Yürek Fethi — İnceleme ve Alıntılar

Mustafa İslamoğlu - Yürek Fethi — İnceleme ve Alıntılar

Samet Onur
Türkçe Yayın

--

İnceleme

Yürek Fethi İçin

Yürek Fethi, Yürek Devleti’nin devamı.

Fetih, cihad, iman, tevhid, ibadet, dua gibi birçok İslami kavramın detaylı ve edebi açıklamalarını bu kitapta bulabilirsiniz.

Mustafa İslamoğlu’nun şiirsel üslubu, kelimelerin seçimindeki ustalığı kitabın tamamında hakim.

Fetih olgusu ve İslam’ın savaşla değil, barışla yayıldığı tezine dair bolca örnek bulmak mümkün.

Fetih Araçları ve Yitik Farz: Emr bil Maruf Nehyi Anil Münker bölümleri, bence kitabın en güzel kısımları.

Ahlaki davranışın ibadetten önce geldiği tezi ise oldukça önemli.

Modern çağa dair tespitler, devlet ve vatana dair açıklamalar, emr bilma’ruf nehy anilmünker ile ilgili açıklamalar için okunası bir kitap.

Alıntılar

Din Binasının Teşekkülü ve Ahlakın Yeri

Kur’an, sahabenin en büyük müfessiri İbn Abbas tarafından dört bölümde tasnif edilir: Akaid, ahlâk, ibadat, muamelat.

Bunun anlamı din binası bu dört kattan müteşekkildir demektir. Bu binanın temelini inanç esasları teşkil eder. Diğer katlar bu zemin üzerinde yükselir. Çünkü inanç olmadan, ne ibadet olur ne de ahlâk. Bu noktada bir sorun yok.

Şimdilerde asıl sorun diğer katların sıralanmasında yaşanıyor. Dini ibadileştirenler akidenin üzerine ibadetleri koyuyorlar. Dini siyasileştirenler ise muamelatı ikinci kata yerleştiriyorlar. Bunlara göre ahlâk son katta yer alıyor; çekme kat biçiminde, olsa da olur olmasa da kabilinden…

Oysa Kur’ani gerçek bundan farklıydı.

Kur’an insanları İslâm’a çağırırken “Allah’tan başka ilah yok deyin, kurtulun” diyordu.

Bu çağrı yapıldığında bir ya da iki vakit namaz dışında henüz hiç bir emir ve yasak yoktu.

Aksine, peygamberliğin ilk yılında indirilen Kalem süresinde -Bazı musanniflere göre bu Kur’an’dan ikinci inen süredir- yukarda ele aldığımız ve Nebi’nin seçim gerekçesini açıklayan ayet yer alıyordu.

Peygamberliğin ilk yıllarında yetimi ezmemek (93,9), dilenciyi azarlamamak (93;10), verdiğini, verilen kimseyi incitecek bir edayla değil kalpleri ürpererek ve “acaba kabul oldu mu?” diye endişe ederek vermek (23,61), boş işlerden, faydasız sözden ve gevezelikten yüz çevirmek (23;3), emanete ve verilen söze riayet etmek (23,8), sözleşmelere riayet etmek (13;20), kötülüğü iyilikle savmak (13,22) gibi ahlâk konusunda onlarca ayet inerken bazı emir ve yasaklarla ilgili ayetler çok daha sonraki yıllarda nazil olmuştu.

Örneğin zekat emri peygamberliğin 15. yılında, oruç emri zekatın ardından, hac emri en erken peygamberliğin 19. yılında farz kılınmıştı.

İçki, kumar, domuz eti, faiz vd. gibi yasaklar da yine peygamberliğin 16–23. yıllarında peyderpey haram kılınmıştı.

Sayfa 125–126

Zor Zamanların Kazanımları Olan İnsanlar

Risalet süresince en zor dönem hiç şüphesiz Mekke dönemidir.

