Peygamberimiz’in Şemaili — İnceleme ve Alıntılar

Ali Yardım - Peygamberimiz’in Şemaili — İnceleme ve Alıntılar 5

Samet Onur
Türkçe Yayın
10 min readMay 26, 2021

--

İnceleme

Hz. Peygamber’in Beşeri Yönüne Bütüncül Bakış

Tirmizi’nin Şemail’inin tercümesi ve Ali Yardım Hocanın konu başlıkları ile ilgili araştırmalarından oluşan bu kitapta, peygamberimizin beşeri yönüne dair birçok konuda bilgi veriliyor.

Bazı önemli konu başlıkları : Nübüvvet Mührü, Saçı, Giyim Tarzı, Mestleri, Yüzüklerini Takış Tarzı, Kılıçlarının Evsafı, Miğferleri, Sarıkları, Oturuş Tarzı, Dayandığı Eşyalar, Dayandığı Kimseler, Yemek Yeyiş Tarzı, Katıkları, Yemekde Ellerini Yıkamaları, Yemek Öncesi ve Sonrası Okuduğu Dualar, Yediği Meyveler, Gülüş Tarzları, Şakaları, İbadet Hayatı, Tevazuu, Geçim Tarzı, Mirası.

Peygamberimizin hayatına insani yönünden bakmak ve hadisleri anlamada bazı önemli metotları ile bunların uygulamasını da bu kitapta bulabilirsiniz.

Hadis ilmine ilgi gösterenler, hadisleri anlamaya kafa yoranlar ve siyer hakkında okuma yapanların göz ardı edemeyeceği bir kitap bu.

Peygamberimize dair okuduğum kitaplar arasında farklı bilgiler ve bütüncül bakış açısıyla hoş bir tat bıraktı bende.

Uzun zamandır siyer konusunda böyle hoş bir kitap okumamıştım.

Birçok konuda derli toplu bilgi almak için okumanızı kesinlikle öneririm.

Alıntılar

Beşer Ne Demektir?

Beşer ve insan kelimeleri arasındaki inceliği, Râğıb el-Isfehâni (ö: 502/1108) el-Müfredât adlı Kur’ân lügatinde açık bir şekilde belirtmiştir. Onun, “beşer” maddesi ile ilgili olarak yaptığı açıklama şöyledir:

“Beşere, derinin dış yüzüne denir ki, çoğulu beşer’dir. İnsan’ın beşer tâbiri ile tanıtılması; derileri yün, kıl, tüy ile örtülü olan hayvanların tam aksine, onun, derisinin açıkta oluşundan dolayıdır. Kur’ân’da, kalıbı (cüsse) ve dış yapısı (zâhir) ile tanıtıldığı bütün yerlerde, insan, beşer lâfzı ile ifâde edilmiştir. Bu yüzden, bütün insanların, beşeriyet mertebesinde birbirleri ile müsâvi olduklarına; onların, ancak kendilerine özellik kazandıran yüce irfan ve güzel ameller ile yekdiğerine üstünlük sağladıklarına dikkat çekilerek, “Ben de sizin gibi bir beşerim” ifâdesinin hemen arkasından; “ancak, bana vahyolunur” buyrulmuştur”

Buna göre “beşer” tâbiri ile; insanın maddi bünyesinin, fiziki ve biyolojik yapısının kasdedildiği anlaşılmaktadır. Beşer demek, fizik ve biyoloji kanunları neyi gerektiriyorsa, onu zorunlu olarak yapan kimse demektir. Kısacası beşer; doğan ölen, yiyen içen, büyük küçük abdestini yapan, cinsel istek ve ihtiyaçları olan, soğukta üşüyen sıcakta terleyen, vakti gelince uyuklayan ve uyuyan, sevinen üzülen, gülen ağlayan, hoşlanan kızan, yorulan dinlenen, hatırlayan unutan, kirlenen yıkanan, çocukken oynayan büyükken çalışan, kısacası “sıradan insanlar”ın yapmak durumunda kaldıkları bütün zorunlu işleri yapma özelliği taşıyan kimse anlamına gelmektedir.

