Kelime Alışverişine Ne Dersiniz?

Gül Tekin
Türkçe Yayın
Published in
4 min readMay 9, 2020

Evde kaldığımız şu günlerde ne yapsak sorusu neticesinde ortaya çıkan aşağıdaki öykü, bu dönemdeki iyikilerimden. Gündüzün gece, gecenin gündüz olduğu bir günün ilk saatlerinde başımı pencereden aşağı sarkıtmış ve baharın gelişini selamlamıştım. Yaşadığımız her güne şükür ile üretme hevesine girdim. Kalemi sağlam ev arkadaşıma ‘hadi yazı yazalım’ teklifim tabiki de geri çevrilmedi. Anlık ve ortak bir fikir ile, yazacağımız yazıda kullanılmak üzere yaş, cinsiyet, mekan, renk ve duygu belirlemeleri yaptık. Bunlardan birden fazla belirledik ki hazırladığımız küçük kağıtlar arasında kura yapalım. İkimiz de eşit sayıda kağıtlar hazırladıktan sonra sırayla kura çektik. Böylece, benim isteyerek yazdığım ilk öykümün temelleri atılmış oldu: 17 yaş, erkek, gemi güvertesi, poşet içi (hayal gücümüzü ortaya koymak adına neden bir mekan olmasın), turuncu ve azim. Umarım hikayemi beğenirsiniz.

Öykümü okumadan evvel yukarıdaki kelimelerle siz de bir öykü yazmaya ne dersiniz? Kullanacağımız bu aynı kelimeler sayesinde, yine ortak bir paydada buluşmuş olacağız ve birbirimize belki de yeni ufuklar açacağız. Her birimizin farklı bir değere ve hayal gücüne sahip olduğunu fark etmek, belki de yeni birisiyle tanışıyormuş hissi verecek ve tanımadığımız insanlarla bile yan yana oturmayı özlediğimiz şu günlerimize bir mutluluk getirecek. Neden olmasın? Tanımadığınız bu Allah’ın hayal yoksunu kulu, eleştirilere ve yeni bir öykünün temelleri için kelime alışverişine açık olduğunu belirtir, iyi günler ve iyi okumalar diler. :)

“Kağıttan Gemi

Annesine söz vermiş ve sözünün arkasında duracağına ant içmişti. İleride kaptan olacak ve annesi ardından el sallarken ufka yelken açacak ve gün batımının turunculuğunda gözden kaybolacaktı. O kayboluş ile annesinin sağ gözünden bir damla yaş akacak ancak O’nunla gurur duyduğu için hemen gözyaşını silecekti. Kafasını yastığa her koyuşunda bunu düşlüyor, saatlerce yatakta dönüp duruyordu. Sabahın ilk ışığında koyunları otlatmaya çıkaracak bir başkası varmış gibi… Elinde değildi. Sanki, göz kapaklarını tutan bir sicim var ve gözlerini kapatmaya çalıştığı her an canı yanacak. Ardı sıra devam eden bu gecelerin nihayetinde ancak bayılma derecesine gelecek kadar yorgun düştüğünde bilinci kapanıyordu. Bilinci kapanıyor kapanmasına fakat bu sefer de ruhu denizin maviliklerine süzülüyor, yunuslarla dans ediyordu. Bu sayede yine ve yeniden yeni bir güne huzurla uyanıyordu.

Babasını kalp krizinden kaybetmelerinin üzerinden sadece 3 ay geçmişti. Artık evin tek erkeği O’ydu. Annesi ile 2 kız kardeşi ve ablasına bakmak O’nun göreviydi. Evin reisiydi. 17 yaşında bir reis. Beklenmedik bir anda yaşanan bu kayıp, O’nun büyümesine sebep olmuştu. Babasının ölümü kadar ani ve beklenmedik bir şekilde büyümüştü. Bu sebeple, sürekli evdekilerle kavga etmeye ve ablasının, O’nun ablası olduğunu hatırlatmasını gerektirecek sözler, emirler savurmaya başlamıştı. Ancak, sarf edilen tüm cümleler, takınılan tavırlar O’na vız gelirdi. Babasının otlatmaya götürdüğü koyunlarla doyasıya yuvarlandığı günler artık geride kalmıştı. Kendisine sokulmaya çalışan koyunları kendisinden uzaklaştırıyor, onlara da erkeklik taslıyordu. Eğlence bitmişti, ekmek peşinde koşmak gerekirdi. Gerekirdi ama boğazda takılıp insanın nefesini kesen bir ekmeğin yarattığı çaresizlik gibi bir çaresizlik içindeydi. Ekmeğin doğru yolu bulacağından eminken o ekmek için kendisinin hangi yöne savrulacağından, hangi yola sapacağından emin değildi. Ta ki, köylerinde çapa atan bir kaptanla tanışana kadar.

