Mübarek Ter

Peren Ercan
Türkçe Yayın
Published in
4 min readFeb 10, 2017

Çok konuşan insanların ilginç bir özelliği var. Eğer gerçekten dedikleri kadar çok konuşuyorlarsa, karşılarındaki daha az konuşan insanı o ortamda kendilerine benzetebiliyorlar. (Gerçi bana göre çok konuşmak da başlı başına ilginç bir özellik ama neyse.) Tabii ki bu tür insanları ikiye ayırmak lazım: Karşıdakini -iyi niyetle- konuşturmak için çok konuşanlar ve sadece anlatmak istediklerini anlatmak için çok konuşanlar. Ben ilk grubun gerçekten faydalı olduğunu düşünüyorum. Böyle arkadaşlarınız varsa şanslısınız. İkinci grup biraz tehlikeli. Zaten konuşmak istemeyen ya da konuşmaya fırsat bulamayan insanların daha da sessizleşmesine sebep oluyorlar.

Bu noktada olayı farklı bir şekilde ele almak istiyorum. Çok konuşanları aktif, az konuşanları da pasif olarak düşünelim. (Bu kadar basmakalıp şekilde örnek verdiğim için kusura bakmayın.) Pasif kalanlar muhtemelen siz bir şey yapmadığınız sürece bir eylemde bulunmayacağı için burada görev aktif olanlara düşüyor. Aktifler, pasifleri geçici süreliğine kendileri gibi aktif hale getirebilir. Bunu liderlik özelliği olarak da görebiliriz. Onların böyle bir özelliği varken çoğunun yaptığı şey, durmadan konuşarak pasif olanları etkisiz hale getirmek oluyor. Ben buna “baskın karakterlilik laneti” diyorum. Bu örneği vermemin amacı laneti açıklamaktı. Yoksa pasif yapıda olmanın utanılacak ya da düzeltilmesi gereken bir şey olduğunu düşünmüyorum. Arkadaşınız yanınızda konuşmuyorsa sorun sizde ya da konuştuğunuz konuda olabilir. Belki de arkadaşınız sadece konuşmak istemiyordur. Çok da zorlamanın anlamı yok bence.

İnsanlara bunu anlatmak çok zor. Etrafımızdakilerin sahip olduğu yapıların özelliklerinden yararlanmak yerine onları kendimiz gibi yapmaya çalışıyoruz. Bunu bir rol yapma oyunu gibi düşünün. Takımınızı “sadece hasar verme” amacıyla savaşçılarla doldurursanız biraz karambole oynamış olursunuz. Karşı tarafı yenmek sadece onlara hasar boşaltmak anlamına gelmiyor. Size can basacak, karşı tarafı susturacak, uyutacak ya da felç edecek destek karakterlerine de ihtiyacınız var. Saldırmak her zaman cesaretle mi ilişkilendirilmeli bilmiyorum ama bu seferlik öyle olduğunu düşünelim: Her savaşı saldırarak/cesur olarak kazanamıyoruz. Korkunun da gerekli olduğunu düşünüyorum. Korkuyu hor gören, aşağılayan insanlar gördüm. Neyden korkacağınızı bilirseniz neye saldıracağınızı da bilirsiniz. Tabii bir şeylerden korkanları aşağılayan insanlarda şöyle bir çelişki görüyorum: Onlar korkunun kendisinden korkuyor.

Bu aralar internette sık karşılaştığım bir anekdot var. Zamanında Çin’de bir adamın kalesini almak için gelmişler. Koskoca ordu, adamın kalesinin önünde saldırmak için bekliyormuş. Adam, savaşarak kazanamayacaklarını anlamış ve şöyle bir yol izlemiş: Tek başına ordunun karşısına çıkıp yere oturmuş ve flüt çalmaya başlamış. Düşman general, bunun bir tuzak olduğunu düşünmüş ve geri çekilmiş. Böylelikle adam kalesini kurtarmış. Şimdi, burada korkan kişi kim sizce? Yenileceğini bilip savaşmaktan kaçan adam mı yoksa flüt çalma eyleminin tuzak olduğunu düşünen general mi? Bence ikisi de hem cesur davranmış hem de korkmuş. Gördüğünüz gibi, cesaret ve korku bir arada da var olabiliyormuş. Yani çekinecek, utanacak ya da sıkılacak bir şey yok.

Peki çok konuşmak cesaret göstergesi midir? Kişiden kişiye ve durumdan duruma değişir herhalde. Ne olursa olsun, ben genel olarak çok konuşan insanları seviyorum. Sizin sessiz durup durmadığınıza pek bakmıyorlar, böylelikle sizi yargılamamış oluyorlar. Daha çok konuşan taraf siz olun diye sırf sizi konuşturmak için boş konular açmıyorlar. (Ki bunu gerçekten saygısızlık olarak görüyorum.) Bu sebeple, ben kendimi çok konuşanların yanında daha rahat ve güvende hissediyorum. Fakat çok konuşmanın başa bela olduğu zamanlar da oluyor. Benim gibi biriyle konuştuğunuzda söyleyeceğiniz birçok şey hoş karşılanabilir ama karşınızdaki çok daha farklı biriyse sonuç felaket olabilir. Bu yazıda bu konu hakkında bir olay paylaşmak istiyorum:

Nef’î’yi duymuşsunuzdur. Kendisi IV. Murad -ve öncesinde Genç Osman- zamanında yaşamış ünlü bir şairdir. Özellikle hicivde çok iyidir. Yazdığı hicivlerle döneminin birçok devlet adamının tepkisini çeker. Sultan Murad, kendisini uzunca bir süre korur ve bir süre sonra, Nef’î’den bir daha hiciv yazmamasını ister. Şair, bu konuda sultana söz verir ancak kalemini ve dilini tutamayıp hiciv yazmaya devam eder. Bir vezir hakkında yazdığı hicivse onu idama götürür. Saray odunluğunda boğularak öldürülür ve cesedi denize atılır. Ancak, ünlü şairin ölümü hakkında şöyle bir söylenti vardır: Anlatılanlara göre, Nef”î idam için odunluğa götürülür fakat çok iyi bir şair olduğu için onu kaybetmek istemezler, idamdan vazgeçilir. Durumu padişaha bildirmek için bir belge yazılır. Belgeyi yazan kişi bir zencidir. O sırada kağıda mürekkep damlar ve Nef’î ağzını tutamayıp şakayla karışık bir şekilde şöyle söyler: “Mübarek teriniz damladı, efendim.” Bu sözüyle birlikte ünlü şair, yaşaması için kazandığı umudu kaybeder ve orada idam edilir.

Originally published at ketlog.wordpress.com on February 10, 2017.

Facebook | Twitter | Instagram | Slack | Kodcular | Editör | Sponsor

--

--