Ancak, Saadet Asrı İslâm inkılabı, bu dönemde kalbi fethedilen insanların omuzlarında yükselmiş, Medine döneminin siyasal açıdan en görkemli ve hakimiyet açısından en yaygın, askeri açıdan en başarılı dönemlerinde dahi insan kazamını açısından sayıda değil ama kalitede o zor ve mahrum dönemlerdeki kazanımların seviyesine ulaşılamamıştır.

Hatta, şöyle bir iddiada bulunmak dahi aşırı bir yaklaşım olarak değerlendirilmese gerektir:

Zor zamanların kazanımı olan bir avuç insanın yaptığı muhteşem İslâm sitesini kolay zamanların kazanımı olan “tuleka” kısa bir süre içerisinde temellerinden sarsmıştır.

Sayfa 29

Modern Zamanlarda Gelişme (!)

İlerleme adı verilen şey insandan bağımsız düşünülmüş “modernleşme” projesinin bir ürünüydü ve insanın insanlığına mal olmuştu.

Descartes’ın “insanı tabiatın efendisi yapma” iddiası, dünyayı insan eliyle cehenneme çevirme yarışına dönüştü.

“Gelişme durdurulamaz” ve “açlık evrenseldir” sloganlarıyla yola çıkan Batı küremizi Hiroşima’ya atılan bombanın bir milyon katı büyüklüğünde bir nükleer cephaneliğe dönüştürdü.

Bunun anlamı, yeryüzünde yaşayan her kişi başına 5 ton klasik patlayıcı madde demekti.

Yeryüzündeki birkaç milyon yıllık insanlık serüvenini 300 yılda toptan yok olma noktasına getiren bir sadizm nasıl oluyor da “gelişme” olarak adlandırılıyor, anlamak mümkün değil.

Sözümona bu “gelişme” tarımda da dünyayı açlığa mahkum etme noktasına getirdi.

Üçüncü dünya ülkelerinde batılılar tarafından uygulanan aletli derin toprak sürme metotları ile yer kabuğunun en verimli tabakası olan humus tabakası kaybolarak dünya hızla çölleşmeye başlamıştır.

Batı’nın daha fazla ürün için toprağın tabiatını bozan kimyevi gübre imalâtı, verimli topraklar için bir atom bombası tahribatına dönüşmüştür. Yine modern Batı’nın ormancılık ve monokültür tekniklerinde uyguladığı yöntem sonucunda dünyanın en gür ormanlarının yetiştiği Himalaya etekleri bugün ormansız hâle gelmiş, İngilizler’in bencil politikaları sonucu günümüzde Bengladeş her yıl sular altında kalarak on binlerce cana, yüzbinlerce göçmene ve binlerce eve mâl olmaktadır.

Bilimsel ve teknik gelişmenin zirvelere tırmandığı 1985'te 85 milyon insan açlıktan ve yetersiz beslenmeden ölmüştür.

Sayfa 51–52

Şahsiyet Sahibi Olmak

Modernitenin insan tipi olan “modern birey”in karşısında “şahsiyet” durmaktadır.

Şahsiyet, teşhis, müşahhas aynı etimolojik kökten gelen kelimelerdir. Şahsiyet düz, silik, sıradan olmayan, farkedilebilir, özellikli, özel değil ama has/hususi, öznel değil ama özgün olan kişi demektir.

İnsanlığı, günümüz nüfusu itibarıyla 6.5 milyarlık standart bir kereste yığını haline getirmeye çalışan bir dünya, elbette insanın insanlığını yok etmeye çalışan bir dünyadır.

Böyle bir dünyada, hak ya da batıl hangi dâvâya inanıyor olursa olsunlar, dâvâ adamları okyanusta bir ada olmak gibi aykırı bir kaderi yaşamaya mahkumdurlar.

İnsanın ve insanlığın topyekûn kalaslaştırılma ameliyesine tabi tutulduğu modern dünyada bir dâvâ uğruna mücadele vermek, bir inanç eri olmak başlı başına bir erdemdir.

Böyleleri, dâvâları batıl dahi olsa, Allah tarafından unutulmamakla ödüllendirilmektedirler.