Babasının naaşını defnettikleri günün ertesi gününden itibaren koyunları otlatmaya dağa çıkıyordu. 80 yaşındaki bir ihtiyarın yorgunluğu ile sopasına yaslanarak dağları arşınlıyordu. Yine o günlerden bir akşamüstü, otlattığı koyunları eve bırakmış ve sahilde yürüyüşe çıkmıştı. Sopasının kafasını tırnaklayarak kendi içinde tutuştuğu kavgasında bir neticeye varamadan bir ses duydu. Önce buna aldırış etmedi ancak ikincisinde göz ucuyla bu tok sesin geldiği yöne baktı. Bir teknenin içinden babasının yaşlarında — yani yaşasaydı olacağı yaşta- bir adam kendisine bakıyordu. Bakışları kesiştiğinde vücudunu da sesin geldiği yöne yavaşça çevirdi. Adam, sopa tırnaklayarak hayatın geçmeyeceğini söylüyor ve tekne ile bir tur atma teklifinde bulunuyordu. Evin tek geçim kaynağı koyunlar olduğu için köylerinin diğer geçim kaynağı olan denizle hiç haşır neşir olma fırsatı olmamıştı. Dolayısıyla bu teklif karşısında bir tedirginlik yaşadı. Ancak karşısındaki adamın babacan bakışları içinde bir güven oluşturdu. Babasına duyduğu özlem de ağır basınca adamın yardımı ile tekneye bindi. Heyecanlanmıştı. Babasının cenazesinde döktüğü gözyaşlarıyla birlikte hislerini de yanaklarından sildiğini düşünmüştü hep. Meğer öyle değilmiş. Babasına ihanet ettiğini düşündü, babası dünyada değilken yaşam belirtisi gösteren bu duygulara bürünemezdi. Durumun farkına varır varmaz tekneden inmek üzere ayağa kalktı ancak dengesini kuramadı. Babacan adamın kolundan sıkıca tutup çekmesi ile denize düşmekten son anda kurtuldu. Kolunu tutan ele baktığında, bir zamanlar traktörden düşmek üzereyken vücudunu kavrayan eli gördü. Yüzmeyi bilmediği için yaşadığı bu korku elin sahibine bakmasıyla kayboldu. Bu sendeleyiş adama olan güvenini ve bağlılığını artırdı. Böylelikle çıktıkları tekne turunda, kaptan olduğunu öğrendiği bu adamın hikayesini dinledi, tekneyi sevdi, adamın hikayesini dinledi, denizi sevdi. Her ne kadar, baba mesleği çobanlık yapmaya devam etse de ileride kaptan olmaya karar verdi. Seferden her dönüşünde ailesine hediyeler, yiyecekler getirecekti. Onları mutlu edecek her şeyi yapacaktı.

Her gün uyumadan önce kurduğu bu hayali bir gün gerçek oldu. İlk seferi için bindiği geminin güvertesinde annesine el salladı ve annesinin gözyaşları akıttığını gördü. Ağlama dercesine kafasını iki yana salladıktan ve son bir el sallayışından sonra görev yerine geçti. Yolculuklarında karşılarına çıkan her dalganın annesinin gözyaşlarından oluştuğunu düşündü. Annesi ağlıyor, deniz ağlıyordu.

Vardıkları yerde her şeyi güverteden indirdikten sonra iskeleye oturdu, ayaklarını denize bıraktı. Cebinden çıkardığı kağıttan bir gemi yaptı ve bu geminin güvertesine iki koca adam çizdi. Biri, elinde çiçekler, hediyeler tutan kendisi; diğeri ise elinde sopasıyla babası. Kağıttan gemiyi annesine gitmek üzere denize emanet etti. Gemi gitti, gitti. Henüz bir metreye varamadan karanlıklara büründü.

Kağıttan gemi erimiş ve denizin içinde asılı kalmış bir poşetin içine girmişti.”

--

--