Sayfa 32

Peygamber, Beşer Olarak Aldığını İnsanlığa Yükseltir

Beşeriyet mertebesi, tasavvufta, insanın en alt seviyesi olarak değerlendirilmiştir. Diğer canlılarla ortak sınır teşkil eden bu mertebede kalanlar, hiç bir özelliği olmayan sıradan kimselerdir.

İnsanlığı bu noktada teslim alan peygamberler ile, onların vârisleri olan her kademedeki eğitimciler, bir ömür boyu terbiye ederek, onlara “insan” olmanın şerefini tattırma mücâdelesini veregelmektedirler.

Sayfa 32

Beşer Olmak Değil, Beşer Kalmaktır Ayıp Olan

Şemâil’in vücud bulmasına yol açan bir başka âyet de daha önce de işâret edildiği gibi şu meâldedir: “Allah’a ve âhiret gününe ümit besleyip de Allah’ı çokca zikreden sizler için, Resülullah’da güzel örnekler vardır”. Âyette kullanılan tâbir, “üsvetün hasene”dir. Bu, dilimize “güzel örnek” şeklinde tercüme edilmektedir.

Bahse konu olan bu âyet, Şemâil disiplini ile yorumlandığında şöylece açıklanabilir: Hazreti Peygamber, peygamber olmasının yanında, aynı zamanda bir beşerdir. Beşer, hiç eğitilip özellik kazandırılmamış sıradan kimselerin hâlidir. Esâsında bu, herkesin insanlık yolculuğuna çıktığı hareket noktasıdır. Beşer olmak, ayıp da değildir, kusur da değildir. Ayıp ve kusur olan, beşer kalmak’tır.

Bu, beşer olarak doğup da insan olma çabası gösteren kimselerin, “nasıl” insan olmaları gerektiğinin “model”ini Cenâb-ı Hak bahis konusu âyetle belirtmiş bulunmaktadır: Allah’ın Resülü, insanlar için bir insanlık modelidir. O’na baka baka kendini eğitsin, davranışlarını şekillendirsin ve böylece, diğerlerinden farklı bir beşer olma çabası içinde olsun, demektedır.

Sayfa 33

Ne Dine Karşılık Ne De Dindarlık Gösteriş İçin Olmamalı

Dine karşı lâkaydilik, bir gösteriş havasına sokulamıyacağı gibi; dindarlık da, bir gösteriş ve propaganda havasına büründürülmemelidir. Nitekim her iki davranış da, ölçülü yaşamayı seven ve ifrat derecesine vardırılan hareketleri edeb çizgisini rencide edici bulan insanlar tarafından hoş karşılanmamaktadır.

Sayfa 120

Sarık, Peygamber’in Elbiseye Getirdiği Bir Yeniliktir

(4) Asr-ı Saâdet dönemi hâdiseleri ile ilgili olarak çevrilen filimlerde; Ebü Cehil, Ebü Leheb, Ebü Süfyân… gibi Mekke dönemi müşriklerini görüntülerken, onların başına sarık sardırmaları büyük bir târihi hatâ olduğu gibi; bugün Hicaz bölgesine hâkim olan Suud Hânedânı’nın giydiği kıyâfeti, Hazreti Peygamber dönemi kıyâfetinin bir devâmı imiş gibi göstermek de, İslâm adına sergilenen bir başka fâhiş hatâdır.

Arap ve Acem milletlerinin milli ve mahalli kıyâfetlerini, “İslâmi kıyâfet” diye takdim etmek ise, başkaca hatâlar zincirinin ana kaynağını oluşturmaktadır.

Bugün kullanılan Arap milli baş kıyâfeti, iki parçadan oluşmaktadır: Büyük bir mendil gibi başı omuzlara kadar örten parçasına, fasih dilde “küfiyye”, halk dilinde ise “kefiye” denir. Dıştan başa geçirilen çembere de, yine fasih dilde “ “kal”, günlük dılde ise “agel” adı verilmektedir. Bu kıyâfetin, Peygamber Efendimiz’in kullandığı “kalensüve” (sarık altlığı) ve “ imâme” (sarık) ile hiç bir ilgisi bulunmamaktadır.

