Korona ve Komplo Teorileri

Tolga Uğur
Türkçe Yayın
Published in
7 min readApr 9, 2020

Komplo teorileri insanlık için hep önemliydi; muhafazakar veya liberal, genç veya yaşlı, sağcı veya solcu fark etmeden birçok farklı gruba ait insanın ilgisini çekmeyi başarıyorlar. Çoğu zaman safsatalar olarak nitelendirsek de zamanla doğruluğu kanıtlanan bazı komplo teorileri de mevcut. 1950 veya 60’lı yıllarda sigara şirketlerinin, sigaraların insan sağlığına olan ciddi zararlarını bilmesine rağmen bunların üstünü örttüğünü ve reklam ajanslarıyla beraber insanlara sigarayı havalı ve sağlıklı göstermek için işbirliği yaptığına inanılıyordu. 90’lı yılların başında ise o zamanlar saçmalık olarak değerlendirilen bu iddiaların doğruluğunu sigara şirketlerinin sahipleri dahi kabul etmişti. Günümüzde sigaraların ne kadar zararlı olduğunu sürekli televizyonda çıkan kamu spotlarıyla yeniden hatırlıyoruz. 2.Dünya Savaşı sonrası dönemde sigara şirketleri ile reklam ajanslarının eli kanlı işbirliği ise Mad Men dizisinde işlenebilecek kadar popüler bir konu haline geldi.

Korona salgınıyla beraber komplo teorileri tekrardan gündeme geldi. Bu teorilere inanıp inanmamak bizim elimizde olsa da bu teorileri duymadan yaşamak mümkün gözükmüyor. Ana akım medyada bile saatlerce salgın sonrası türeyen komplo teorilerinin tartışıldığını görüyoruz. Artık teoriler o kadar güçlü hale geldi ki İngiltere’nin bazı bölgelerinde salgının 5G teknolojisiyle yayıldığına inanan insanlar baz istasyonlarını ateşe verecek kadar ileri gittiler. Bazıları ise salgının biyolojik bir silah olduğunu ve Çin’in bilerek ve isteyerek bu tür salgınlar oluşturduğunu iddia ediyor. İnsanların bu iddialara inanacak kadar mantıksız hareket etmelerinin ise birçok nedeni var. Yakın gelecekte( 1–2 ay içerisinde) durdurulması mümkün gözükmeyen bir salgınla mücadele ediyoruz ve başta devletler olmak üzere kimse ne yapacağını bilmiyor. İnsanlar hiç olmadığı kadar korkuyorlar. Üstelik, birçok iş yerinin kapanması ve sosyal hayatın yasaklanmasıyla beraber evde ne yapacağımızı bilemeden bütün gün zaman geçirmeye çabalıyoruz. Zaten endişeli olan insanlar internetin sınırları olmayan bilgi deryasında her şeye ulaşabildikleri gibi komplo teorilerine de ulaşıyorlar ve ellerindeki tek çözüm olarak bu teorilere sarılıyorlar.

Kısa Bir Tarihçe

Genelde ilk komplo teorisi kaynağı olarak 1903 yılında yazılan Siyon Liderlerinin Protokelleri kitabı gösteriliyor. Yahudilerin yeni dünya düzeni hazırladıkları ve toplumların o dönem çektiği bütün sıkıntıların nedeninin zevki sefa içerisinde yaşayan Yahudiler’den kaynaklandığı iddia eden bir kitap. Umberto Eco’nun Prag Mezarlığı kitabını okuyanlar o kitapta yazılanların üç-beş kişinin masa başında toplanıp akıllarına gelen ilk şeyi yazarak hazırladıklarını hatırlarlar. 1922 yılında Amerikan basınında kitabın çalıntı olduğu ve iddia edilen bütün belgelerin sahte olduğu kanıtlansa da antisemitizmin yükselişinin önüne geçilememişti. Başta Hitler ve Alman toplumu olmak üzere bütün dünya 1.Dünya Savaşı ve Büyük Depresyon sonrasında yaşadıkları sorunlar için Yahudileri suçlamayı tercih etmişti. O dönemki yaşam koşulları günümüzden fersah fersah kötüydü, devletler 1929 krizi sonrasında çaresiz kalarak ekonomik krizin yıkıcı etkilerini hafifletmek için bile en az beş altı yıl uğramışlardı. Ellerinde hiçbir seçenek olmayan çaresiz insanlar da Yahudiler’i suçlayarak en az bir neden gösterebilen az sayıda siyasetçiler olan Yahudi karşıtı liderlere oy vermiş ve onları iktidara getirmişti. Bir klasik olarak krizler komplolar doğurmuştu.

