Michael Ancher, “Tepelerden Taşınan Filika”, 1883

Kendine Uygun Bir Yaşantı Bulamamak: Jack London, Martin Eden

Anıl Coşkun
Türkçe Yayın
Published in
4 min readJan 26, 2021

--

“Kimsenin yaşantısını beğenemedim; kendime uygun bir yaşantı da bulamadım.” der Oğuz Atay, Tutunamayanlar kitabında. Martin Eden kitabını okuduğumda ve Oğuz Atay’ın bu sözünü gördüğümde bu kitapla alakalı atılacak en güzel başlığın bu olabileceğine karar verdim. Neden bu başlığa karar verdiğimi birazcık açıklayayım.

Martin Eden, Jack London’ın yazdığı belki de en önemli eserlerinden biri. Yarı otobiyografik özelliği taşıması, içinde barındırdığı psikolojik, siyasi ve toplumsal olayların asıl kaynağının Jack London’ın kendi yaşantısında görmemiz pek mümkün. Onun hayatına baktığımızda aslında Martin Eden’i görürüz. Büyük pişmanlıklar, geri dönülemez kararlar, arada kalmışlıklar Jack London’ın hayatında büyük yer tutar. Jack London Martin Eden’dir, Martin Eden’da Jack London.

Önceki hayatını denizlerde geçiren, büyük yolculuklara çıkan, çocukluğundan beri aynı yaşantısını sürdüren; cahil, kaba saba konuşan, hayatta kavga, dövüş, kadınlar haricinde bir bilgisi olmayan Martin Eden’ın hayatı, yüksek zümreden gelen, aristokrat bir adamın hayatını kurtarmasıyla çok farklı yönlere evrilir. Hayatını kurtaran adam Martin Eden’ı evine yemeğe davet eder ve o evde Martin’in dikkatini iki şey çeker: Ruth ve duvardaki portre.

Portre uzaktan bakıldığında ihtişamlı, mükemmel gözükmesinin yanı sıra, biraz yakında bakıldığında aslında o büyük ihtişamından eser yoktur. Bütün güzelliğini yitirmiştir çünkü artık detaylar göz önündedir. Uzaktan bakıldığında verdiği etkiyi veremez, kusurludur. Ruth, Martin Eden’ın aklını başından alacak bir güzelliğe sahiptir ve daha ilk bakışta Martin kıza aşık olmuştur bile. Portredeki gizemden habersizce…

Martin, Ruht’un saygısını ve aşkını kazanmak için tek yolunun kendini geliştirmek, okumak ve yazmaktan geçtiği düşünür ve o andan itibaren Martin’in hayatı olağanüstü şekilde değişmeye başlar: Yıllar boyu sürecek bir serüvenin ilk taşları o evin girişindeki yolda döşenmiştir. Kitap okumaya başlar, diksiyonunu geliştirmeye çalışır. Hayattaki her şeyden bir fayda sağlamaya çabalar. Öğrenir, okur, okudukça yazmaya çalışır. Kitaplardan edindiği bilgilerin tahlilini çıkarır. Düşünür. Bütün bunların hepsini aşık olduğu kadın için yapar. Onun aşkını kazanabilmek için. Ruth’un yanına yakışabilmek ve onun kocası olabilmek için.

Ama Ruth dahil hiç kimse Martin’in iyi bir yazar olabileceğini düşünmez, ona hiç kimse inanmaz. Düzenli bir işe girip, aylık sabit gelirle bir memur olmasını ve işe yarar bir adam olmasını söylerler. Ama Martin’in istediği herkes gibi olmak mıdır? Herkes gibi sıradan mı olmak ister? O yine kendi bildiğini yapmaya yani yazmaya devam eder. Yayınevlerinden gelen ret mektupları onu yıldırmaz, aksine daha da güçlendirir çünkü Martin o an dünyadaki en güçlü insan olabilir.

Hiçbir şey Martin’in istediği gitmezken ve o tıpkı sevdiği kadının sahip olduğu değerlere sahip olup ona ulaşmaya çabalarken motivasyonunu ve isteğini azaltmayan şey nedir sizce? Aşk.

