Kralın Takımı: Real Madrid
Franco, “Bana yüz bin kişilik uyku tulumu yapın” diye emir verince, Real Madrid için 14 Aralık 1947’de Bernabeu Stadyumu inşa edildi.
İspanya’daki iç savaşa ve onca soruna karşın halkı nasıl kontrol altında tuttuğunu soranlara “Onları yüz binlik beşiklerde uyutuyorum” demişti. Bu sözler Kral Francisco Franco’ya ait. Franco, memleketin buhranlı günlerinde bir futbol takımı vasıtasıyla halkını ‘uyuttuğunu’ söylemişti. Peki Franco mu takımı, takım mı Franco’yu kullanıyordu? Yoksa Real Madrid Kral’ın takımı mıydı?
Dünya futbol tarihini şüphesiz en çok etkileyen takım Real Madrid. 14 kez Avrupa’nın en değerli kupasını müzesine koyabilmiş, tarihin en büyük kulübü apoletini omzuna takmış, rekabet etmesi zor şöhret ve sermayesiyle sadece İspanya’da değil dünyada en çok sevilen ve kitlesi olan takımların başında geliyor. İlginçtir; en çok nefret edilen takım da yine Real Madrid.
1800'lerin sonu İspanya’da futbolun pek bilinmediği dönemlerdi. Futbolu yalnızca ülkenin sanayileşmesinde görevli İngiliz iş adamları oynuyordu. Temel amacı İspanya’ya yatırım yapmak olan bu adamlar futbolu yaygınlaştırma hususunda mutabık kaldılar. Zira kendilerine, boğa güreşinden başka bir şey bilmeyen İspanyollardan daha iyi bir seçenek bulamazlardı.
Nitekim ilk futbol kulübü Recreativo de Huelva Aralık 1889'da, sonrasında ise Ocak 1890'da Sevilla kuruldu. Madrid’deki ilk futbol takımı ise 1900'de kuruldu. Ancak bu kulüp defalarca parçalanarak yok oldu. Bölünen kulüplerden biri 6 Mart 1902'de Madrid Football Club adıyla ortaya çıktı. Günümüzdeki adı Real Madrid olan; bu takım, ilk çıktıkları dönemde beyaz pantolon, siyah gömlek ve lacivert kasketle sahaya çıkıyordu. Sonraları ise düz beyaz formaya geçeceklerdi. Hatta bu yüzden Los Blancos (Beyazlar) adıyla anılacaklardı. Gariptir; o dönem İspanya’sında bütün futbolcular kulüplerinden para alırken, Madrid Football Club’da oynayan oyuncular üstüne kulübe aidat ödüyorlardı.
Kulübün adını duyurması 20 Nisan 1905'te dönemin en güçlü takımı Athletic Bilbao’ya karşı oynanan İspanya Süper Kupası finalini kazanmasıyla başladı. Yarattıkları etki katlanarak büyüdü. Futbol yaygınlaşmaya, daha popüler bir spor olmaya başlamıştı. Endüstrinin içinde artık daha fazla para dönmeye başlamış, seyahatler artmış ve takımlar birbirleriyle daha çok maç yapmaya başlamışlardı. Nihayet Madrid takımının futbolcuları da maaş alıyordu.
Takımların giderleri günden güne artıyordu. Halihazırda tahtı sallanmakta olan Kral XIII. Alfonso kitleleri ardından sürükleyen bu takımlara yaranabilmenin yollarını ayırıyordu. Bu yüzden içlerinde Madrid Football Club’ın da olduğu 13 takıma “Real” ünvanını verdi.
Real kelimesinin karşılığı İngilizce’de royal demekti. Kraliyet anlamı taşıyordu. Bu, bu ünvanı alan 13 takım için büyük bir onurdu. Kral sadece ünvan vermekle kalmamış, giderlerin bir kısmını da hazineden karşılamaya başlamıştı. Artık Madrid’de kraliyeti temsil eden bir kulüp vardı: Real Madrid!
Tüm bunlardan daha önemli olan şey İspanya’da iç savaş çığırından çıkmasıydı. Yaşanan yüzlerce olaydan ve kargaşadan sonra 1931'de cumhuriyet rejimine geçildi. Bunun futbola yansıması da hayli büyük oldu. Cumhuriyetin ilanından sonra kralı hatırlatan Real ünvanı tüm takımların isimlerinin önünden kaldırıldı.
Cumhuriyet rejimi fazla uzun sürmemişti. Muhafazakarlar ve solcular arasında iç savaşın patlak vermesi nedeniyle Franco hükümeti cumhuriyete son vermiş, futbol kulüpleri içinde yeni bir dönem başlamıştı. Francisco Franco tek dil tek millet ideasıyla hareket ediyordu. Bu yüzden dil bütünlüğü vermeyen takımların ismini tekrar değiştirme kararı aldı. Real ünvanı almış takımlara isimleri iade edildi. Atletico Madrid Atletico Aviacion oldu. Athletic Bilbao ise Athletico Bilbao ismini aldı. Barcelona da nasibini alan takımlar arasındaydı. Takımın ismi Barcelona Club de Futbol olarak değiştirilmişti.
