğince yapmaya çalışırım. Yeter ki birilerine faydam dokunsun.” Onunki de kendi deyimiyle ‘meslek hastalığı’ işte. Kiminin ayakkabısına dikiş, kiminin de söküğüne yama… Ali amcanın işi esasında yüreklere dokunma.

“Bizim mesleklerimiz son demlerinde”

Varlığın üç aşaması vardır; doğum, yaşam ve ölüm. Bu süreçten sadece canlılar geçmez elbet, meslekler de ölür. Kunduracılığın da son demlerinde olduğunu buruk ifadelerle anlatan Ali Amca, bu gerçeği bir kez daha yüzümüze vurur: “Ardımızda gelen yok artık, biz öldükten sonra kunduracılıkta tamamen ölecek. İnsanlar eskisi gibi ayakkabı yaptırmak yerine mağazalardan hazır olanlarını alıyor. Buradan çarşıya kadar doğru düzgün kunduracı yok.”

Photo by Songül Karadeniz

“Mesleğe saygısı olmayanın kendisine de saygısı olmaz”

Her iş gibi ayakkabı zanaatının da zorlukları olduğunu anlatıyor Ali Usta. Tamirat için getirilen ayakkabının çok kirli olmasından tutun da işi hallolunca saygısızlaşan ve emeğin ücretini vermeyen insanlara kadar. Düğme dikmenin bile ustalık gerektirdiğini, ustalığın ve emeğin de saygı istediğini belirtiyor Ali Usta ve ekliyor: “Mesleğe saygısı olmayanın kendisine de saygısı olmaz”

--

--

Songül Karadeniz
Türkçe Yayın

Hiçliğin hakim olduğu bu evrende varoluşumu yazarak anlamlandırmaya çalışıyorum.