Kiremit Deyip Geçme!
Geçen ay görevimiz gereği yaşlı vatandaşlarımızın aşılama sürecinde hizmet vermiş unutulmayacak cinsten birçok hatıra biriktirmiştik.. Şairin de dediği gibi “bâki kalan bu kubbede bir hoş sadâ imiş..”
Bu yazımızda ise yukarıda bulunan kiremitin hikayesini anlatmak istiyoruz. Evine gittiğimiz Celal amcanın aşısını yapmış bekleme sürecinde sohbete girişmiş idik. Kendisine vaziyetini sorduğumda serzeniş içerikli cümleler kurmuş, ölümü temenni ettiğini yaşamaktan yorulduğunu artık Azrail gelse de emaneti teslim etsek dediğini üzülerek kendisinden dinlemiştim.. Kendisine bir kısım teselli edici sözler söylemiş, böyle konuşmaktan kendisini men etmiştim.. Efendimiz(a.s.m)’in bu konuyla ilgili sözünü nakletmiştim:
“Sizden hiç kimse, maruz kaldığı bir zarar sebebiyle, ölümü temenni etmesin. Mutlaka onu yapmak mecburiyeti hissederse, bari şöyle söylesin: ‘Rabbim! Hakkımda hayat hayırlı ise yaşat. Ölüm hayırlı ise canımı al.’ “ (Buhari, Merda, 19)
Bu fotoğrafı çektiğim vakit hem kendisinden hem de oğlundan izin almıştım hukukuna girmemek adına.. Böylesi bir yazı yazacağımı müsade ederse orda paylaşmak istediğimi belirtmiş kendisinden izin almıştım.
Günlerinin nasıl geçtiğini, neler yaparak vakit geçirdiğini sorduğumda günlük 2–3 saat kadar kitaplar ile ilgilendiğini, okumaktan keyif aldığını söyledi. Fotoğrafta görünmese de kendisinin sağ tarafında bir lambası var onun yardımı ile okuma yaptığını söylemişti. Masasında Şeyh Sadi-i Şirazi’nin muazzam eseri Bostan ve Gülistan vardı. Bu aralar bunu mütalaa ettiğini büyük keyif aldığını söyledi. Kendisini hayranlıkla tebrik ettim, bugünlerde gençlerin dahi bu denli okuma yapmadıklarından bahsedip müsade ettiği takdirde kendisine bir hadise anlatmak istediğimi belirttim. Müsade edip memnun olacağını söyledi..
Zannetme ki şöyle böyle bir söz
Gel sen dahî söyle böyle bir söz
II. Abdülhamid Hân, hassas takvâ ölçüleri üzere yaşayan târihî şahsiyetti. O, âcil bir iş zuhûr edince, gecenin hangi vakti olursa olsun uyandırılmasını ister, ertesi güne bırakılmasına rızâ göstermezdi. Bu hususta Mâbeyn Başkâtibi Es’ad Bey, hâtırâtında şöyle demektedir:
“Bir gece yarısı, çok mühim bir haberin imzâsı için Sultân’ın kapısını çaldım. Fakat açılmadı. Bir müddet bekledikten sonra tekrar çaldım, yine açılmadı. «Acabâ Sultân’a emr-i Hak mı vâkî oldu?» diye endişelendim. Biraz sonra tekrar çaldım; bu sefer kapı açıldı ve Sultan, elinde bir havlu ile kapıda göründü. Yüzünü kuruluyordu. Tebessüm etti:
«–Evlâdım! Bu vakitte çok mühim bir iş için geldiğinizi anladım. Kapıya daha ilk vuruşunuzda uyanmıştım, ancak abdest aldığım için geciktim! Zîrâ ben bu kadar zamandır milletimin hiçbir evrâkına abdestsiz imzâ atmadım… Getir imzâlayayım!..» dedi ve besmele çekerek evrâkı imzâladı.”
Abdülhamid Hân’ın zevcesi, onun bu hassâsiyetiyle alâkalı şöyle bir nakilde bulunmuştur:
“Abdülhamid Hân, yatağının başında dâimâ temiz bir tuğla bulundururdu. Yataktan kalktığında çeşme mahalline gidene kadar abdestsiz yere basmamak için tuğlayla teyemmüm ederdi. Bir keresinde bunun sebebini sorduğumda:
«–Bunca müslümanların halîfesi olarak, biz sünnet ölçülerine dikkat etmezsek, ümmet-i Muhammed bundan zarar görür!..» diye karşılık verdi.”
Fotoğrafta görmüş olduğunuz kiremit abdest almak istediği vakit teyemmüm ettiği kiremit imiş.. Bahsi geçen hadiseyi kendisine anlatarak bundan böyle teyemmüm ederken bu duygularla almasını, bir daha hayattan yana şikayetçi olmamasını bizlere de dünyevî ve uhrevî dualarında yer vermesini rica etmiştik. Memnuniyet içerisinde helalleşip yanından ayrıldık..
Bu tuğlalar ise başka bir yatalak amcamızın teyemmüm için kullandıkları.. Dinin direği olan namaza olan hassasiyetleri bizler için ibret olmalıdır. Namaz gönülden bağlı olanlardan başkasına elbette ağır gelir. Bir başka yazıda buluşmak temennisiyle.. Sağlıcakla kalınız..
"En hayırlı genç odur ki ihtiyar gibi ölümü düşünüp âhiretine çalışarak, gençlik hevesatına esir olmayıp gaflette boğulmayandır. Ve ihtiyarlarınızın en kötüsü odur ki gaflette ve hevesatta gençlere benzemek ister, çocukçasına hevesat-ı nefsaniyeye tabi olur."