Sayfa 170

Sarık Rengi ve Hadisi Anlamak İçin Bir İpucu

Hazreti Peygamber’in kullandığı sarığın rengine gelince: Eldeki vesikaların hemen hemen hepsi, “siyah sarık”tan bahsetmektedir. Halbuki, Hazreti Peygamber’in tercih ettiği renk, beyaz renktir. Fakat ashâb-ı kirâm, Peygamber Efendimiz’in beyaz sarık kullandıklarına dâir bir haber nakletmemişlerdir. Acabâ niçin?

Aynı durum, daha pek çok konuda kendini göstermektedir. İleride yeri geldikçe onlara da temâs edilecektir.

Bilindiği gibi, insanların dikkatlerini, dâimâ yapılagelen mütad şeyler değil, nâdir olarak karşılaşılan davranışlar çekmiştir.

İşte siyah sarık da, Hazreti Peygamber’in her zaman değil, belirli zamanlarda kullandığı bir kıyâfet olduğu için dikkat çekmiş ve görenler tarafından görmeyenlere anlatılmıştır.

Bu gibi hadis metinlerini, “Hazreti Peygamber hep siyah sarık kullanırlardı” şeklinde değil; diğerleri yanında “siyah sarık da kullanırlardı” tarzında değerlendirmek daha uygun düşmektedir.

Sayfa 172

Kıyafet ve İnsan Karakteri Arasındaki İlişki

Kıyâfetler konusunun hemen arkasından Hazreti Peygamber’in yürüyüş tarzına yer verilişi oldukça anlamlıdır.

Görünüşte, ayağı olan herkesin yürüyebileceği ve isteyenin istediği gibi yürüyüp gidebileceği akla gelirse de, insanlara ölçülü davranış kazandırmayı ön plânda tutan Hazreti Peygamber’in bu meseleye bakışı farklı olmuştur.

O, yürüyüşle kıyâfet ve kıyâfetle de insan karakteri arasında sıkı bir münâsebet bulunduğuna dikkati çekmiştir.

Nitekim, ok-yay kuşanıp erkek yürüyüşü (mişyet’ür-ricâl) ile yanından geçen bir kadını görünce: “Kendisini erkeklere benzeten kadınla, kadınlara benzeten erkekler bizden değildir” veyâ “Allah, onlara lânet etmiştir” buyurarak. bu durumu tasvip etmediklerini belirtmişlerdir “

Öte yandan Hazreti Peygamber’in, yürüyüş-kıyâfet ilişkisini, bir “karakter ölçüsü” çerçevesinde değerlendirdiği görülmektedir.

O, bir çok hadisinde, elbise eteklerinin yerleri süpürecek şekilde uzatılmamasını ve bunu kibir , gurur ve gösteriş vesilesi yaparak, eteklerin elle yukarı çekilmemesini; aksi davranışta bulunanların ise, kıyâmet gününde Allah’ın yüzlerine bakmıyacağını söylemiştir. Böyle ikâzda bulundukları bir sırada, huzurda bulunan Hz. Ebü Bekir, üzüntü ve endişesini arzederek:

“Yâ Resülallah! Aşırı bir dikkat sarfetmediğim takdirde, izârımın bir tarafı sık sık aşağı sarkar. Ben de onu, elimle yukarı çekmek durumunda kalırım. Bu hâle göre benim durumum ne olacak?” diye sormuştur.

