Kendilerini Mahvedenler

Bilal Özdemir
Türkçe Yayın
Published in
4 min readJun 15, 2020

Kendilerini mahvederek yaşamayı bilenleri severim ben, çünkü onlardır öteye gidenler.

Nietzsche — Böyle Buyurdu Zerdüşt

Sokrates, Hypatia, Bruno, Pisagor…

Kendilerini mahvedenler.

Cehaletin ve yanlışın kubbesini çelik yumruklarla delip bilinmeyeni tadan ve bilineni değiştiren insanlar.

Sahi kimdi onlar?

Sokrates vardı aralarında. Nasıl da karşı çıkmıştı bilgisizliğini pazarlayanlara ve nasıl da savunmuştu doğru bilginin gücünü.

Belki de en büyük istismara, bilginin istismarına hayatı pahasına karşı çıkmıştı. Dini ve millî duyguları kullanarak ceplerini doldurmaya çalışanlara karşı son nefesine kadar halkı uyarmaya çalışmıştı.

Cahilliğe ve bilgisizliğin normalleşmiş ticaretine karşı olan bu saygın mücadelesi belki dönemin Atina Mahkemesi tarafından anlaşılmamış olabilir. Ancak bugün yüz milyonlarca insan onun ismini ve hayatı boyunca peşinde koştuğu değerleri hatırlıyor, öğütlerini yaşamlarına yol gösterici olarak kabul ediyor.

O gün baldıran zehrini tüm kaçma ısrarlarına rağmen içen ve “kendini mahveden” Sokrates, bugün yalanların karanlığına yakılmış bir doğruluk ışığı olarak anılıyor.

Sokrates’in Ölümü — Jacques-Louis David

Bir diğeri de İskenderiyeli Hypatia’ydı. Yanlışın ve cehaletin karanlığı sadece Yunanistan üzerinde değildi elbet. Hemen güneyde, Mısır’ın en güzel kentlerinden olan İskenderiye’ye de ulaşmıştı.

Hypatia

Bilimin peşinden giden bir kadındı Hypatia. Dönemin en büyük kütüphanesi olan İskenderiye Kütüphanesi’nde astronomi ile ilgileniyor hatta öğrencilere ders dahi veriyordu. Hypatia’nın bu özellikleri o dönem kadınları için “normallikten” oldukça uzak davranışlardı.

Hypatia’nın her zaman yanında taşıdığı aydınlığın ve bilginin feneri, cehaletin ve yobazlığın karanlık pençelerinin onun üstünde gezinmesine de sebep olacaktı.

Şehirde kontrolü ele geçiren radikal Hristiyanlar, kadınların Hypatia gibi öğrenmeye, öğretmeye, okumaya ve yazmaya hakları olmadığını, onların sessizce bir köşede beklemeleri gerektiğini haykırıyor ve Hypatia’nın “normal” kadınlar gibi davranmasını istiyorlardı.

Fakat Hypatia elinde taşıdığı o feneri asla söndürmedi. Bu uğurda yobazlar tarafından katledildi. Bilim ve doğruluk uğruna “kendini mahveden” insanlardan sadece biriydi o. Onun uğruna ölmeyi göze aldığı feneri hala yanıyor ve hatırasını yaşatıyor.

Bir de Giardano Bruno isimli biri vardı o insanlar arasında. Kilisenin hakim olduğu büyük bir kıta içinde emirleri yerine getiren, kilise öğretilerine tezatlık içeren sözler söylemesi yasaklanmış milyonlarca insan arasındaydı Giardano Bruno.

Bugün hiçbir şüphe ile yaklaşmadığımız sonsuz evren söylemini 17. yüz yıl Avrupa’sında düşünmek bile suç sayılırken Bruno, yanlışlara karşı bu doğruyu söylemekten çekinmiyordu.

Ve tabii kiliseye karşı gelmiş her insan gibi Engizisyon Mahkemesi’ne çıkarıldı. Bir çok bilim insanı gibi sonunda o da bu “yüce” ve emirleri sorgulanamaz mahkemeye çıkmıştı.

Giardano Bruno Heykeli — Campo de’ Fiori Meydanı

Jüri, Bruno’nun söylemlerinden vazgeçmesini, kilisenin ve Tanrı’nın buyruklarına karşı gelmemesi gerektiğini, aksi halde idam edileceğini söyledi. Ancak Bruno söylemekten çekinmediği doğrunun arkasında her zaman olduğu gibi durmuş ve mahkeme tarafından sapık, kafir, iblisin uşağı ilan edilerek Roma’daki Campo de’ Fiori meydanında çarmıha gerilmiş sonrasında yakılarak idam edilmişti.

Fakat cahillerin söndürdüklerini düşündüğü aydınlığın feneri daha önce olduğu gibi yine sönmemiş zamanı geldiğinde daha parlak yanmıştı. Nitekim bugün Campo de’ Fiori meydanında, Bruno’nun tam da öldürüldüğü noktada heykeli, aydınlığın karanlığa karşı kazandığı zaferin işareti olarak durmaktadır. “Kendini mahveden” Bruno’nun ismi daha çok yüzyıllar boyunca saygı ve hayranlıkla anılmaya devam edecektir eminim.

Ve bir diğer isim, Sayıların Babası Pisagor. Hayatın matematikle anlaşılabileceğini, matematiğin hayatla birlikte var olduğunu savunmuş ve bu alanda insanlığa sayısız eser kazandırmıştır.

Bilgisini daha çok insanla paylaşmak ve taşıdığı fenerin ışığını daha da büyütmek için üç yüz kadar genç ile günümüz İtalya’sının Kroton şehrinde bir okul kurmuş ve çalışmalarına bu okulda devam etmiştir. Ancak neredeyse her meyve veren ağacın taşlandığı o dönemde Pisagor’un da çalışmaları bazı siyasetçileri ve yobazları rahatsız etmiş ve kurduğu okul, o ve öğrencileri içerideyken ateşe verilmiş ve maalesef hem kendileri hem de eşsiz çalışmaları yanarak can vermişlerdir.

Ancak ölümünden yüzyıllar sonra, Kroton’da, nefretin ve cehaletin alevleri arasında bıraktığı fenerinin ışığıyla insanlar müthiş işlere imza attı ve büyüleyici eserler yaptılar.

İnsanlığın gelişimi ve doğrunun hakimliği için “kendilerini mahveden” Pisagor, Sokrates, Hypatia ve Bruno gibi bir çok aydınlık savaşçısı, okul sırasında oturan bir çocuktan, uzay istasyonunun içerisinde dünyayı seyreden bir astronota kadar herkesin zihninde her zaman yaşamaya ve karanlıkları aydınlatmaya devam edecekler.

Onların isimlerini her zaman hatırlamaya devam edeceğiz. Ancak o isimleri sindirmeye, silmeye, yok etmeye çalışan kişiler bizler için sadece cahilliğin, yobazlığın, yanlışın temsilcileri olacaklar.

Eylem halindeki cehaletten daha korkunç bir şey olamaz.

Goethe

Beğendiyseniz alkış atmayı, eklemek veya belirtmek istedikleriniz varsa yorum yapmayı unutmayınız. Yeni yazılarımdan anında haberdar olmak için takip etmeyi de düşünebilirsiniz.

Teşekkürler.

--

--