Mükemmel Bir Gün Neye Benzer?

Ezgi Küşüm
Türkçe Yayın
Published in
5 min readMay 13, 2024

“Perfect Days — Mükemmel Günler” filminin ardından aklıma düşen bir soru. Filmde Tokyo’da tuvalet temizleyerek hayatını kazanan Hirayama’nın 11 mükemmel gününe tanıklık ediyoruz.

Şehir görüntüsüyle açılıyor film, şafak vakti. Son derece sade bir fontla ekranın ortasında beliriyor: PERFECT DAYS

Perfect Days — Tanıtım filminden

Hirayama’nın mükemmel bir iş günü

Sokaktan gelen çalı süpürge sesiyle gün ışımadan gözünü açar. Yer yatağını toplar. Baş ucunda duran kitapta en son kaldığı sayfaya hızlıca göz gezdirip kitabı kaldırır. Dişlerini fırçalar. Makasla bıyıklarını düzeltir. Sakal traşı olur. Saksıda yetiştirdiği bitkilerin yapraklarına su sıkar. Hava hala karanlık, abajurun ışığında iş tulumunu giyinir. Kapının önündeki rafta duran eşyaları sırayla cebine koyar. Aynı raftaki tabaktan bozuk para alır. Bozukluklarla evinin önündeki makineden kahve ve sandviç alır. Arabasına binip kahvesinden bir yudum alır, kaset seçer, arabayı çalıştırır.

Tuvalete varır, onlarca anahtarın asılı olduğu bir anahtarlığı karabina ile tulumuna asar, arabasından temizlik teçhizatını çıkarır ve temizliğe girişir. Hirayama’nın nasıl bir titizlikle temizlik yaptığına şahit oluruz, el aynasıyla klozetin, lavabonun altına bakarak eğer bir nokta kadar dahi leke kalmışsa onları temizler.

Temizlik yaparken biri gelirse eşyaları toplayıp kapının önüne çıkar. Tuvaleti kullanan kişinin işi bitene kadar gökyüzüne, ağaçlara bakar ve ağaçların tuvalet duvarına yansıyan gölgelerini seyreder. Öğlen olunca tuvaletini temizlediği parkta bir banka oturup sandviçini yer. Parkın ortasındaki ağaca bakar ve analog fotoğraf makinasıyla ağacın fotoğraflarını çeker.

Eve dönünce duvardaki askıya boynundaki beyaz havluyu, yanına da tulumunu çıkarıp asar. Çekmeceden bir gömlek çıkarıp giyer. Bisikletiyle yola çıkar. Hamama gider, yıkandıktan sonra jakuziye girer, giyindikten sonra dinlenme odasında televizyon izler, yelpazelenir. Müdavimi olduğu bir yemekçiye gider, yemeğini yer.

Eve döner, yatağını açar, başucundaki abajuru yakıp yatağında kitap okumaya başlar. Uykusu gelince ışığı söndürüp uyur. Rüyasında o günden kesitler görür.

Filme eşlik eden kule: Skytree

Adının Skytree olduğunu Hirayama’nın yeğeninden öğreniyoruz, Wikipedia’ya bakalım:

Tokyo Skytree (Japonca: 東京スカイツリー, romanize: Tokyo Sukai Tsurī; “Tokyo Gökağacı”), Japonya’nın başkenti Tokyo’da bulunan bir telekomünikasyon ve gözlem kulesidir. Kule, Sumida semtinde yer almakta olup 2012 yılında tamamlanmıştır. 634 metre yüksekliğinde olup Japonya’nın ve dünyanın en yüksek kulesi ve Burç Halife’den sonra dünyanın en yüksek ikinci kendi başına duran yapısıdır.

Hirayama’nın ağaçlara ilgisi malum:

  • William Faulkner’ın “Çılgın Palmiyeler” adlı kitabını okurken görüyoruz onu, ilerleyen günlerde kitapçıdan Aya Koda’nın “Ağaçlar” isimli deneme kitabını alıyor
  • Ağaçları ve gölgeleri izliyor, onların fotoğraflarını çekiyor ve bu fotoğrafları bastırıp yıl ve aya göre etiketlenmiş kutularda saklıyor.
  • Evinde sadece bitkilere ayırdığı bir oda var. Bir öğlen, parktaki ağaçlardan birinin dibinden bir filiz alıp eve getirince, bu odadaki bitkilerin tamamının muhtemelen parklardan aldığı ağaç filizleri olduğunu anlıyoruz.

Adı Skytree (Gök ağacı) olan bir kulenin filmde bu kadar yer kaplaması bana bu sebeple anlamlı geldi. Adını ilk kez Hirayama’nın yeğeninden duymamız da. Çünkü, Niko’yla aralarında şuna benzer bir diyalog geçiyor:

NIKO: Annemle hiç ortak yanınız yok. Ayrı dünyalarda yaşadığımızı söyledi annem.

HIRAYAMA: Doğru olabilir. Dünyada bir sürü dünya var, bazıları alakalı bazıları alakasız, benim dünyam annenin dünyasından farklı.

Kardeşi şoförlü lüks arabasıyla Niko’yu almaya geldiğinde, ekranın solundan sahneye bisikletle giriş yapan Hirayama’yla Niko’yu ve Hirayama’nın bitkilerinin durduğu odanın penceresinden sızan mor ışığı, sağında ise yine mor ışıklara bürünmüş Skytree’yi ve arabasında bekleyen kız kardeşi görüyoruz. Sanki Skytree Hirayama’nın önceki dünyasına, kardeşinin ve babasının yaşadığı dünyaya ait gibi.

