Lauren Oyler Fake Accounts Hakkında — Sosyal Medya, Randevulaşma Uygulamaları, Komplo Teorileri

Elif Bengüsu A.
Türkçe Yayın
Published in
8 min readMay 8, 2022

Edebiyat eleştirmeni Lauren Oyler’in ilk romanı Fake Accounts, anlatıcının erkek arkadaşından ayrılmayı düşünürken onun komplo teorileri yayımlayan çok takipçili bir instagram hesabı yönettiğini fark etmesiyle başlıyor. Trump başkanlığa seçildikten hemen sonraki dönemi anlatma şekliyle son zamanlarda okuduğum en güçlü girişlerden birine sahip. Zira romana girizgahı isimsiz anlatıcı; dünyanın büyük çevresel bir felakatle değilse bile onun nükleer savaşla, Amerikan ikili parti sistemiyle, patriyarkayla, beyaz üstünlükçülüğüyle, soylulaştırmayla, küreselleşmeyle, veri ihlalleriyle ve sosyal medyayla kombinasyonuyla sona ereceğine dair bir fikir birliğinin olmasından bahsederek yapıyor.

Fake Accounts’ı benim için güzel kılan pek çok unsur var. Yazı boyunca bunlardan bahsederek Oyler’ın yapmaya çalıştığı ve benim anladığım kadarıyla bir akış oluşturmaya çalışacağım. Romanı benim için güzel kılan detaylardan ilki, dönem kitapları okurken çağrışım yapan ama bugünün insanı olarak asla tam anlamıyla anlayamadığım gündelik faaliyetler ile ilgili benzetmelerin ya da mecazların çağdaş kullanımlarına rastlamak oldu. Değirmenden su çekerken, hasta akrabasını ziyaret etmek için at üstünde dört gün yolculuk ederken, gizli bir mektubu ulaştırması için doğru kişilerle iletişime geçmeye çalışırken roman karakterlerinin tam o an neler hissettiğini anlamam mümkün değil ama Fake Accounts’daki gibi bilgisayarı kapatıp tekrar açtıktan sonra twitter ana sayfasında bir odaya girip oraya neden girdiğini unutmuş gibi dolaşmayla ya da adını bile bilmediğin biriyle online olarak tartışırken yüzündeki yanma ve omuzlarındaki kasılma ile bağ kurmamak mümkün olmuyor. Fake Accounts’ı sevme sebebim Oyler’in öne sürdüğü gibi milenyallerin özgünlüğe (authenticity) verdiği önemden de kaynaklanmıyor, daha ziyade bu durumun yaşadığı dönemin insanı olmaya verdiğim önemle alakalı olduğunu düşünüyorum. Belirsiz bir zamanın ya da spesifik bir dönemin çoğu zaman içi boş göstergelerinden hareketle yaratılan nostalji hissini tanıdık buluyorum. Dönem müziği, kıyafetleri ya da sinematik hale getirilmiş insan ilişkilerine dayanarak ortaya çıkan bu “yanlış zamanda doğmuşum hissi” gerçekle kurduğumuz ilişkinin baltalanması yüzünden son derece anlaşılır. Okurken yazarın dönemin baskın duygulanımlarını tıpkı modern romanda yazarların doğayla yaptığı gibi bu sefer bir eşyaya yönelterek anlatma şeklini takip etmeyi seviyorum. Oyler bunu anlatıcı Berlin’e taşındığında 2004 yılında şehir düzenlemesiyle şehrin her yerine -güya Berlin’in nostalji hissetmeye ihtiyaç varmış gibi- (vurgu Oyler’a ait) kurulan fotoğraf kabinlerinden bahsederek gerçekleştiriyor. Bu kabinlerde çekilen yüksek kontrastlı, gölgeli, kusurların blurlandığı fotoğraflarda insanların neşe içinde ve orada raslantı eseri gibi bulunmuş gibi göründüklerinden söz ederken nostalji hissine ve çevrimiçi dünyaya dair düşünmesi zevkli bir analoji kuruyor. Fotoğraf kabini fotoğrafları üzerine düşünürken insanların kendi gerçekliklerini kurma yollarını takip etmenin etkileyici olduğunu düşündüm.