Resülullah Efendimiz ise, Hz. Ebü Bekir’in endişesini gidermek üzere:

“Sen bunu büyüklük kuruntusu ile yapan bir kimse değilsin ki!.” karşılığını vermiştir “

Bu hadisle, şekil bakımından benzerlik arzeden davranışların, şahıslara göre farklı değerlendirmelere tâbi tutulması gerektiği esâsı getirilmektedir. Zirâ gösterişe, kibir ve gurur gibi ahlâki olmayan davranışa yol açan husus, elbisenin kendisi değil, onu giyen şahsın tavrı, duruşu, yürüyüşü ve edâsıdır. Nitekim mankenler geçidinde seyircilere son derece câzip gelen bir kıyâfetin, vekârlı bir kimsenin üstünde hiç de dikkat çekici olmadığı bilinmektedir.

Sayfa 182

Mucize, Nazik Durumlarda Meydana Gelmiştir

Peygamberimiz (s.a.s), dünyâyı mu’ciz e’lerle idâre etmemiş; hattâ şahsını ilgilendiren hususlarda, mu’cizeye hiç de baş vurmamıştır.

O’nun elinde mu’cize, prensiplerin tehlikelerle karşı karşıya kaldığı nâzik anlarda kullanılmış bir silâhtır.

Resülullah Efendimiz, hayâtının bütün safhalarını “içimizden biri’ gibi yaşamıştır: Doğmuş, büyümüş; yemiş, içmiş; çalışmış, çabalamış; dünyânın bütün cefâlarını çekmiş; hayâtının sonlarında hastalanmış, yatağa düşmüş, tedâvi olmuş ve nihâyet maddi varlığı ile bu fâni dünyâya vedâ ederek aramızdan ayrılmıştır.

Bu arada, Allah’ın kendisine bahşettiği Peygamberlik imtiyazlarını, hiç bir zaman, imtiyazlı yaşamaya âlet etmemiştir. Zirâ O, her yönüyle insanlara “örnek” olması için gönderilmiştir.

Eğer imtiyazlı bir hayat sürseydi, sâdece imtiyazlı zümrelerin peygamberi olma durumuna düşerdi.

Sayfa 197

Peygamberimizin Yemekten Sonra Parmak Yalama Tavsiyesine Dengeli Bakış

Esâsen, Hazreti Peygamber’in hayâtına genel olarak, O’nun yemek sistemine de özel olarak bakıldığında, durum kendiliğinden aydınlanmaktadır.

Şöyle ki, Asr-ı Saâdet’de yemek düzeni; yer sofrasında, birlikte, tek kaptan ve elle yeme esâsı üzerine kurulmuştur. Sofra ve yemek âdâbı üzerine söylenmiş bütün hadis-i şerifler, bu yemek düzeninin icablarıdır.

Masa, sandalya, tabak, kaşık, çatal, bıçak ve peçete gibi eşyâların oluşturduğu modern yemek düzenindeki ayrı servis sisteminde ise, Hazreti Peygamber’in tavsiyelerinin pek çoğunun karşılığı yoktur.

Nitekim, evlere içme suyu şebekesinin gelip; musluk, lâvabo, sabun ve havlu düzeninin kurulduğu ve ayrıca bir hizmete ihtiyaç duyulmadığı çok yakın zamanlara kadar, yemekten sonra misafirin el yıkaması için; leğen, ibrik, sabun ve peşkir düzeni vardı kı, evin çocuklarına, misâfirin eline su nasıl dökülür, peşkir nasıl tutulur tâlimleri yaptırılırdı. Bugün ise, tekniğin bu nimetinin girebildiği çevrelerde, el yıkama tâlimleri birer hâtıra olarak tarihe karışmış durumdadır.

Artık bugün, yer sofrasında bağdaş kurup oturmak; kibir, gurur ve ihtişam gösterisi olmaktan çıkmış, bilâkis alçak gönüllülük ve mütevâzilik alâmeti olmuştur.

Ve yine bugün, yer sofrasında ve tek kaptan da olsa, elle yemek yemek, büyük ölçüde târihe karışmış olup; her evde çatal ve kaşık bulunmaktadır. Bundan böyle, çorbayı kaşıkla içmek, pilâvı çatalla yemek de bir varlık gösterisi olmaktan çıkmıştır.

