Korona Günlerinde Veba

Tolga Uğur
Türkçe Yayın
Published in
4 min readApr 22, 2020

Dünyada savaşlar kadar vebalar da meydana gelmiştir. Vebalar da, savaşlar da insanı hazırlıksız yakalar. Bir savaş patladığında insanlar, “Uzun sürmez bu, çok aptalca!” derler. Ve kuşkusuz bir savaş çok aptalcadır, ancak bu onun uzun sürmesini engellemez. Budalalık hep direnir, insan hep kendisini düşünmese bunun farkına varabilirdi. Geleceği, yolculukları ve tartışmaları ortadan kaldıran bir vebayı nasıl düşüneceklerdi ki? Kendilerini özgür sanıyorlardı, oysa felaketler oldukça kimse asla özgür olmayacak.

Korona salgınının bütün kıtalarda etkili olduğu bu zor günlerde her gün açıklanan vaka ve ölüm sayıları dışında yüzümüzde küçük de olsa bir tebessüm bırakan haberler de okuyoruz. O haberlerden birisi de 1947 yılında Camus tarafından yazılan Veba kitabının stoklarda tükenmesiydi. Albert Camus zaten popüler kültürde tanınan bir yazardı ama Yabancı, Sisifos Söylemi ve Başkaldıran İnsan kitaplarıyla bilindiği için bu etkileyici eseri 2020 yılına kadar hep göz ardı edilmişti. COVID-19 salgını ise bu kitaba hiç alışkın olmadığı bir popülarite ve itibar kazandırdı.

Kitaptaki olaylar 1941 yılında Fransa’ya bağlı olan Cezayir’in Oran kentinde geçiyor. Kitabın ilk sayfasında şehir ‘’Oran gerçekten de sıradan bir kent, Cezayir’in bir Fransız ilinden başka bir şey değildi. Kentin kendisi de, itiraf etmek gerekir, çirkindir. Dingin görünümlü bu kenti başka onca ticaret kentinden farklı kılan şeyin ne olduğunu ayırt etmek için biraz zaman gerekir.’’ şeklinde tanıtılıyor. Kısacası, Oran tipik bir Camus kentiydi. Sıradan, vasat, hayatın doğal akışında devam ettiği bir kentti. Oran şehrinin sakinleri de en az şehir kadar sıradandı. Fakat, bilinmeyen bir nedenden ötürü farelerin ölmeye başlaması her şeyi değiştirecekti.

Sokaklar fare ölüleriyle dolmasına rağmen baş karakter Doktor Bernard Rieux hariç hiç kimse ölü farelerin büyük bir salgının habercisi olabileceğini düşünmemişti. Herkes sıradan yaşamını sürdürüyordu, siyasetçiler ise fareleri gündemine bile almıyordu. Kent sakinleri ‘’ Bizler modern insanlarız. 14. veya 15.yüzyıl gibi ilkel dönemlerde ölen insanlarla aynı şekilde ölmeyiz.’’ rahatlığına sahipti. Doktor Rieux ise klasik bir Camus karakteri olarak kahraman olmaktan çok uzaktaydı. Nelerin olabileceğinin farkına varmıştı ama salgının büyümesinin önüne geçememişti. Bu umursamazlıklar kaçınılmaz sona, yani Oran kentinin salgına teslim olmasına neden olacaktı…

“Kalpsizsiniz” denmişti bir gün kendisine. Ama hayır, onun bir kalbi vardı. Onun, yaşamak için dünyaya gelmiş insanların her gün ölümünü gördüğü yirmi saate katlanmasına yarıyordu. Onun, her gün her şeye yeni baştan başlamasına yarıyordu. Bundan böyle yalnızca bu kadarlık bir yüreği vardı.

Kitabın her bir karakterinin salgın sebebiyle yaşadıklarıyla Camus hayatın absürtlüğünü bir kez daha hatırlatmayı amaçlıyor. Doktor Rieux salgın boyunca hem uzun saatler çalışmak zorunda kalan, hem de salgın başlamadan önce hastalanan eşinin durumunu takip etmeye çalışan bir sağlık çalışanı olduğu için yaşadıklarıyla ve papaz Paneloux ile girdiği tartışmalar sebebiyle kitabın en etkileyici karakteri olduğunu iddia edebiliriz. Papaz Paneloux ise kitabın kaybeden birçok karakterinden birisi, uzun süre boyunca salgının yayılmasındaki en önemli nedenin tanrının kendisine inanmayı bırakan insanları cezalandırması olduğuna ve tanrının cezalandırdığı gibi çıkış kapısını da göstereceğinie inanıyordu. Fakat, genç yaşta hayatını kaybeden günahsız bir çocuğun ölümü onu da şoka uğrattı ve salgını tanrının cezası veya ödülü olarak yorumlanmasının ne kadar yanlış olduğunu fark etti. Ne yazık ki Paneloux kendisini hastalandığında bilime ve doktorlara sırt çevirdi ve bu yaptığı en büyük hata oldu.

Salgının diğer karakterler üzerindeki etkisini de kitap boyunca takip edebiliyoruz. Raymond Rambert Oran şehrine Paris’ten gelmiş bir gazeteciydi. Tek yapmak istediği şehirde yaşayan Arap halkının hayatını gözlemlemek ve haberini hazırladıktan sonra ise ailesinin yanına Paris’e dönmekti. Fakat, salgın sebebiyle Oran’dan çıkamadı ve türlü türlü yollarla Paris’e geri dönmek için uğraştı. Cottard ise hergün haberlerde duyduğunuz fırsatçılardan birisiydi. Ama, Camus onu salgın sayesinde iyi para kazanan basit bir insan gibi anlatmaktan çok onun ruhsal ve sosyal değişimlerine odaklanmayı tercih etmişti. Onun yaşadığı sorunlar ise bu tür salgınların bireylerin üzerinde ne kadar derin etkiler bırakabileceğini yeniden hatırlamamızı sağlıyor. Jean Tarrou ise kitabın en politik karakteri olarak ön plana çıkıyor. Herhangi bir resmi görevi olmasa da doktor ile beraber salgına karşı savaşanlardan olan Tarrou, İspanya İç Savaşı’ndaki rolü ve idam karşıtı olarak kendisini konumlandırmasıyla en iyi hazırlanmış Camus karakterlerinden birisi olarak hafımıza kazındı.

Gerçekten de, kentten yükselen sarhoşluk çığlıklarını dinlerken Rieux bu hafifleme duygusunun hep tehdit altında olduğunu düşünüyordu. Çünkü bu neşe içindeki kalabalığın, kitaplardan da öğrenilebileceği gibi, veba mikrobunun hiçbir zaman ölmediği ya da yok olmadığından, yıllarca mobilyalarda ve çamaşırlarda uykuya daldığından, odalarda, mahzenlerde, sandıklarda, mendillerde ve kâğıtlarda beklediğinden ve belki bir gün, insanların bir mutsuzluk yaşaması ya da bir şeyler öğrenmesi için vebanın kendi farelerini uyandırıp mutlu bir kente ölmeye yollayabileceğinden haberi olmadığını biliyordu Rieux

Salgın uzun bir mücadelenin ardından kontrol altına alınabildi. Hayat ‘’normale’’ döndü ve insanlar kutlamalar yapmak için sokaklara indiler. Ama Doktor Rieux bu kutlamaların geçici bir zaferin kutlamaları olduğunun farkında olan tek karakterdi…

--

--