2. Dünya Savaşı sonuna kadar komplo teorileri genelde Yahudi karşıtlığı üzerine şekilleniyordu. Savaş sonrası İsrail’in kurulmasıyla beraber Yahudi nüfusu Avrupa’da azalmış ve komplo teorileri de yavaş yavaş etkilerini kaybetmeye başlamıştı. Ancak, 1950'li yıllarda Cumhuriyetçi bir senatör olan Joseph McCarthy’nin ‘’komünist avına’’ çıkması ve Sovyet ajanı olduklarını iddia ettiği birçok insanı hapse attırması ABD içinde farklı bir siyasi söylemin doğuşunu müjdeliyordu. 1960’larda ABD’de de peşi sıra halkın sevdiği siyasetçilerin suikaste kurban gitmesi ve Vietnam Savaşı da toplumda ciddi tepkiler doğurmuştu. 1971 petrol krizi ve bütün dünyanın 70’li yıllarda enflasyon canavarıyla yüzleşmesine ve ‘’kayıp on yıl’’ tabirinin doğmasına neden olmuştu. Petrol krizinin doğurduğu ekonomik sorunlar neoliberal politikalar ile çözülmeye çalışılırken, kapitalizm ile muhafazakarlık bir araya getirilmiş ve dini fundamentalizmin yükselmesinin önü açılmıştı. 1980 sonrası dönem ise hem kendi ülkemizde hem de dünyada komplo teorilerinin altın çağı oldu. Refah yavaş yavaş azaldığı için herkes bir düşman aramaya başlamıştı…

1980 sonrasında önce özel kanalların sonrasında da internetin hayatımıza girmesiyle medyanın çeşitlenmesi en çok komplo teorisyenlerine yaradı. Toplumların onlara bu kadar kolay inanmalarına ise 1990 sonrası kaotik dönem yardım etti. SSCB’nin çökmesinin ardından Rusya’da ortaya çıkan ekonomik krizin aslında krizler çağını başlattığından haberimiz yoktu. 90’ların ikinci yarısında önce gelişmekte olan ülkelere sonra da Asya kaplanlarını ekonomik kriz vurdu. 21.yüzyılın başında ise kriz bir kez daha gelişmekte olan ülkelere geçerken, 2008 yılında ABD kaynaklı bir küresel kriz herkesin hayatında ciddi etkiler bıraktı. 2015 yılından itibaren Türkiye, Arjantin, Brezilya, Güney Afrika’da yeniden dolar kuru kaynaklı krizler etkili oldu. Geçen sene ABD medyasında oluşan 2020 sonrasındaki resesyon beklentisi kimsenin beklemediği bir nedenden kaynaklansa da gerçek oldu ve yakın tarihte eşi benzeri olmayan bir krizin içine girdik. Üretimin ciddi ölçüde azaldığı, hem sağlık sistemini çökerten hem de birçok sosyal soruna neden olan bir salgınla karşı karşıya kaldık. Her ekonomik krizde olduğu korona sonrasında da ağzı olan konuşmaya başladı ve insanlar rasyonaliteden tamamen koptular.

