Lars von Trier’in Antichrist Filmi Üzerine

Altan Oruç
Türkçe Yayın
Published in
12 min readAug 26, 2018

Lars von Trier’in Antichrist filmi bugüne dek birçok kez birçok farklı paradigma ve eleştirmen tarafından yorumlandı, tartışıldı. Bu tartışmalardan bazıları yönetmeni basitçe zan altında bırakırken bazıları ise birçok yönetmenin hayallerini süsleyen nitelikte oldu.

Sanmıyorum ki hiçbir yönetmen fazlaca para, emek, zaman harcayıp üstüne akıl yorup ürettiği bir filmi saçma bir kurgu ve altyapıya dayanarak çarçur etmeye kalksın. Özellikle yönetmen Lars von Trier ise durum bambaşka bir hal alıyor ve yapıya alışık olmayan izleyiciyi hayrete düşürmekte ve provoke etmekte hiç de zorluk çekmiyor. Filmografisine baktığımız zaman Trier’in bilinç ve bilincin yapıtaşlarına gösterdiği ilgiyi fark etmekte zorlanmayız. Özellikle konu abartılı, anormal ve sıradışı addedilen davranışlara gelince Trier hastalıklı addedilen bir bilinci çağının dışında sembol ve metaforlarla bağdaştırmakta hiç de acemi biri değil ki kendisi bu ayrıcalıklı durumun bakış açısına bizzat sahip birisi olarak düşündüklerini ve filme aktarmak istediği duyguları perdeye çok iyi lanse ediyor ve bunu bir terapi yöntemi olarak kullanmakta asla bir sakınca görmüyor ve ortaya çok katmanlı; katmanların birbirine düzenden bağımsız biçimde girişik olduğu adeta Rorschach testine dönüşen bir film ortaya koyuyor. Film boyunca gerçeklik ve fantezi arasında ayırım yapılamıyor ve yerleşik bir realite algısı yaratmamıza fırsat vermiyor. Bu nedenle filmi estetik ve felsefe üstüne eğitim almadan ya da alarak ciddi anlamda yorumlamaya çalışmak yersiz ancak eğlenceli.

Christ’in ne ifade ettiğini etimolojik olarak açarsak Yunanca’da ‘’yağ ile kaplanmış’’ yahut ‘’kutsal yağ ile temizlenmiş’’ ‘’kutsanmış’’ İbranice’de ‘’temiz’’ ‘’moral değerleri olan’’ anlamlarını çıkarmak mümkün. Antichrist ise bu anlamların karşıtını verecek yani ‘’kutsanmamış’’ ‘’kirli’’ ‘’moral değerleri olmayan’’ ayrıca Trier’in 12 yaşından beri başucu kitabı.

Kadın atipik depresyona sahip (yaşam olaylarından oldukça etkilenirler, özellikle önemsenmeme ve reddedilmeye karşı oldukça duyarlıdırlar, artmış cinsel uğraş) ve şizofreni (varsanılar, sanrılar, affektif düzleşme, değerlendirmede dikkatsizlik, saldırgan-ajite, garip cinsel davranış) ile uyumlu psikoz düşündüren özellikler taşıyor.

Kronolojik olarak yaklaşırsak kadının terk edilme sanrıları var bu nedenle çocuğa ayakkabılarını orman evinde ters giydiriyor fazla uzaklaşamasın diye. Akademik olarak akredite olup olmadığını bilmediğimiz bir tez üzerine çalışıyor. Konu da gynocide. Temel anlamda kadınlara tarih boyunca kötü şeyler yapılmasına sebep olan doğa ve insan doğası teze konu ediliyor. Adam defteri açıp incelediğinde kadının yazısının giderek bozulduğunu ve düzensiz bir hal alıp kadının kendi yazısını okuyamayacak bir duruma geldiğini görüyoruz ki bu bizi psikoz üstüne şüphelendirmeli. Korkuları ve endişeleri artınca yazmayı bıraktığını ifade ediyor kadın. Ayrıca okunabilir olan sayfalara dikkat edince geleneksel olarak kurumsallaşan cadılardan (din adamları) ve modern cadılardan (psikoterapistler) bahsedildiğini görüyoruz.