Franco’nun, Hitler’in desteğiyle başlattığı diktası 1975'e kadar sürmüştü. Benimsediği politika Basklar ve Katalanlar tarafından kinle karşılanmıştı. Bu politik kin futbola da sıçramıştı. Özellikle Real Madrid-Barcelona maçları iç savaşın stadyuma taşınmış hali gibiydi. Buna en güzel delil; 1943 yılında çift ayaklı oynanan, o zaman ki adı Copa del Generalisimo turnuvasındaki müsabakada gerçekleşti. İlk maçı 3–0 dominant bir futbolla Barcelona kazanmıştı. Diğer ayakta ise Real Madrid rakibini 11–1 yenerek turnuvanın dışına itmişti. Bu denli bir performans dalgalanması tabii ki normal değildi, olamazdı da. Evet, askerler ilk maçın sonunda Barcelonalı oyuncuların soyunma odasına girmiş, onları tehdit etmişlerdi. Kral Franco, dönen tezgahın aktörü değil bizzat sahibiydi.
Takvim 1945'i gösterdiğinde iç savaş döneminde Kral Franco’nun yanında savaşmış Santiago Bernabeu, Real Madrid’in başkanı olmuştu. Kendisine “Franco’nun futboldaki kuklası” yakıştırmaları yapanların sayısı az değildi. Santiago Bernabeu, sadece Real Madrid için değil dünya futbolundaki başkanlar arasında da başı çekmektedir ve Real Madrid’e çok büyük katkılar sağlamıştır. Sonrasında kendi adıyla anılacağı dev bir stadyum yaptırmakla yetinmemiş, futbol tarihin seyrini değiştirecek üç önemli tranfer yapmıştır: Alfredo di Stefano, Paco Gento, Ferenc Puskas. Bunların arasında hikayesiyle di Stefano öne çıkmaktadır. Başkan Bernabeu, 1952 yılında Real Madrid’in kuruluşunu kutlamak amacıyla Millonarios takımını İspanya’ya davet eder. Maç esnasında River Plate’den kiralanmış Alfredo di Stefano çok beğenilir. Tabi böylesine bir cevheri fark eden sadece Real Madrid olmamıştır. Hemen harekete geçen Barcelona oyuncunun asıl kulübü River Plate ile anlaşmıştır. Ancak Real Madrid oyuncunun kiralık forma giydiği Millonarios kulübüyle anlaşmıştır. Olay FIFA’ya intikal etmiş ve doğal olarak Barcelona haklı bulunmuştur. Durumu kabullenemeyen Madrid yönetimi, Franco’yu bizzat araya sokmuş ve federasyon oyuncunun 2 yıl Real Madrid’de, 2 yıl da Barcelona’da oynaması yönünde kararı değiştirmiştir. Karara inanamayan Barcelona yönetimi transferden çekilmiş ve federasyonu asla affetmeyeceklerini her fırsatta dile getirmişlerdir.
Alfredo di Stefano transferi, son 20 yılda vasat kalmış Real Madrid’i bambaşka bir noktaya taşımış, Avrupa’da yılın futbolcusu seçilmiş ve tamı tamına 18 kupa kazandırmıştır. Bu sayede Real Madrid uluslararası bir güç olarak da tüm dünyaya kendini kabul ettirmiştir.
2000 yılında başkanlık makamına Florentino Perez’in gelmesiyle Real Madrid adeta altın çağının yaşamış, Figo, Zidane, Ronaldo, Beckham gibi olağanüstü oyuncuları bir araya getirerek Los Galacticos’u kurmuştur. İkinci döneminde ise Cristiano Ronaldo, Kaka, Benzema hamlelerini yaparak benzer bir Galacticos girişiminde daha bulunulmuştur. Bu kadar üst düzey oyuncuyu bir anda getirebilmek gerçekten zor iştir. Bir yerlerde “Kralın takımıysa her şey kolay” diyenler hep vardı, var olacaktır da.
Franco koyu bir Real Madrid taraftarıydı. Sağ kolu Bernabeu’yu sevdiği kulübün başına geçirdi ve maddi-manevi yardımlarda da bulundu. Real Madrid kulübü ise onlara sağlanan bu imtiyazı suistimal etmeyip, günümüze kadar uluşan bir kültür ortamı kurdu. Kısaca Franco Real Madrid’i, Real Madrid de Franco’yu kullandı. Kralın takımı mı? -Asla!
Chelsea teknik direktörü Thomas Tuchel’in çok sevdiğim bir sözü var: “Çimi kökünden yukarı çekerek uzatamazsınız. Çim, büyümek için zamana ihtiyaç duyar” Real Madrid’in özellikle yakın zamandaki şampiyonlar ligi serüveni kökün ve geleneğin önemini bir kez daha gösterdi. Ne kral ne de başka bir şey… Real Madrid’i en büyük yapan bağlı kaldığı gelenekleri ve her dönem devam ettirmeyi başardığı spor kültürüdür.