Geçtiğimiz on yılı birkaç kavramla anlatmak isteseydim; küreselleşme karşıtı söylem, zenofobi, post-truth ve elitist karşıtlığını seçerdim. Bu kadar karışık bir dönem hiç şüphesiz komplo teorilerinin altın çağını yaşamasına neden oldu. Bizim de şu anki ABD başkanın, bir önceki başkanın ABD’de doğmadığını iddia ettiği bir dönemde yaşamamıza neden oldu! Hiçbir şey Fukuyama’nın Tarihin Sonu kitabında öngördüğü gibi olmadı ve toplumlar da yaşadıkları hayal kırıklıkları ve başarısızlıkları anlamak için komplo teorisyenlerine inanmayı seçtiler.

meşhur kitap

21. Yüzyılın Top 10 Komplo Teorileri

1–) Obama aslında Kenya’da doğdu: Üzerinde uzun uzun tartışmaya gerek yok, Trump’ın saçmalıklarından bir diğeri…

2-) 11 Eylül saldırıları ABD’nin planıydı: 11 Eylül saldırıları muhtemelen JFK suikastiyle beraber en popüler komplo teorisi konusudur. 11 Eylül o kadar büyük bir olaydı ki gerçekten yaşanması en az ABD’nin oyunu olması kadar mantıksız gözüküyor.

3-) İklim Değişikliği yalan: En azından balkona çıkın arkadaşlar, bu bile yeter.

4-) AB’den derhal ayrılmazsak 80 Milyon Türk gelecek: Naziler’i bile kıskandıracak bir propaganda yapan İngiltere’deki AB karşıtlarının Brexit referandumda kullandıkları yüzlerce asılsız iddiadan birisi. Halbuki bizlere telefon açsalardı her şey çok farklı olabilirdi…

5-) ABD depremleri kontrol eden bir uygulama geliştirdi: ABD, bütün dünyadaki doğa olaylarını ve depremleri kontrol edebiliyor ama kendi ülkesindeki tsunamileri ve depremleri durduramıyor. Ölü doğan bir iddia.

6-) Dünya düzdür: Siyon Liderleri Protokolleri bile daha mantıklı duruyor. Safsata.

7-) COVID-19 insan yapımı bir salgın: Birisi bir makale yazdı diye bir iddia doğru olmak zorunda değildir. Toplumların en az %95'i okuma-yazma biliyor artık.

8-) Rusya 2016 ABD başkanlık seçimlerine müdahale etti: Komplo teorilerinin hepsi muhafazakar kesimden çıkmak zorunda değil, liberallerin ortaya attığı bazı teoriler de mevcut.

9-) 1998 Dünya Kupası Finali ve Ronaldo: Sadece futbol tarihinin değil spor tarihinin en ilginç komplo teorilerinden birisi. İddialara göre, Fransa’da Fransa’ya karşı oynanacak final maçı öncesi Ronaldo zehirlendi ama sponsoru olan Nike onun hasta hasta finalde oynatılması için baskı yaptı. Sonuç, 3–0 Fransa.

10-) Yerli ve milli komplo teorilerimiz: Türkiye komplo cenneti olduğu için sadece bir teori seçmek imkansız, istediğinizi seçin.

Neden Komplo Teorilerine İnanıyoruz?

İnsanlık tarihini incelediğimiz zaman bilimin hayatımızdaki yerinin ne kadar yeni olduğunu anlayabiliriz. Ancak son 500–600 yılda bilim düzenli bir şekilde ilerleyebildi ve son 150 yılda herkesin hayatının merkezine yerleşebildi. Uzun insanlık tarihinde 150 yılın ne kadar kısa bir süre olduğunu göz önünde bulundurursak toplumların bilimi ve ilerlemeyi bu kadar zor kabul etmesine şaşırmamamız gerekir. Bu yüzden, uzun araştırmalarla salgının kökenine inmek yerine bu salgının laboratuvarda Batı dünyasını çökertmek için kullanılan bir biyolojik silah olma ihtimalinin insanları daha çok tatmin etmesi doğaldır. Komplo teorileri; basit, efektif ve sorun odaklıdır. İnsanlara anlamayacakları şeyler anlatma zahmetine girmezler, onlara çözüm sunmazlar ama problemin ne olduğuna göstererek onları ikna etmeyi başarırlar.