Söz konusu insanların kendi gerçekliklerini kurması olduğunda bunun en iyi örneklerinden biri olan Buffalo ’66 filminde Billy (Vincent Gallo) ve Layla (Christina Ricci) ünlü fotoğraf kabini sahnesinde | Kaynak: Pinterest

Kitapla bağ kurmama neden olan bir diğer etken ise anlatıcının dating appler hakkında yazdıkları ve açtığı OkCupid profili ile buluşmalarına uydurduğu farklı personalar ile gitmesini eğlenceli bulmam oldu. Anlatıcının “relationship anarchy” felsefesini benimseyen biriyle buluşmasının bu felsefenin -yani hiçbir şeyi kabul etmeme konusunda hemfikir olmak için sözlü ve bağlayıcı olmayan bir sözleşmesiz sözleşmenin- ona uygun olmadığını söylemesi üzerine açık fikirli olmamakla suçlanmasıyla bitmesi, eski sevgilisi Felix’in herkesin cinselliğinin akışkan olduğunu hem tek eşli ilişkisine bir tehdit hem de ilginç bulduğu insanlarla beraber olmak için bir fırsat olarak kabul etmesi gibi konular üzerinden Oyler’ın insan ilişkileri ve gender tartışmaları konusunda olağanüstü bir iş çıkardığı kaanatindeyim. Kitabın açtığı tartışma hattı, dating applerde ya da sosyal medyada bireyler hakkında edindiğimiz bilgilerin yalnızca yorumlamalara (interpretation) dayanıyor olması ve bunun kurduğumuz yakınlıkları (intimacy) etkileme biçimi hakkında düşündürtmesi açısından oldukça önemli. Teknolojiyi onunla bir şeyler yapılan bir araç olarak kabul etmektense başa gelen bir şey olarak düşünmek daha kolay ama roman boyunca komplo teorileri, yaşadığı zamana ait olamamak, sosyal medya, Trump’ın başkanlık dönemi, dating app personaları üzerinden ağırlığını koruyan kapana kısılmışlık hissi üç boyutlu hale gelerek “gerçek” ve “sanal” üzerinde dönüp durdukça okuyucuyu başka türlü düşünmeye sevk ediyor. Bunu yaparken de kitabın kendine has yapısında araya faustvari bir şekilde giren “ex-boyfriends” korosu, Felix ile anlatıcının birbirlerini daha yakından tanımaya karar verdikleri barın isminin Matrix olması gibi detaylara ek olarak Dickens’a, Budala üzerinden hem Dostoyevski’ye hem Elif Batuman’a atıflarla dallı budaklı uslübunu koruyor. Romanın geldiği noktada dünyayla bağlantı kurmak için iki seçenek var gibi görünüyordu diye yazıyor Oyler: desperate close reading ya da planned obsolescence. Mohamed Osman ’ın Swiping Left: What Marxism Tells us (or not)About Online Dating? (1) yazısında sorduğu gibibugünün bir parçası olma konusundaki başarısızlığımızla başa çıkmak için bir savunma mekanizmasından başka bir şey olmayan ‘eski güzel günler’ tarzı bir tutucu projeye dönüştürmeden kapitalizmin hayatımıza etkisi hakkında nasıl makul bir tartışma zemini yaratabiliriz?” Hakikatle, insanlarla ve şeylerle ilişkimizde tamamen vazgeçme ya da aşırı yorumlama (overinterpretation) dışında ne gibi alternatifler var? Üstelik bu alternatiflerin düşünüldüğü evrende yapılan her şeyin konuşmalar, uğultular, söylenmeler, beğenmeler, tartışmalar arasında anlamsızca kaybolacağı ya da bir etki yaratmak için çok büyük bir potansiyel taşıyor gibi göründüğü göz önüne alındığında.