Her şeye rağmen, elle yeme durumunda kalındığında -ki baş, şahâdet; ve orta parmak olmak üzere üç parmakla yenir — bu üç parmağa yapışan yemeklerin, yemek sonunda, boşa giderilmeyip yalanması tavsiye edilmiştir. Türkçemizdeki “bal tutan parmağını yalar” atasözü de bu hususa ışık tutmaktadır.

Peygamber Efendimiz, israf ekonomisine yol açan bütün yolları kapama ve Allah’ın lütfettiği nimetleri -bir pirinç tânesine varıncaya kadar. boşa gidermeme gayreti içinde olmuştur.

Sayfa 205

Yemeği Sağ Elle mi Sol Elle mi Yemeli?

Yine bir başka sahâbi Abdullah b. Ca’fer (r.a), Hazreti Peygamber’in şahsındaki bir müşâhadesini şöyle anlatır : Ben, Peygamber Efendimiz’i sağ elinde salatalık, sol elinde hurma bulunup da bir lokma ondan bir lokma diğerinden yerken gördüm.

Burada bir noktayı, yâni “sol el ile yemek yenir mi” konusunu ele almak gerekecektir. Bilindiği üzere, bu araştırmamızın değişik yerlerinde, münâsebet düştükçe, sağ ve sol elin çeşitli işlerde kullanımı hakkında bilgiler verilmiştir.

Peygamber Efendimiz’in gerek kendi tatbikatları gerek çevresindekilere ısrarlı tavsiyeleri, özellikle yemeğin “sağ el” ile yenilmesi gerektiği merkezindedir. Bu hususta hiç bir şüphe ve ihtilâf yoktur.

Ayrıca: “sol el ile yeyip içmeyiniz; zirâ şeytan, sol el ile yer içer” hadisi de vardır “. Bu hadis de, meselenin gerekçesini açıklığa kavuşturmaktadır. Bu hususta da bir şüphe ve ihtilâf yoktur.

Bu hadislerde bahis konusu edilen mesele, sağ el boş dururken, yemeğin sol elle yenilmemesi keyfiyetidir.

Ancak, konunun bir başka yönü daha vardır. O da; yemekte sol elin kullanılıp kullanılmaması meselesidir. Bilindiği üzere, yemeği sağ veyâ sol elin biriyle yeme ile, yemekte iki eli de birden kullanma farklı şeylerdir.

İşte, yukarıda kaydedilen üç vesika, Hazreti Peygamber’in, ihtiyaç gördükleri anda, yemekte sağ eli ile birlikte sol elini de kullandıklarını göstermektedir.

Sayfa 251

Resulullah’ın Konuşurken Bazen Bazı Cümleleri Üç Defa Tekrarlaması

2) Enes b. Mâlik (r.a) anlatıyor: “Peygamber Efendimiz konuşurken, dinleyenlerin iyice anlayıp kavramalarını sağlamak için, ana fikir mâhiyetindeki cümleleri üçer def’a tekrar ederlerdi!” (20)

(20) Konuşurken üçer defa tekrar etme tâbiri, cümleleri gerçek mânâda üçer def’a tekrarlamak demek olmayıp; yerine göre tekrarlamak, yerine göre dikkat çekici bir ses tonuyla vurgulu konuşmak, yerine göre de “edât-ı tenbih” denen “e-lâ” edâtı ile başlayarak konuşurdu demektir.

Sayfa 291

Peygamberimiz Kimlere Şaka Yapar ve Kimlere Yapmazdı

Hazreti Peygamber daha çok kimlerle şakalaşırdı? sorusuna, O’nu şakalarına muhâtap olan ashâbının aktardığı bilgiler ışık tutmaktadır.

Hazreti Peygamber’in hâne halkı arasında farklı bir mevkie sâhip olan Enes b. Mâlik şu bilgiyi vermektedir:

“Resülullah Efendimiz, çocuklara karşı, insanların en çok şaka yapanı idi”

Bir başka münâsebetle de, yine aynı sahâbi: “Peygamber Efendimiz, insanlar içinde, hanımlarına en çok şaka yapan kimse idi” der.