İçinde bulunduğumuz dönem bizi paranoyak yapıyor. Kalabalık şehir hayatları içerisindeki yalnızlığımız bizim daha güvensiz insanlar olmamıza neden oluyor. Üstelik, gelir eşitsizliği giderek daha büyük bir sorun olarak ortaya çıkarken, sosyal medyanın varlığı sayesinde zenginlere ve celebritylere hiç olmadığımız kadar kolay ulaşabiliyoruz. Bilgisayar oyunlarıyla beraber ortaya çıkan sanal gerçekçilik de insanları ancak Cesur Yeni Dünya’nın soma ilacı gibi kısa süreli bir tatmin sağlayabiliyor. Büyük şehirlerdeki yalnızlığın son 20 yılda oluşan politik ve ekonomik hayal kırıklığı da eklenince insanlar kolay bir şekilde radikal fikirlerin peşine takılabiliyor. Sonuçta, hayal kırıklığına uğramış insanları ikna etmek kadar kolay bir şey yoktur. Tek yapmanız gereken onlara basit ve etkili bir fikir vermektir. Salgın 5G teknolojisiyle yayılıyor gibi gülünç bir iddia bile bu sayede mantıklı gözükebiliyor.

Eğer bir yalanı yeterince, yeterince gürültülü ve yeterince sık söylerseniz insanlar inanır. İnsanları bir yalana inandırmanın sırrı, yalanı sürekli tekrar etmektir.( Joseph Goebbels)

Goebbels’in propaganda, yalan haber ve popülizm gibi birçok kavramla ilişkilendirebileceğimiz meşhur sözünü bilirsiniz. Son 30 yılda komplo teorilerinin hiç olmadığı kadar görünür olmasındaki en önemli nedenlerden birisi medyanın çeşitlenmesi oldu. İsterseniz bütün gün televizyon izleyin, isterseniz telefonunuzda, isterseniz bilgisayarınızın başında vakit geçirin komplo teorilerinden kaçma şansınız yok. Tam da Goebbels’ın söylediği gibi bu teoriler yeterince sık söylendiği için insanlara daha inandırıcı geliyor.

Uzun insanlık tarihi boyunca karşılaşılan en büyük sorunlardan birisi bilgiye ulaşmanın zorluğuydu. Otoriter rejimler kitapları ve bilgiye ulaşılabilecek her yolu yok etmeyi tercih ediyorlardı. İnternetin yaygınlaşmasıyla beraber ilk kez bilgiye ulaşmak ciddi bir sorun olmaktan çıkmıştı. Herkes istediği görüşe ait fikri istediği zaman ulaşabiliyordu. Fakat, bu durum da post-truth dediğimiz sorunu ortaya çıkardı. Oxford sözlük 2016 yılında bu kelimeyi yılın kelimesi olarak seçerken ‘‘nesnel hakikatlerin belirli bir konu üzerinde kamuoyunu belirlemede duygulardan ve kişisel kanaatlerden daha az etkili olması durumu’’ şeklinde tanımlamıştı. Bu konuda Türkiye’de çalışan en başarılı isimlerden olan Yalın Alpay ise kavramın Türkçe’ye hakikatin önemsizleşmesi şeklinde çevrilmesi gerektiğini söylüyor. Artık herkesin içerik üreticisi olduğu bir çağda herkes kendi doğrusuna inanmayı seçiyor. Zaten televizyonun ve reklam ajanslarının öneminin artmasıyla hakikat yavaş yavaş anlamını yitirmeye başlamıştı. Sosyal medya ise bu konuda sıkılmış son kurşun oldu ve milyonlarca doğru yarattı.

--

--