Bir yılbaşı gecesi Türkiye’nin ekmek banmalı tuzaklarına düştüm

Kuru Fasulye Sendromu

runaway turk
Türkçe Yayın
Published in
4 min readJan 24, 2018

--

2017 Türkiye’ye hiç gitmeden geçirdiğim ilk yıldı. Google’a Türkiye’ye en uzak ülke hangisidir yazıp ilk sonuca taşınayım demiş gibi (şimdi hakikaten baktım, en uzak ülke Yeni Zelanda’ymış) Tayvan’da yaşamaya başlayınca, kendi ülkeni ziyaret etmek zor oluyor. O kadar da zor değil aslında ama ne yalan söyleyeyim, yıl boyu Türkiye’yi pek özlemedim. Tüm seyahat şanslarımı Asya’yı eşek gibi dolaşmak için kullandım. Bir sürü güzel yer gördüm ve dediğim gibi, Ankara ayazında üşümediğim için pişman değildim.

(Kalpsiz kadın, peki ya ailen, arkadaşların?? diyebilirsiniz. Onları özledim valla. Ama uzun yıllar önce, ailemle en ideal, kibar ve sınırlara saygılı ilişkimizi aramızda en az 50 kilometre varken sürdürdüğümüzü fark ettim. Özellikle ailemle beş gün yüz yüze görüştükten sonra, o 50 kilometreyi şiddetle aramaya başlıyorum. Görüntülü görüşmelerdeyse şeker gibi geçiniyoruz. Arkadaşlarımla da sosyal medyada ne varsa kullanarak görüşmeye devam aynı şekilde.)

Neyse, işte böyle born to be wild bir yıl geçirdikten sonra (yazar çoğunlukla evde çikolata yiyordu), yılbaşında da son anda bir çılgınlık yapıp Taipei’ye gitme ve üstüne bir de cimrilik yapıp otelde kalacağımıza aynı gece otobüsle kendi şehrimize dönme planı yaptık arkadaşlarımla (şu an zaman yolculuğu yapabilsem gidip 30 aralık özgesine tokatı basarım). Gittik Taipei 101 binasının önüne. Oradaki 394832093529342 Tayvanlının arasına karışıp Çince geri sayım yaparak (8…9…7…5…6…3…2…1 diye saymak, sayamamak) yeni yıla girdik. Havai fişek gösterilerini izledik. Sahiden güzel yapmışlar bu arada. Gösteriden sonra 394832093529342 Tayvanlıyla aynı anda olay yerinden ayrılmak epey zor oldu ama olsun.

Bizim şehre dönmeden önce biraz eğlenelim diyerek gittiğimiz mekanda langırt masası vardı ve 2018 yılının ilk saatlerini langırt oyununda inanılmaz yetenekli olduğumu anlayarak geçirdim. Biliyorum kendimize inanılmaz yetenekli demek çok itici bir olay. Ama emeklemeye başladığımdan beri fiziksel aktivite gerektiren olaylarda rezalet ötesi performans sergilemiş biri olarak, hayatımda ilk defa el göz koordinasyonu gerektiren bir aktivitede süperdim. Yani ya ben süperdim ya da Tayvanlı rakiplerim çok kötüydü. İkincisi daha muhtemel ama kendime süper deyip geçiyorum müsaadenizle:DDDD

Gece bildiğiniz güzel geçiyordu. Birkaç saat sonra, hazır mekanda langırt oynayan herkeste nefret uyandırmışken, yavaş yavaş kendi şehrimiz Kaohsiung’a doğru yola çıkalım dedik. Otobüs garına vardığımızda yürümek zordu, çünkü insanlar yerlerde yatıyordu. Evsiz gibi de değillerdi ama yine de yerdeydiler. Kah telefonlarıyla oynuyor kah uyuyorlardı. “Bu Taipei’ye özgü yeni bir moda mı acaba?” gibi saf düşüncelerle bilet gişesine yöneldik ve orada olayın nedenini anladık. Bir sürü insan bizim gibi bir geceliğine Taipei’ye gelmişti ve tüm biletler bitmişti. En erken bilet sabah 6:50'deydi. Aslında o bileti almayıp otel bakmalıydık ama o bileti aldık. Yere oturup diğer otel cimrilerinin arasına yayıldık. Diğer arkadaşlarım hemen usul usul uyumaya başladı ama benim gibi bir huzursuz asla optimum koşullar sağlanmadıkça uyuyamaz. O nedenle Türkiye’de kanallarda ne varmış diye baktım telefondan. O Ses Türkiye vardı. Çok kötüydü. Seçtikleri şarkılar, muhabbetler tüylerimi ürpertiyordu. Ama 15 dakika kadar izledim, belki kötü kısmına denk gelmişimdir. Neyse, televizyondan bir şey çıkmamıştı ama ben Türklü bir şeyler izlemek istiyordum. İşte o anda aklıma kuru fasulye geldi. Aslında son zamanlarda kuru fasulye-pilav ikilisi sık sık aklıma geliyordu. Açtım Youtube’u, kuru fasulye tarifi videolarını izlemeye başladım. Ve tüm Türkiye özlemim baraj kapaklarını o anda açtı. Kuru fasulyeyi sarmalar, sigara börekleri takip etti. Arkadaşlarım uyandığında şöyle bir manzarayla karşılaştı:

gurbet o’clock

Arkadaşlarımın beni yemek tarifi videolarından uzaklaştırmasıyla ruh halim düzeldi. Hepimizin bir tarafı tutulmuştu ama mutluyduk. Mutluyduk mutlu olmasına da, o kuru fasulye özlemi sinsice içimde kalmıştı.

Yılbaşından bugüne ileri saralım. Neredeyse bir ay oldu, ben hala sulu yemekleri önüme çekip EKMEK BANMAK istiyorum. Yoğurdumu kovayla almak, çubuk kraker yemek istiyorum (burada o da yok). Cici bebeyi sütle bulamaç haline getirip kaşık kaşık yemek istiyorum. Mercimek köftesini marulla sarmalamak istiyorum. En çok da ailemle oturup eski Türk filmleri izlemek istiyorum.

Sıla özlemi, gurbetlik? Artık her neysen, hayatıma Saniye Annenin etli kuru fasulye videosuyla girdiğin için sana da ayrıca teşekkür ediyorum.

Türkiye’yi ve fasulyeyi özleyen herkese sevgilerle:

Blog ailemize sen de katıl! | Podcast| Slack | Facebook | Twitter | Instagram

--

--