OkCupid Logo

Anlatıcı, erkek arkadaşının binlerce etkileşim alan komplo teorisi instagram sayfasını bulduğunda bir yandan bunun dünyanın nasıl olduğuna dair adil bir cevap olduğunu da düşünüyor. Çocukluğu boyunca büyüdüğünde hayatının hatırı sayılır miktarda bir kısmını güçbela dayanacağı bir şeyle uğraşarak geçireceği konusunda uyarılmış olsa da bunu yaparken karşılığında iyi bir gelir elde edeceğine dair beklentisi büyüdüğünde suya düşmüştür. Amerika’da bir medya emekçisi olarak çalışırken Berlin’e bir expat olarak taşındığında zihni bu meselelerle doludur. Ayrıcalıklarının farkındadır ama sahip olduğu bu ayrıcalıklar yapmak istediklerini gerçekleştirmek için yeterli gelmemektedir, gerçi ne yapmak istediğinden de tam emin değildir. Kapana kısılmış hisseder tıpkı aynı kapana kısılmışlıkla sevgilisinin yaydığı komplo teorilerine inanan binlerce takipçisi gibi. Bu bağlamda Fake Accounts’ı sevme sebeplerimden bir diğerine, Oyler’ın gerçekle kurulan ilişkinin baltalanmasını çok katmanlı bir şekilde anlatabilmesine geçiyorum. Bertell Ollman, Diyalektiğin Dansı: Marx’ın Yönteminde Adımlar kitabında kapitalizmde özler ve görünümler arasındaki ilişkinin kesintiye uğradığından bahseder. Textum Dergisindeki bir makalede (alıntıları aldığımda site açılıyordu, yazar adını/linki kopyalamak istediğimde siteyi açamadım, internet sitesi geri döndüğünde linki buraya bırakırım, unutmuşsam da google’dan “COVID-19, komplo ve epistomolojisinin Kapitalist Çıkmazı” yazısına ulaşabilirsiniz) bahsi geçtiği üzere “çağdaş kapitalizm ile birlikte dünyada var olan herhangi bir sürece dair bilgi edinebileceğimiz vasıtaların işleyişi, bir hakikate ulaşma süreci olmaktan çıkmış ve tüketimin gerçekleştiği bir seçim vasıtası haline gelmiştir.” Komplo teorilerine inananlar ya da bu teorileri yayanlar zırcahil, eğitimsiz ya da hasta ruhlu değildir, mesele bu insanlara hakikati göstermek de değildir. Doğrular ile ilgili kesin kanıtların açığa çıkmış olmasına rağmen komplo teorilerine inananların zihninde bir komplonun yerini bir başkasının alması uzun sürmez. Nitekim komplo teorileri “bilginin hakikiliğini önceleyen süreçlere güvenmekten değil, bilginin ilginç ve çekici olmasına dayanmaktadır.”

Washington DC Kadınlar Yürüyüşü, 2017

Gözler kapalı bir şekilde sırt üstü matın üzerinde uzanırken zihnin tüm düşüncelerden arındırılması gerektiği yoga antrenmanında eğitmen gelecek haftaki dersin Washington’daki kadınlar yürüyüşüne katılacağı için iptal edildiğini söylüyor. Sınıftaki diğer kadınlar teker teker kendilerinin de orada olacağını belirtirken anlatıcı bir anda “kendini iyi hissetmiyor. Kendisinin de orada olması gerektiği hissine kapılıyor. Felix’e gelecek hafta Washington’a gideceği mesajını atarken kapıldığı adrenalin duygusundan ve yaşadığı küçük heyecandan bahsediyor. Yaptığı yolculuktan sonra yürüyüş meydanına geldiğinde yoğun kalabalıkta ve gürültüde bir yandan arkadaşıyla mesajlaşarak zorlanarak ilerlemeye çalıştığında “kaba ve agresif olmalısın” diye düşünüyor, gençler ve arkadaşları, anneler ve onların anneleri, anneler ve çocuklar arasındaki kalabalığı yararken. Constance Grady’nin Vox’taki eleştirisinde Oyler’ın anlatıcı üzerinden kadınlar yürüyüşünde ve sonrasında yaşadığı duygu karmaşasından hareketle “son zamanlardaki yarı-feminist bir sosyal medya trendinin -duygularını yüksek sesle ifade etme eğiliminin- aksine, şu anki duygusal kargaşasının neon pembe sembollere hiç benzemediğine” çektiği vurguyu açığa çıkarıyor. Oyler mesleğini blog yazarak sürdüren anlatıcı üzerinden kadınlar yürüyüşü hakkında muhafazakar bir dergi editörünün eylemcilerin kullandığı yöntemleri alaycı bir uslüpla eleştirerek: “Şu konuşmacı listesine bakın, Angela Davis orada ne yapıyor?”diye yazmasına dikkat çekerken eylemcilerin protestonun doğası gereği hantal, kendiliğinden ve tutkuyla gelişen bir şey olduğununa dair yaşadığı tartışmalardan bahsetme fırsatını yakalıyor. Bu fırsat, Fake Accounts’ı sevme sebeplerimden sonuncusu olan kadınlar yürüyüşünün örgütlenme sürecinde duygulara yapılan tüm bu vurgu ile alakalı çünkü hem Oyler’ın yapmak istediği hem benim bu yazı kapsamında anlatmaya çalıştıklarım konusunda bir karşılığı var. Nick Srnicek ve Alex Williams “Geleceği İnşa Etmek: Postkapitalizm ve Çalışmanın Olmadığı Bir Dünya isimli kitabında “folk siyaseti” kavramını öne sürerek yeni toplumsal hareketlerin sembolik ve törensel doğasında bir şeyler yapmış olmanın coşkusuyla bir araya gelindiğinin altını çiziyor. Ancak bu bir araya geliş uzun sürmüyor, hatta folk siyasetinin dayandığı eylem biçimlerinde gerçekleşmesi beklenen anlatıda yaşanan ilk kırılmayla birlikte ortaya derin bir belirsizlik ortaya çıkıyor. Siyaset bireysel güçlenme duygusu üzerine kurulurken kazanımlar söz konusu olduğunda ne denli eksik olduğumuz gerçeği maskeleniyor. Yapısal olan yerine gündelik olan tercih edildiğinde bu durum kişisel deneyimlere sistematik düşünceden daha çok değer verilmesi ile sonuçlanıyor. Srnicek ve Wiliams “hissetmek, düşünmekten daha önemlidir; bireysel acılar ya da politik eylemler esnasında yaşanan coşku ve öfke hisleri öne çıkarılır.” diye yazıyor. Folk siyasetinde bir yöntem olarak kullanılması gereken yani duygulanımsal bağların örgütlenme süreçleri siyasetin ana hedefi haline geliyor. Bunun Fake Accounts açısından sonucu ise çevrimiçi kimliklerin sürdürülmesinin saf bir benlik sunumuna doğru meyletmesinde olduğu gibi kadınlar yürüyüşünde de bağlantı kurma, umudu teşvik etme ve insanlara sahip oldukları gücü hatırlatma gibi önemli ama bu gücün kullanımını talep etmeyen geçici duyguların ötesine geçemiyor. Öyle ki bir noktada anlatıcı yürüyüşten ve kalabalıktan bunalıyor, dikkati dağılıyor, saatine baktığında öğleden sonra arkadaşıyla yaptığı plan için daha çok vakit olduğunu görüyor, Ulusal Portre Galerisine giriyor (tuvaleti kullanmak için)