Batıl bir dâvâ uğruna can veren, hayatlarını bir amacın gerçekleşmesi yolunda harcayan insanlar, dünyada gönüllerde yaşatılarak ödüllendirilmektedir.

Eğer, bu şeyler hak bir dâvâ uğruna verilmişse, elbet o iki dünyanın ölümsüzleri listesindeki yerini alacaktır.

Sayfa 101

Kur’ân’da Yürek

İşte bütün bu ayetlerde sözü edilen şey, yüreğin hakikat karşısında aldığı aykırı konumdur.

Bu da hakikate karşı ya iç ya da dış kaynaklı bir engelle kapanmasıdır.

Kur’an, yüreğin hakikate karşı bir daha açılmamak üzere kapanmasına mühürlenme, hakikati fark edemeyecek kadar ışıksız kalmasına körlük, hakikati yansıtamayacak kadar sırçasının dökülmesine kararma, hakikati yanlış ve yanlı algılayışına hastalık, duyarlılığını yitirmesine de taşlaşma diyor.

Sayfa 36

Tevhid ve Adalet

Tüm değerleri iki başlık altında toplamak gerekseydi bu iki başlık kesinlikle şunlar olurdu: Tevhid ve adalet.

Tevhid imanın amacı, adalet İslâm’ın amacı. Tevhid içbükey adalet, adalet dışbükey tevhiddir.

Tevhid insandan Yaratıcıya uzanan sevginin gayesi, adalet Yaratıcıdan insana uzanan sevginin gayesi.

Dinin amacı Allah-insan ilişkilerinde tevhidi, insan-insan ilişkilerinde ise adaleti gerçekleştirmektir.

İnsanın adalete olan tutkusudur onu Allah’a ve ahiret gününe inanmaya mecbur kılan.

İnsanda adalet tutkusu ne kadar güçlü olursa iman da o kadar kavi olur; adalet tutkusu ne kadar zayıf olursa iman da o kadar zayıf olur. Onun içindir ki Kur’an’a göre küfrün en büyüğü olan şirk en büyük zulümdür. (31;13)

Tevhid imanın temelidir, adalet mülkün.

Tevhidsiz iman nasıl temelsiz bina gibi çökerse adaletsiz devlet de öyle çöker. İbn Teymiyye’ye nisbet edilen şu vecize bu gerçeği ifade eder: “Devlet küfürle yıkılmaz, zulümle yıkılır”.

İslâm’a davetin amacı yeryüzünde adaletin tesis edilmesidir. Şu halde davet, mahza adalete davettir.

Adalete davet edenler öncelikle adaleti kendi benliklerinde uygulamış olmalıdırlar.

Kendisi adil olmayanın başkalarını adalete davet etmesi düşünülemez.

İnsanlık tarihinin hiç bir döneminde zulüm modern zamanlardaki kadar gönüllü müşteri toplamamıştı.

Geleceğin tarihçileri modern çağı insanın hem kendisine hem eşyaya ve hem de doğaya zulmetmekten zevk aldığı küresel sadizm dönemi olarak adlandıracaklardır.

Modern çağın son model zulümleri altında inleyen modern bireyi İslâm’a davet, aynı zamanda küresel bir kâbustan sıyrılmaya davettir.

Zulüm, bir şeyi yerinden etmektir, adalet ve hikmetse bir şeyi kendi yerine koymak.

Modern çağda hiçbir değer kendi yerinde değildir. Önce insan eşya ile yer değiştirmiştir.

İnsan eşyanın yerine, eşya insanın yerine geçmiş ve bu şekilde hem insana hem eşyaya zulmedilmiştir. Sonra akıl vahiy ile yer değiştirmiş; hem vahye hem akla zulmedilmiştir. Dinle ideoloji yer değiştirmiş; din ideolojileştirilmiş, ideolojilerse dinleştirilmiştir.

Sayfa 162–163

İnsana Sancılanan Yürek Fatihleri

Sancısız insan, yürek fethedemez. Çünkü her yürek fethi bir doğumdur; sancısız doğum olmaz. Bu sancı “insana sancılanmaktır” ve çekenler bilir, doğum sancısına eştir.