Ama bu aşk aynı portredeki gizem gibi Martin’in bünyesini sarmaya başladığında artık yayınevleri ona kabul mektupları göndermeye başlar ve tam da o anın öncesinde Ruth onu terk etmiştir. Hiçbir nedeni olmadan. Sadece Martin’in işe yaramadığını düşündüğü için ve bundan sonra da işe yaramayacağını düşündüğü için.

Martin şu anda popüler olan ve herkes tarafından okunan yazılarını açken yazmıştır. Hiçbir şekilde parası yokken. Ceketini rehine verip daktilosunun kirasını ödemeye çalışmış, markete ona kredi açması için yalvarmıştır. Tüm bu zorluklar içinde bir şeyler başarmış Martin Eden’in büyük başarısından sonra tüm kapılar ona açılmış, sosyete Martin Eden’i evine davet etmek için adeta birbiriyle yarışmaya başlamıştır. Tüm bu gelişmeler sevdiği kızın ailesini de etkilemiş, önceleri Martin’in adını dahi ağızlarına almazken şimdi kızları için uygun bir eş olarak görmeye başlamışlardır.

Tüm bu iki yüzlülük karşısında birer birer umudunu kaybeder Martin. İnsanlığa dair içinde biriktirdiği tüm o iyi şeyler tek tek kaybolmuştur. Portredeki gizem gibi: Uzaktan bakıldığında muhteşem görünen, yıldızlar gibi parlayan o sosyete, Ruth ya da hayalini kurduğu tüm o diğer şeyler, yakına geldiğinde bütün hevesini kırmıştır. Çünkü her şey yapmacık, her şey iki yüzlülükten ibarettir.

Martin Eden, ne kendine uygun bir yaşam bulabilir ne de o eski yaşantısına geri dönebilir. Çünkü arada kalmışlık hissi içini ezer. Bir çıkış yolu yoktur artık.

2 Ocak 2021'de başladığım Martin Eden yolcuğum bugün sona erdi. Bu kadar uzun sürmesinin sebebi kitaptan değil tamamen kendi işlerimle ilgili. Tüm her şeyi hallettiğimde iki günlük kısa bir zamanda hemen bitirdim Martin Eden’ı çünkü onun macerasını okumak beni inanılmaz heyecanlandırıyordu. Nihayet bitirdim ve şimdi düşüncelerimi aktarabiliyorum.

Öncelikle bu kitaba sadece “kültürsüz bir gencin okuma-yazma öğrenip ünlü bir yazar olması” şeklinde sığ bir düşünceyle yaklaşırsanız çok büyük bir hata yapmış olursunuz. Son zamanlarda kendini kitap okuyor sanan kişiler tarafında sıkça “abartılan kitaplar”da gördüğüm için buna sessiz kalamazdım. Böylesi Jack London’a büyük hadsizlik olurdu. Jack London’ın kendi hayatından da parçalar barıdıran Martin Eden kitabı sadece bir yazar olma ya da aşk hikayesi değil aynı zamanda büyük bir makineleşme ve sistem eleştirisidir. Martin kitap yazmaya çalıştığı bir dönem bir çamaşırhanede işe girer ve tabiri caizse oradaki herkes köpek gibi çalıştırdıklarını görür ve aylar boyunca buna maruz kalır. Çünkü yazdığı şeyleri göndermesi için, kiralarını ödeyebilmesi ve birazcık da karnını doyurabilmesi için buna ihtiyacı vardır. Üstelik kitabın sonlarında çamaşırhaneden tanıdığı arkadaşına bir çamaşırhane satın alarak ona verdiği tembihi okuduğunuzda daha da iyi anlayacaksınız bu eleştiriyi.

Kısacası Jack London büyük bir eser geride bırakmış. Kitabı okurken aldığım keyfi anlatabilmem mümkün değil. Kısacık hayatına bu kadar derin, katmanlı bir eser bırakabilen yazarları gördükçe imrenirim. Nasıl bu kadar değişik bir zekaya sahipler ve bu düşüncelerin nereden geldiğini merak etmekten çatlarım. Ama şu anlık sadece bunları okuyup zevk almaktan başka çarem yok. Keşke daha fazla yaşasaydı da bize bunun gibi daha çok eser bırakabilseydi. Portredeki gizemin anlamını hayatım boyunca unutmayacağım. Selam olsun Martin Eden’a…

--

--