‘’Nietzsche The Gay Science’da Sokrates’in baldıran zehrini içtiğinde baldıran zehrini yaşamın tedavisi olarak gördüğünü ve Sokrates’in uzun zamandır bu hastalıktan muzdarip olduğunu öne sürer.’’

Kadının cinsel uğraşları öyle fazla ki çocuğu 3 dilenci sembollerini (yas, acı ve umutsuzluk) masanın üzerinden eliyle iterek kendini pencereden aşağı bıraktığında müdahale edemiyor/etmiyor. Çocuğun ölümünden sonra klinikte bir ay geçirdiğini anlıyoruz ve doktor olmayan ancak psikoterapist olan kocası kadının daha fazla ilaçla tedavisini uygun bulmuyor ve tedavisini Freudyen bir şekilde kendi üstlenmeye girişiyor. Kadın ilaçlarını bırakıyor ve stabil olan duygudurumun yavaşça bozulduğuna şahit oluyoruz. Orman evine gitmeden önce kendisine ve adama zarar verdiğine şahit oluyoruz. Adam burada fevri ve kibirli davranarak modern psikiyatrinin yöntemlerini reddediyor.

Psikoterapi ve çıkarımları günümüze dek hararetli bir şekilde tartışılagelmiştir. Popper, Chomsky, Pinker, Gould, Feynman, Grünbaum, Foucault ve Deleuze gibi birçok isim psikoterapiye bir bilim olarak yaklaşmaya eleştirel bakarlar. E. Fuller Torrey psikanalitik yöntemlerin günümüz cadılarının (toplumumuzda hacı, hoca) yöntemlerinden daha fazla bilimsel olmadığını belirtir.

‘’Two people know each other, but already knew each other, and do not yet know each other. Betrayal happens, it never happened, and yet has happened and will happen, sometimes one betraying the other and sometimes the other betraying the first — all at the same time. (Deleuze, 98)’’

Filmde mavi çiçekler ile ilgili güzel bir ayrıntı var, adam kadının klinikteki odasına girdiğinde elinde mavi çiçekleri görüyoruz genelde sembolize ettiği kavramlar ise şeylerin güzelliği, umut, arzu, aşk, sonsuzluk ve ulaşılamaz olan. Kamera 15–20 saniye boyunca bu çiçeklere yaklaşarak odaklanıyor ve çiçeklerin çözünüp çökelmesini bir anlamda çürümesini izliyoruz. Mavi çiçekler ayrıca David Lynch’in de sıklıkla kullandığı bir sembol.

Adam ve kadın yas evresini kabullenmek yerine tedavi etmeye girişince olaylar rayından çıkmaya başlıyor, adam Freudyen retoriği uygulamaya kalkıyor: obsesyonları açığa çıkararak sağaltıma gitmek istiyor ancak kendini obsesyonları pekiştirirken buluyor. Örneğin: kabusları yeniden canlandırarak üstesinden gelmek. Kadın hipnoz sırasında Eden’a yolculuğa çıktığında bir köprünün üstünde duruyor ki burası sembolik olarak bilinç ile bilinçaltı arasında geçiş yeri olarak yorumlanabilir. Kadınların hristiyan mitleri tarafından inşa edilen ve ikiye yarılan bireysel ve toplumsal bilinçaltında yolculuğa çıkan psikoterapistin/din adamının/cadı avcısının hristiyanlığa/katolikliğe/protestanlığa hapsedilen ve çeşitli araç ve yöntemlerle tarih boyunca zarar gören kadınların toplumsal bilinçaltları tarafından maruz kaldığı/kalacağı şiddeti (kenelerin adamın eline yapışması gibi) izlemeye başlıyoruz. Kadının bilinçaltında kibir, mutlaklık ve kesinlik hoş karşılanmıyor.

Kadın yerin yandığını ifade ediyor ancak gerçekte tabanlarının soyulduğunu görüyoruz yani neden-sonuç ilişkisini düzgün bir biçimde kuramıyor. Sembolik olarak ölü doğum yapan bir geyik (totem) ve yuvasından düşen bir kuş yavrusunun doğada diğer canlılara ya da ebeveynlerine (karınca, kartal) yem olmasını izliyoruz. Ayrıca doğanın üretkenliği, süreğen üreme arzusu ve soyun devamına dair diğer bir sembol ise meşe ağaçlarının sürüyle tohum dökmesi ve ancak birkaçının soyunu yüzyıl boyunca devam ettirmesi olarak söz konusu ediliyor. Burada filmin adandığı Tarkovsky’nin The Sacrifice filmine biçimsel ve içerik anlamda gönderme yapılıyor.