Ayrıca, gerek Tirmizi’nin Şemâil’de kaydettiği haberler, gerek diğer kaynaklarda yer alan vesikalar incelendiğinde, şöyle bir tablonun karşımıza çıktığı görülmektedir:

Peygamber Efendimiz; daha çok, yarının büyüğü olacak çocuklara; âiIe saâdetinin devâmını canlı tutacak olan hanımlarına; bir nevi kenara itilmiş olup da hiç kimsenin ilgisini çekmeyen fakir fukarâ zümresine; ve, çevresinden sevgi bekleyen kimselere şaka yapmıştır.

Öte yandan, bize ulaşan belgelerin bir yandan râvileri, bir yandan da şakaya muhâtap olan kimselerin şahsiyetleri yönünden incelenmesiyle, bir başka gerçek daha karşımıza çıkmaktadır. Bu da, Peygamber Efendimiz’in kimlere şaka yapmadığı hususudur.

Görünen odur ki, Hazreti Peygamber, toplumda sorumluluk yüklenmiş, ciddiyet isteyen görevlere atanmış ve her ân kendilerine ağır vazifeler verilme durumunda olan ashâbına karşı, gerçekleri dolaylı yollarla değil, bütün çıplaklığı ile ifâde etmişlerdir.

Nitekim O’nun; sağ kolu durumundaki bir Hz. Ebü Bekir’e, cemiyette ciddiyet ve otorite dengesini dâima canlı tutmakla vazifeli bir Hz. Ömer’e, bilhassa kıtlık ve seferberlik dönemlerinde devletin yedek hazinesi rolünü oynayıp nâmerde el açtırmayan bir Hz. Osman’a, hicret kararını aldığında ölüm döşeğine yatırmaktan tutup, devlet başkanlığı vekâletine kadar her ciddi işi kendisine havâle edebildiği bir Hz. Ali’ye, fethedilen her yeni bölgenin eğitim-öğretim düzenini kurmakla görevlendirdiği bir Mu’âz b. Cebel ve Ebü Müsâ el-Eş’ari’ye; Bizans İmparatoru’na diplomat olarak gönderdiği bir Dıhyet’ül-Kelbi”ye ve daha benzeri nicelerine, şaka yollu bir söz söyledikleri ve böyle bir tutum içine girdikleri olmamıştır.

Demek oluyor ki şaka; bâzı insanlara, gerçeği söylemenin bir başka üslübudur. Çocuğa, yaşlı kadına, ihtiyara, alıngana, ince ruhlu ve beklentisi olan kimselere, bir kısım hakikatleri anlatma tarzıdır.

Sayfa 306–307

Peygamberin Rüyada Görülmesi ve Eğitim

Peygamber Efendimiz rüyâda nasıl görülür? bilemiyoruz. Bu bir nasip mes’elesidir, denebilir. Nitekim, hayatta iken de O’nu herkes görememiştir. Zât-ı Risâletlerini görenler üzerinde bıraktığı te’sir ve gösterdiği değişiklik ise târif edilemiyecek mertebededir. O; mü’minin imânını, kâfirin de küfrünü arttırmış; Hz. Ebü Bekir’i ne ölçüde olgunlaştırmışsa, Ebü Cehil’i de o ölçüde azgınlaştırmıştır. Asr-ı Saâdet dönemi müslümanları, Peygamber Nuru’nun pervâneleri oldukları gibi; O’nun münkirleri de bir acâib kâfir olmuşlardır.

İnsanı terbiye eden şey, okuyup öğrendiği güzel bilgilerden çok, gözü ile gördüğü güzel örneklerden edindiği davranışlardır. Çocuk, iyi bir okulda eğitim gördüğü zaman değil, âhenkli bir âile ve uyumlu bir çevrede yetiştiği zaman dengesi sağlam bir insan olmaktadır.

Sayfa 501

--

--