İnsanı yüreğinde taşıyanlar sonsuza dek taşırlar, yavrusunu karnında taşıyanlar ise sınırlı bir zaman…

İnsanın kıymetini en çok bilenler insana sancılanan yürek fatihleridir, en çok ihanete uğrayanlar da onlar…

Bazı sancılar gürbüz doğumlarla sonuçlanırlar, bazıları ise düşükle. Kimsenin kınamaya hakkı yoktur, elbette çok doğuran düşük yapacaktır.

Fiziki kısırlık bir ayıp değil bir mazerettir ve imtihandır. Ama manevi kısırlık, koskoca bir ömürde bir tek insanın dahi elinden tutamama, onun manevi doğumuna vesile olamama, bir özür değil koskoca bir kayıptır.

İslâm ümmetinin misyonu, insanlığa analık yapmaktır.

Bu misyonunu yerine getirmediği, insanlığa karşı sorumluluğunu üstlenmediği zaman öz evladını kendi elleriyle öldürmüş vicdansız bir ana gibi Allah’ın huzurunda hesaba çekilecektir. Şu ayete bakın, dikkatle ve bir ana sorumluluğu içinde okuyun bu ayeti:

“İşte böylece sizi dengeli bir ümmet yaptık; ki insanlara örnek olasınız, Peygamber de size örnek olsun diye.” (11/143)

Ümmet, anne anlamına gelen “ümm” kökünden gelir.

Ümmete bu adın verilmesinin nedeni insanlığın “anası” olması istendiği içindir.

İnsanlığa ana olmak; insana kol-kanat germekle, onu ateşten korumakla, ona mânâ memelerinden saadet emzirmekle, onu cehennem tehlikesinden uzak tutmakla, onun mutluluğu uğruna hayat koymakla olur.

İmam da aynen ümmet gibi “ümm” kökünden gelir, o da “ana”dır; ümmetin anası.

Ümmetin evladına kol-kanat geren, ümmeti bir beden gibi görüp bu bedene yürek olan, Hz. Nebi gibi “iman etmiyorlar diye neredeyse kendini helak edeceksin” ilâhi hitabına muhatap olan ana.

Yine Kur’an’ın şu ayette çizdiği Peygamber modelini örnek alan ana:

“Gerçek şu ki; içinizden size gelen peygamber, sizin (iki cihanda) karşı karşıya kalabileceğiniz sıkıntıdan dolayı kendini ağır bir sorumluluk altında hisseden, size çok düşkün, mü’minlere karşı şefkat ve merhametle dolu biridir. Bütün bunlardan sonra eğer yüz çevirirlerse de ki: Allah bana yeter! O’ndan başka tanrı yoktur. O’na dayandım, O’na güvendim, çünkü O’dur en yüce hükümranlığın Rabbi.” (9,128–129)

Sayfa 173–175

Emr bilma’ruf nehy anilmünker Nedir?

“Emr bilma’ruf nehy anilmünker” Nedir?

Bu Kur’âni ibare Türkçeye, kavramlar yerinden edilmeden “iyi ve doğru olanı (ma’ruf) emretmek kötü ve yanlış olandan (münker) da nehyetmek” biçiminde çevrilebilir.

Bu ibarede dört tane kavram vardır; emir, nehiy, ma’ruf, münker.

İlk iki kavram eylemsel kavramlardır ve aynı zamanda Fıkıh Metodolojisi’nin kavramları arasında yer alır.

Emir “yap”, nehiy “yapma” formunda ifadesini bulur.

Burada da görüldüğü gibi emir ve nehiy yapmak ya da yapmamakla ilgili fiili-ameli kavramlardır.

Son iki kavram olan ma’ruf ve münker ise fikri ve akli kavramlardır.

Eylem alanına değil entellektüel alana girerler.

Ma’ruf, saf aklın iyi saydığı herşeydir.

Münker ise yine akl-ı selimin kötü gördüğü herşeydir.