‘’Freud öldüğünden bu yana rüyalar eskisi kadar ilgi çekmiyor’’

Kadın adamla konuşmalarında ormandan gelen ölmek üzere olan şeylerin seslerini duyduğunu söylüyor, çocuğunu kontrol ettiğinde ise usluca oyun oynadığını görüyoruz yani sanrıların yanında aynı zamanda varsanıları olduğunu anlıyoruz. Adam durumu rasyonalize edip açıklamaya girişince adama saldırıyor. Doğadan korunmak, belirsizliğin yarattığı huzursuzluk ve travmalar için reçete edilen hristiyanlık birey tarafından şiddetle karşılanıyor. Filmin sonuna doğru kadın doğaüstü güçlerden bahsediyor, doğanın şeytanın kilisesi olması ve rüzgar ile pencere açılınca şeytanın kardeşinin geldiğini belirtiyor. Doğaüstü güçlere bu denli inançla beraber manik bir atağa girip adama zarar vermeye başlıyor. Dini sanrılar, varsanı, paranoya ve artmış mistik uğraşlar ile zihnin çözüldüğünü anlıyoruz ve Freud’e güzel bir gönderme ile ironi yapılıyor.

Nietzsche’nin Antichrist kitabını göz önüne alarak ve en kutsal olanın yok edilmesi düsturundan hareketle tilkiyi kurnazlık ve mantıkla bir tutmak mümkün ayrıca tilkinin (aklın) kendini, bağırsaklarını (Ecce Homo’ya belki bir gönderme) yemesi ile mantık ve neden-sonuç ilişkisini yitirip zihnin kaotik bir duruma girmesini simgeleyerek küçük bir oyun oynuyor Trier. Tilkinin konuşarak kaosu haber vermesi ise yine realiteden bağımsız bir durum olarak adam folie a deux durumuna mı girdi diye düşündürtmedi değil ancak Nietzsche’yi hesaba katınca mitte Dionysus’un tilki şeklinde yeni yaşamı simgeleyerek ortaya çıkması geliyor akla ve üç dilenci muhtemelen totem-hayvanları simgeliyor. Totemler ilkel topluluklarda metafizik ve fizik dünya arasında aracı olarak görev gören kutsal simgelerdir günümüzde ise bu görevi hristiyanlıkta baba, oğul ve kutsal ruh üçlüsü görür ayrıca hristiyan mitolojisindeki İsa’yı doğumunun ardından üç kral/üç bilge ziyaret eder ve ona hediyeler verir; filmdeki 3 hayvan (3 dilenci) muhtemelen bu totemlerin yahut üç kralın karşıtı olarak kaosun ve Antichrist dünyasının/doğanın simgeleyicileri. Film büyücülükle uğraştığı düşünülen, dedikodusu yapılan kişilerin öldürülmesi ve yakılması gibi olaylara sebebiyet vermesi açısından herhangi bir kolektif inancın (dinler, mistik uğraşlar vs.) Toplumsal epidemik histeriye yol açarak ne kadar ileri gidebileceğini açıklamakta hiç fena değil açıkçası. Günümüzde de bu toplumsal epidemik histeriyi sosyal yaşamdan, politikaya ve tarikatlara dek görebiliriz. Şaşırılacak durumları; karşı çıkılması gereken olayları kanıksar ve irademizi yitirip parçası olmaya yüz tutarız tabi eğer irademizi ve bilincimizi çılgınlığın iradesinden ve bilincinden yüksekte tutmazsak.