Photo by Sebastian Hages on Unsplash

Rutini bozan olaylar

Rutinlerine bağlı bir adam olduğunu tanık olduğumuz on bir günde çok iyi anlıyoruz. İlk gün bütün rutinleri görürken, sonraki günler bize bu rutinlerin hepsini göstermiyor yönetmen, öyle ki, son sabah Hirayama uyandıktan sonra direkt evden çıkışına atlıyoruz. Ama bu rutinleri (yatağını toplama, bıyık düzeltme, ...) aksatmadan tekrarlamış olduğuna eminiz.

Ancak, Hirayama’nın rutinlerinden ibaret, dışarıya kapalı, takıntılı biri olmadığına, hayatın getirdiği beklenmedik olaylara, değişime, çizdiği “yalnız adam” imajından beklenmeyecek şekilde çevresindeki insanlara önem verdiğine ve etkileşime açık biri olduğuna da şahit oluyoruz.

Takashi’nin kız arkadaşı Aya geldiğinde, onların kendi arabasını kullanmasına izin vermesi, tuvalette içine bir “O” yerleştirilmiş bir tic-tac-toe kağıdı bulduğu zaman kendisi de “X” yerleştirerek oyunu devam ettirmesi, restoranına devamlı gittiği ve aralarında özel bir ilişki olduğunu sezdiğimiz kadını bir adama sarılırken gördüğünde dertlenip, 3 bira alıp köprü altına içmeye gitmesi aklıma gelen ilk örnekler.

Perfect Days — Tanıtım filminden

Rüyalar

Her gece Hirayama ışığı kapadıktan sonra, Hirayama’nın rüyası olarak yorumlanabilecek siyah beyaz sahneler görüyoruz. Zira bu sahnelerin ardından sokaktan çalı süpürge sesi duyuluyor ve Hirayama gözlerini açıyor.

Hirayama rüyalarında sadece o güne ait kesitler görüyor, ağaçlar, yaprakların duvara yansıyan gölgeler, şeritler, belli belirsiz geçen insanlar, arabalar gibi.. Ve, sadece o güne ait özel bir şey varsa, belki bir de o. Mesela, tuvalette ağlayan bir çocuk bulmuştu ilk gün, onu elinden tutup çıkarmıştı, o günkü rüyasında elini tutan bir çocuk eli görüyoruz. Aya’yla tanıştığı gün rüyasında Aya’nın yüzünü, tic-tac-toe kağıdını bulduğunda ise bu kağıt parçasını görüyoruz gölgelere, şeritlere, trafikteki araç görüntülerine ek olarak.

Perfect Days — Tanıtım filminden

Rüyaları da hayatı gibi sade ve sadece o günle ilgili. Aklıma yine yeğeni Niko’yla bir diyaloğu geldi. Niko’yla bisikletle eve dönerken köprünün üzerinde durup suya bakıyorlar:

NIKO: Okyanusa akıyor mu bu?

HIRAYAMA: Evet.

NIKO: Gitmek ister misin?

HIRAYAMA: Bir dahaki sefere.

NIKO: Bir dahaki sefer ne zaman?

HIRAYAMA: Bir dahaki sefer işte.

NIKO: Tam olarak ne zaman?

HIRAYAMA: Bir dahaki sefer bir dahaki seferdir. Şimdi şimdidir.

Kız da Hirayama’nın ardından bu cümleyi tekrarlıyor, sonra Hirayama da tekrarlıyor ve sırayla aynı cümleyi tekrarlayarak bisikletlerine atlayıp gidiyorlar.

Bir dahaki sefer bir dahaki seferdir. Şimdi şimdidir.

Rüyaları da Hirayama’nın bu cümlenin hayat bulmuş hali oluşunun ispatı gibi. Rüyalarında bile o güne ait olmayan bir şeye yer yok.

Mükemmel günler’in reçetesi

Hirayama’nın sırrı bence hayatından fazlalıkları atmış olması. Sevdiği şeyleri bulmuş, ve bunun dışıda kalanları bırakmış, “daha iyisi”, “daha farklısı”, “daha yenisi” gibi arayışları yok.

Başka türlü bir hayat yaşayabileceği aşikar, varlıklı bir aileden geldiğini anlıyoruz. Belli ki bu hayatı bilinçli olarak o seçmiş. Yani bir aza kanaat etme durumu söz konusu değil. Seçtiği şeyleri yapmakta özgür, kendine bu alanı yaratmış. Seçimleriyle mutlu olsa gerek ki her gün aynı şeyleri aynı şekilde yapmayı seçiyor.

Ben bu filme baktığımda, hakkında söylenen “küçük şeylerden mutlu olmayı bilme” hikayesinden ziyade, kendimi peşinden koşarken bulduğum türlü türlü hazzı, bunlar için harcadığım çabayı, kafamda yarattığım geleceğe dair kaygıları ya da heyecanlı planları bir an için kenara bırakmaya dair bir davet görüyorum. Çünkü, belki de bunlara hiçbirimizin ihtiyacı yoktur.

Okuduğunuz için teşekkürler,

ezgi

--

--