Fake Accounts’ı sevme sebeplerimin tümü göz önüne alındığında hepsinin bireyselmiş gibi görünen problemlerin ne kadar kapsayıcı olduğunu aktarmada Oyler’ın başarısının izini sürmekten geçtiğini fark ediyorum. Fake Accounts okuyucularını hakikatle ve birbirimizle kurduğumuz ilişkiler hakkında da düşünmeye sevk ederken gelecekte edebiyatın alabileceği biçimler konusunda heyecanlandırıcı bir roman. Türkçe’ye çevrilmesini sabırsızlıkla bekliyorum. Collider’ın haberine göre romanın Julia Garner (Ozark) ve Ben Sinclair (High Maintenance) gibi isimlerin geçtiği bir dizi uyarlaması da planlanıyor. Son olarak anlatıcının Manhattan’daki işini bırakıp Berlin’e taşınması nedeniyle aklıma provokatif sözleriyle ve alışılageldik Cohen tarzının dışında olmasıyla çok sevdiğim First We Take Manhattan (then we take Berlin) geldi. Bana bu bağlantıyı kurma şansı verdiği için Oyler’a minnettarım. (“I’m guided by the beauty of our weapons.”) Bu nedenle medium’da kimi yazarların müzik eleştirmeni değilseniz müzik linki paylaşmayın gibi uyarılarını bu seferlik göz ardı edip Face Accounts yorumumu telif konusunda sıkıntı yaşamadığımı varsaydığım bir podcastmiş gibi düşünerek en az kendi kadar ilginç bir klibe sahip şarkının linkini bırakıyorum

KAYNAKÇA

Grady C. (2021) “In Fake Accounts, we lie and lie and lie all over the internet” Vox, Erişim Adresi: https://www.vox.com/culture/22840115/fake-accounts-review-lauren-oyler

Ollman B. (2019) Diyalektiğin Dansı: Marx’ın Yönteminde Adımlar, İstanbul: Yordam Kitap

Osman M. “Swiping Left: What Marxism Tells us (or not)About Online Dating? (1)” Erişim Adresi: https://medium.com/@mohamedosman_3132/swiping-left-what-marxism-tells-us-or-not-about-online-dating-1-b931fedd492e

Srnicek N., Williams A., (2018) Geleceği İnşa Etmek: Postkapitalizm ve Çalışmanın Olmadığı Bir Dünya, İzmir: Delidolu

--

--

Elif Bengüsu A.
Türkçe Yayın

mesaiden kalan boşluklarda, ekseriyetle kitaplar hakkında.