Nietzsche Apollonian ve Dionysian estetik prensipleri arasındaki gerilimin Yunan trajedisinin gelişimine katkıda bulunduğunu öne sürer; Dionysus kontrolsüz, kaotik ve irrasyonel olanı temsil ederken apollo rasyonel ve düzenli olanı temsil eder. Dionysus, geleneksel topluma ait olmayanların koruyucusu ve kaotik, tehlikeli, beklenmeyen ve mantıkla bağdaştırılamayan ancak tanrıların öngörülemez olarak atfedilen aksiyonlarını sembolize eden bir karakter. Şarabı, müziği ve dansı takipçilerini bilinçli korku ve endişeden özgürleştiren; güçlünün baskıcı kısıtlamalarını yıkan ve özgürleştirici anlamına gelen Eleutherios olarak da anılıyor. Mitolojide Dionysus’un kadın takipçilerine ise Maenad adı veriliyor ve ‘’raving ones’’ yani ‘’çılgınlar’’ olarak anılıyor. Maenad’ler ölüleri beslemek için kan sunumunda bulunuyorlar; Dionysus bu ruh kültünde yaşayanlar ve ölüler arasında aracı rol oynuyor. Ayrıca diğer bir adı ise ‘’ormanın içinde koşan’’ anlamına geliyor.

‘’I discovered something else in my material, than i expected. If human nature is evil. Then that goes as well for the nature of … of women … female nature. The nature of all the sisters. Women do not control their own bodies. Nature does …’’

Burada doğanın kadınla ve toplumun kadına yönelik şiddetinin ilişkilendirilmesini görüyoruz ki insanın en temel günahına sebep olduğu rivayet edilen kadın ile cennetten kovulmaya gönderme yapılıyor ve tabi akabinde adamın bu cümleleri duyunca kadına olan itirazlarına şahit oluyoruz. Bu ilk günah da engizisyon mahkemelerinin ve Malleus Maleficarum’un temel noktalarından biriydi. ‘’Beni anlamak zorunda değilsin. Güvenmen yeterli.’’ adamın burada verdiği cevapla kibrini bir kez daha ön plana çıkarmasını izliyoruz.

Malleus Maleficarum’da (15. Yüzyılda büyücülük üzerine yazılmış büyücüleri, cadıları yargılamada kullanılan manuel el kitabı, ortaçağ engizisyon mahkemelerinin dayanağı) kadınların büyücülüğe ve cadılığa daha yatkın oldukları çünkü cinsiyetlerinin şeytani ayartmalara karşı daha çeşitli zayıflıkları olduğu tartışılır ve bebek öldürme, insan eti yeme ve penis yok etmek ile suçlanırlardı ve yargı sırasında ağlamayan kadınların cadı olduğu kabul edilirdi. Bu duruma filmde ‘’the crying woman is a scheming woman’’ ile ayrıca bir gönderme yapılıyor ve kadınların vücutlarını kullanarak kandırmalarından bahsediliyor.(tabi günümüzde bunların safsata olduğu su götürmez bir gerçek bu yüzden feminist bir bakış açısının lüzumu yok bunu Trier de biliyor biz de) filmografisine baktığımızda Trier’in Breaking the Waves, Dancer in the Dark ve Dogville’de ataerkilliğe ciddi eleştiriler getirdiğini ve kadınların boyun eğdirilmesine patladığını görürüz. Antichrist’te ise izleyicisine entelektüel anlamda meydan okuyarak bu patlamanın çıtasını yükselttiğini görüyoruz.

‘’The sisters from ratisbon could start a hailstorm’’

Ortaçağ Almanya’sında Agnes ve Anne isimli iki kadın Ratisbon (Regensburg) civarında meydana gelen; ekinlere, meyve ve üzümlere zarar veren bir dolu fırtınasından sorumlu tutularak cadılıkla suçlanıyor ve iblis ile ilişkiye girip onun işlerini güçlendirmeleri sebebiyle yargılamaya tabi tutuluyor. Yargılama sonucunda yakılarak öldürülüyorlar. Bu hikaye de Malleus Maleficarum’da cadıların dolu yağdırıp yıldırım çaktırabilecekleri konu ediliyor. Malleus Maleficarum’da bu tip hava olayları önemli bir yer tutuyor ve ayrıca kitapta Antichrist’ten ‘’devil’’ yani iblis olarak söz ediliyor. Kadın ağacın altında mastürbasyon yapmaya başlıyor ve o sırada iblisle özdeşleştirilen adamla sevişirken sadomazoşist duygudurumu ön plana çıkıyor ve hatalarından dolayı ceza, acı çekmesi gerektiğini düşünüyor. Arka planda ağacın köklerinden ortaya çıkan kadın vücutları görüyoruz. Bu yine kültü hatırlatıyor: ahlaksızlığın ve çılgınlığın tanrısı Dionysus’un şölenlerinde olduğu gibi vadedilen bir kadın ve orgy. Sanıyorum ağacın köklerinde hapsolan kişiler kendilerini günaha ve kibire kaptıran kişiler ve ağaç altındaki sevişme sahnesi karakterlerin de çöküşünü öngörüyor.