İyi ve kötü için emretmekten ya da alıkoymaktan sözediliyorsa, orada iyi ve kötünün fikir ve teori düzleminden davranış ve eylem düzlemine geçmesi gerekmektedir.

Bu durumda iyiliği emir kötülüğü nehiy sorumluluğu düşünceye, fikre, duyguya ve teoriye yönelik değildir.

Dolayısıyla iyiliği emir kötülükten nehiy görevi fikir hürriyetini yok edecek, kısıtlayacak biçimde anlaşılamaz.

Emir ve nehiy eyleme yönelik olarak anlaşılır; emredilen iyi, yapılmalıdır; nehyedilen kötü de, yapılmamalıdır.

Kötülükten nehyetmek, iyiliği emretmekten daha önemli ve önceliklidir. Mecelle’ye de kural olarak geçen ünlü hukuk ilkesini hatırlayalım: Bir kötülüğü gidermek, bir iyiliği kazanmaktan önde gelir.

Ma’ruf iyilik iki kısımda değerlendirilir:

1- Zorunlu olan
2- Zorunlu olmayan.

Dinen de aklen de zorunlu olan bir iyiliği emretmek zorunludur, zorunlu olmayan bir iyiliği emretmek de zorunlu değildir. Bunu İslâm hukuk diline taşırsak, farz olanı emretmek farzdır, nafile olanı emretmek nafiledir. Tersi de geçerli; haram olanı emretmek haramdır, mübah olanı emretmek mübahtır.

Münker/kötülük önce yapısı itibarıyla ikiye ayrılır:

1- Muhatabını zarara sokan kötülük
2- Muhatabını etkilemeyen kötülük.

Birincisine tüm nafakası o günkü yevmiyesi olan bir amelenin bir-kaç milyonunu çalmayı, ikincisine çok zengin birinin bir-kaç milyonunu çalmayı gösterebiliriz.

Burada birinci hırsızlıktan aklen de şer’an da nehyedilir. İkincisinden ise aklen değil ama şer’an nehyedilir. Ancak, bu konuda farz olan emr bilma’ruf nehy anilmünker, toplumdaki ekonomik dengesizliğin kaldırılarak sosyal adaletin sağlanmasıdır.

Zengin ve fakir arasında uçurumların oluştuğu bir toplumda emr bilma’ruf nehy anilmünker’e fakirlere sabır tavsiye ederek başlamak, gerçek hırsız olan devletin tüm toplumun cebinden her gün hissettirmeden enflasyon adı altında çaldığı astronomik miktarı görmemek demektir.

Münker, ikinci olarak verdiği zarar itibarıyla ikiye ayrılır:

1 — O kötülüğün failde bir değişikliğe sebep olup zararının sadece yapanla sınırlı kalması.
2 — Kötülüğün failde bir değişikliğe sebep olup, zararının başkalarına da dokunması.

Birinci kategoriye intiharı, ikinci kategoriye rüşveti örnek verebiliriz.

Münker, kötülüğün mahiyeti açısından da ikiye ayrılır:

1 — Akli kötülükler,
2 — Şer’i kötülükler.

Akli kötülüklere yalan haber, zulüm, sövgüyü; şer’i kötülüklere de zina, hırsızlık, cinayeti verebiliriz.

Bu ikincisi de kendi arasında ikiye ayrılır:

1 — Hakkında ittifak edilen kötülükler,
2 — Hakında ihtilaf edilen kötülükler.

Birinciye cinayeti, ikinciye de zorla düşük yapmayı örnek verebiliriz.

Sayfa 188–190

Gerçek Ölüm: Aldırmazlık

Ölüm ruhun bedeni terketmesi değildir, gerçek ölüm aldırmazlık halidir.

Tarihin en büyük zalimleri, nasıl zulümlerini kendilerine karşı direnmeyen mazlumlara borçlularsa, tarihin en aşağılık kötüleri de, kötülüklerini kendilerine aldırmayan kitlelere borçludurlar.

Sayfa 196

--

--