“I consider life itself instinct for growth, for durability, for accumulation of forces, for power: where the will to power is lacking there is decline. (Antichrist, F. Nietzsche)”

“… This entire fictional world has its roots in hatred of the natural ( — actuality! — ). (Antichrist, F.Nietzsche)”

Adam Nic’in fotoğraflarına bakıyor ve tüm fotoğraflarda ayakkabılarının ters giydirildiğini fark edip kadını bu durumla yüzleştiriyor ve şiddet tırmanmaya başlıyor. Kadın ‘’Beni terk mi edeceksin?’’ diyerek yine sanrısını ortaya çıkarıyor ve manik atağa girerek reddedilme endişesini ve korkusunu gidermek için adamla sevişmeye çalışıyor ve adamın penisine bir ağırlıkla vurarak adama mastürbasyon yapmaya başlıyor ardından sanrısını hafifletmek adına adamın ayağına bir ağırlık çakıyor. İkinci ekseninde borderline olması muhtemel, ölçüsüz sevgi ölçüsüz nefrete dönüşüyor. Adam kaçıyor ve ironik bir biçimde tilkinin yuvasına gizleniyor. Burada üçüncü toteme, bir türlü ölmek bilmeyen ısrarla yaşamaya çalışan umutsuzluğun simgesi olan kargaya rastlıyoruz. Ormanın sisli olduğunu görüyoruz ve kadın adamı yuvaya gömüyor. Filmin 4. Bölümü başlıyor ve gecenin bastırdığını görüyoruz kadın manik ataktan çıkıyor ve adamı gömdüğü yerden çıkarıyor. Hemen ardından bacağındaki taşı çıkarmak için aleti aradığında bulamıyor halbuki aleti evin altına fırlatmıştı buradan da kadının amnestik bozukluk geçirdiğini fark ediyoruz ayrıca adam çocuğun fotoğraflarını gösterdiğinde de kadın hatırlamadığını belirtiyor.

Filmin başında kadının atipik depresyona sahip olduğunu söyleyen psikiyatriste rağmen kibirle durumu reddeden psikoterapist hala durumu reddetmektedir. Kendini gerçekleştiren kehanet düşünceleri (self-fulfilling prophecy) ‘’Üç dilenci gelince birimiz ölecek’’ vuku buluyor bu da bizi yine şizofreniyi düşündürmeye yönlendiren belirtilerden, gerçekte üç dilenci diye bir takım yıldızı yok (Orion’s Belt olarak bilinen three kings olarak da isimlendirilen bir takım yıldızı var bu arada) ancak adam durumun farkına geç varıyor. Bu sırada kadın Nic’in düşüşünü hatırlıyor ve suçluluk duygusuyla kendini sirkümsize ederek cezalandırıyor. Kendisinin ve kocasının genitallerini mutile etmesi ile orjinal günahı tersine çevirerek Eden’da kendilerini tekrar masum kılmaya çabalıyor. Kadın bağırıyor ve dolu yağmaya başlıyor bu sırada totem-hayvanlar içeri giriyor. Bağırma sahnesinde görüntü gotik bir hal alıyor ve adam muhtemelen bilincinde kadını bir cadı olarak simgeliyor. Adam bacağındaki taşı çıkartıyor ve görüntü tekrar gotik bir hal alıyor; günümüz psikoterapisti hastası olarak kabul ettiği karısını öldürmesi için bir sebep yokken öldürüyor ve ardından onu yakarak bir cadı avcısına dönüşüyor.

‘’…], But the wild wild-boars of the forest, by which is meant any form of heathendom and heresy, has eaten and plundered it, has ruined the beautiful fruits of faith and has planted wild thorn berries among the vines and the intriguing worm, the evil enemy of our human race, who is satan and the devil, has breathed his poison and empoisoned the fruit of the vineyard with the heretical plague. (Kramer, Malleus Maleficarum, 156)’’

Epilogda ise adamı Eden’dan topallayarak çıkarken ve böğürtlenleri iştahla yerken gözlüyoruz. Baba, oğul ve kutsal ruh totemleri (ya da three kings/wise men’in karşıtı olan three beggars) adamın yanında bitiveriyor ve yüzleri olmayan kadınlar (Maenad’ler veya tarih boyunca cadı addedilen kadınlar) Eden tepesine doğru yolculuğa çıkıp özgürleşiyorlar. Bu tepeye çıkış bana Dante’nin İlahi Komedya’sındaki Cehennem, Araf ve Cennet’teki mekan tasvirlerini hatırlatıyor doğrusu. Dante’nin Komedya’sında klasik hristiyanlıktaki cennet ve cehennemden farklı olarak Araf da vardır, Araf 7 kattan oluşur ve yedinci katın üstünde, dağın tepesinde ‘’Eden Garden’’ bulunur. Buradaki kutsal orman, cehennemin başlangıcındaki ‘’karanlık ormanın’’ karşıtıdır. Adem ile Havva’nın, yasak meyveyi yemeden önce yaşamış oldukları Eden Garden, araf dağını tırmanarak günahlarından arınan ruhları simgeler.

‘’…Eleştirinin odak noktası güçlü ile güçsüzü suçsuz ve suçlu olarak kodlayan ve güçlüyü daha güçlü, güçsüzü daha güçsüz yapan kültür ve bu kültürün dayandığı hınç bilincidir. Kadınla erkeğin payına düşen eleştiri sahip oldukları bilincin suçsuzluğundan emin olmalarıdır, ne pahasına olursa olsun kibirlenmek için dünyayı yorumlayan bilinçlerinin.(Yasin Yıldırım)’’

‘’There are two types of dreams: in one of them, the dreamer controls the action: he controls what happens and what will happen: he is a demiurge. İn the other, he is incapable of getting control*and becomes the victim of violence, against which he cannot defend himself. İt all results in pain and anxiety. (The Sacrifice, disc 2)’’

‘’Two years ago, I suffered from depression…six months later, just as an exercise, i wrote a script. İt was a kind of therapy, but also a search…to see if i would ever make another film. The script was finished and filmed without much enthusiasm…the work on the script did not follow my usual modus operandi. Scenes were added for no reason. İmages were composed free of logic or dramatic thinking. They often came from dreams i was having at the time, or dreams i’d had earlier in my life. Once again, the subject was “nature” but in a different and more direct way than before…the film does not contain any specific moral code and only has what some might call ‘the bare necessities’ in the way of a plot…in any case, i can offer no excuse for “Antichrist”. Other than my absolute belief in the film…(Lars von Trier, cannes)’’

Daha fazla okuma için:

Introductory textbook of psychiatry 6th ed. Edition | professor of psychiatry donald w black, andrew h woods chair of psychiatry nancy c andreasen m.d. Ph.d.

Antichrist, Ecce Homo, İyinin ve Kötünün Ötesinde, The Gay Science, Tragedyanın Doğuşu | Friedrich Nietzsche

Divine Comedy | Dante Alighieri

Antichrist — chaos reigns: the event of violence and the haptic image in Lars von Trier’s film | bodil marie stavning thomsen

Antichrist ne anlatıyor? — ı | Yasin Yıldırım

Antichrist ne anlatıyor? — ıı, Nietzsche’nin Antichrist’i | Yasin Yıldırım

Antichrist ne anlatıyor? — ııı, Trier’in Zerdüşt’ü | Yasin Yıldırım

Lars von Trier, “antichrist press kit” (2009 cannes film festival), cannes festival

Https://en.wikipedia.org/wiki/dionysus

Https://en.wikipedia.org/wiki/psychoanalysis

Https://en.wikipedia.org/wiki/malleus_maleficarum

Http://www.rogerebert.com/reviews/antichrist-2009

Http://www.rogerebert.com/far-flung-correspondents/lars-von-trier-and-the-antichrist

Http://www.filmquarterly.org/2009/12/antichrist-a-discussion/

Http://www.sacred-texts.com/pag/mm/mm02a15a.htm

Facebook | Twitter | Instagram | Slack | Kodcular |

--

--

Altan Oruç
Türkçe Yayın

Doctor of Medicine, Art-House Films, History of Things, Trilingual [Follow the white rabbit!]